Çocukluk - 01

Общее количество слов 3710
Общее количество уникальных слов составляет 2069
30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
51.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
ÖNSÖZ

Rusça'dan dilimize çevirdiğim Çocukluk adlı yapıtı Tolstoy'un basılan ilk
yazısıdır. Dünya yazınına Anna Karenina, Savaş ve Barış, Diriliş gibi yapıtlar
kazandırmış olan bu büyük Rus yazarı yazın dünyasına ilk adımı bu yapıtıyla
atmıştır.
Tolstoy'un yaşamında, birçok başka yazarın yaşamında olduğu gibi bir başlangıç
ya da deneyim kazanma dönemi gibi bir şey yoktur. 23 yaşındayken bir yıl
çalışarak yazıp çıkardığı bu yapıtı, ruh çözümlemelerinin ve gösterdiği tiplerin
gücüyle onu usta bir yazar olarak kabul ettirmiştir.
Romandan çok büyük öykü diyebileceğimiz bu yapıtın yazılıp yayımlanması şöyle
olmuştur:
Lev Tolstoy, 1851 yılının nisan ayı sonlarında, ani bir kararla, üç yıldan beri
hemen hiç ayrılmadığı Yasnaya Polyana çiftliğini bırakarak, en büyük ağabeysi
Nikolay ile birlikte Kafkasya'ya gitti. Orada, "Yaşamımın Dört Çağı" adı altında
büyük bir roman yazmayı düşündü. Anı defterindeki: ''Yarın büyük bir roman
yazmaya başlayacağım'' notundan anlaşılıyor ki Çocukluk adlı romanını 3 Temmuz
1851'den sonra yazmaya başlamıştır.
Bir yıl sonra biten bu yapıtı, Tolstoy, Çocukluğumun Tarihçesi adıyla ve L. N.
imzasıyla Sovremennik dergisinde basılmak üzere, derginin yöneticisi olan
Nekrasov'a gönderdi. Nekrasov'dan aldığı olumlu yanıt onu pek çok
sevindirmiştir.
Çocukluk 1852 yılı Eylülü'nden itibaren Sovremennik dergisinde L. N. imzasıyla
ve Çocukluğumun Tarihçesi adıyla yayımlanmaya başladı. Kimin tarafından
yazıldığı bilinmeyen bu öyküyü eleştirmenler çok iyi karşıladılar.
Bir süre sonra Nekrasov, yapıtın Tolstoy'la ilgili olduğunu öğrenince, onu
coşkuyla kutlamış ve çok geçmeden Tolstoy'a, bundan böyle göndereceği yazılar
için, o zamanın en büyük yazarlarına verilen telif hakkının ödeneceğini
bildirmiştir. Bundan anlaşıldığına göre Tolstoy daha 23 yaşında yazdığı ilk
yapıtıyla kendisini tanıtmış ve usta yazarlar arasında yer almıştır.
Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik adları altında üç kitabı içine alan bu yapıtın
Tolstoy'un çocukluk ve gençliğiyle ne derece ilgisi olduğuna gelince: Tiplerin
birçoğu yaşamdan alınmıştır. Örneğin: Çocukluk bölümündeki Nikolenka kendisi,
fakat Nikolenka'nın babası, kendi babası değil, babasının komşusu ve arkadaşı A.
M. İsleniyev'dir. Eğitmen Mimi de İsleniyev'in evindeydi ve orada uzun zaman
kalmıştı. Katenka da onun kızı Yuzenka'dır. Karl İvanoviç, kendi öğretmeni olan
Teodor İvanoviç Rossel'e, Saint-Gerome da eğitmeni Saint-Thomas'a benzemektedir.
Nikolenka'nın annesine gelince, onu düşleminde yaratmıştır. Tolstoy, annesi
öldüğü vakit ancak üç yaşında olduğu için onu anımsayamaz. Büyük Hıristiyan
Grişa da o zamanlar oralarda yaşamış bir deli tipidir.
Yapıtın öteki bölümleri de iki cilt olarak sırayla yayımlanacaktır.
Rana Çakıröz
ÇOCUKLUK


I

ÖĞRETMEN KARL İVANOVİÇ

On yaşımı doldurmuştum, olağanüstü armağanlar aldığım doğum günümden üç gün
sonra 12 Ağustos 18 ** sabahı saat yedide Karl İvanoviç kalın kâğıttan yapılmış
bir değneğe çakılmış sineklikle baş ucumdaki sineğe vururken beni uyandırdı.
Bunu o kadar beceriksizce yapmıştı ki, meşe karyolamın önünde asılı duran, adını
taşıdığım azizin resmine çarpmış, öldürülen sinek de üstüme düşmüştü. Yorgandan
başımı çıkardım, sallanan resmi elimle durdurdum, sineği yere attım, uykulu
olmakla birlikte öfkeli bir bakışla Karl İvanoviç'i süzdüm. O ise, sırtında
alacaklı pamuk sabahlığı, belinde aynı kumaştan bir kuşak, başında püsküllü,
kırmızı örgülü takkesi, ayağında keçi derisinden yumuşak çizmeleriyle duvar
boyunca gezinmeyi, nişan alıp sinekliği sağa sola indirmeyi sürdürüyordu.
''Diyelim ki, ben küçüğüm, fakat o niçin beni rahatsız ediyor? Niçin Volodya'nın
yatağının yanındaki sinekleri öldürmüyor? Orada ne kadar var, baksa ya! Evet,
Volodya benden büyük, bense herkesten küçüğüm, herhalde bunun için bana işkence
ediyor. Onun yaşamda bir tek düşüncesi var, o da ne yapıp yapıp beni üzmek''
diye kendi kendime söyleniyordum. Beni uyandırdığını, korkuttuğunu pekâlâ
görüyor ama farkına varmamış gibi davranıyor... Ne çekilmez adam! Sabahlığı da,
takkesi de, püskülü de kendisi gibi çekilmez.
Karl İvanoviç'e öfkemden kendi kendime söylenirken, o karyolasına yaklaştı,
orada boncuktan yapılmış bir pabuç içinde asılı duran saate göz attıktan sonra
sinekliği çiviye astı. Çok neşeli görünen bir ruh durumu içinde bize dönerek,
hoş bir Alman edasıyla:
- Auf, Kinder, auf!.. s'ist Zeit. Die Mutter ist schon im saal (1) diye
seslendikten sonra bana yaklaştı ve ayak ucuma oturarak, tabakasını çıkardı. Ben
uyuyormuş gibi davrandım. Karl İvanoviç önce enfiyesini çekti, burnunu sildi,
parmaklarını şıkırdattı, ancak bu işlerden sonra benimle ilgilenmeye başladı.
Gülerek tabanımı gıdıklıyor; Nu, nun faulenzinder! (2) diyordu.
Gıdıklanmaktan çok huylandığım halde ne yatağımdan fırladım, ne de yanıt verdim;
yalnızca, başımı yastığın altına daha derinlere sakladım, olanca gücümle
tepiniyor, gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
- Ne iyi adam, hem bizi ne kadar da seviyor! Ona karşı nasıl böyle kötü
düşünceler besleyebildim diye kendime de, ona da içerliyor, hem ağlamak, hem
gülmek istiyordum; sinirlerim bozulmuştu.
Başımı yastığın altından çıkararak yaşlı gözlerle:
- ''Ach, lassen zie, Karl İvanoviç! (3) diye bağırdım.
Karl İvanoviç şaşırdı, tabanlarımı bırakarak, telaşla niçin ağladığımı, düşümde
kötü bir şey mi gördüğümü sormaya başladı. Onun hoş Alman çehresi, niye
ağladığımı anlamak için gösterdiği ilgi, gözyaşlarımın daha çok akmasına neden
oluyordu. Kendi kendimden utanıyor, nasıl olup da, bir dakika önce, Karl
İvanoviç'i sevmediğimi, onun sabahlığını, takkesini, püskülünü çekilmez
bulduğumu bir türlü anlayamıyordum. Şimdiyse tersine, her şeyi bana hoş geliyor,
hatta püskülü iyiliğinin söz götürmez bir kanıtı gibi görünüyordu.
Ona kötü bir düş gördüğüm için ağladığımı söyledim. Güya annem ölmüş de onu
gömmeye götürüyorlarmış. Bunların hepsini uydurmuştum, çünkü bu gece düşümde ne
gördüğümü hiç anımsamıyordum. Fakat anlattıklarımdan etkilenen Karl İvanoviç
beni okşamaya, avutmaya başlayınca, bu uydurduğum korkunç düşü, gerçekten görmüş
gibi oldum ve bu kez gözyaşlarım bambaşka bir nedenden akmaya başladı.
Karl İvanoviç yanımdan ayrıldıktan sonra ben yatağımda doğrulup küçük ayaklarıma
çoraplarımı geçirmeye uğraşırken, gözyaşlarım biraz dindi, fakat uydurduğum o
korkunç düşün acı düşüncelerinden bir türlü kurtulamıyordum. Odaya ufak tefek,
temiz, titiz, daima ciddi ve saygılı bir adam, aynı zamanda Karl İvanoviç'in
aziz dostu olan lalamız Nikolay girdi. Bize giysi ve ayakkabılarımızı,
Volodya'ya çizmelerini, bana da nefret ettiğim, fakat henüz giymek zorunda
olduğum frenk bağlı iskarpinlerimi getiriyordu. Onun yanında ağlamak ağrıma
gitti, hem de sabah güneşi pencerede o kadar neşeli parlıyor ve lavabonun
başında durup Maria İvanovna (kızkardeşimin eğitmeni) ile alay eden Volodya o
kadar, o kadar yüksek sesle gülüyordu ki, bir elinde sabunu, ötekinde ibriği,
omuzunda havlusuyla ağırbaşlı Nikolay bile gülümseyerek:
- Yeter artık, Vladimir Petroviç, lütfen yıkanın! diyordu.
Ben büsbütün neşelendim.
- Sind siebald fertig? (4) diye, ders odamızdan Karl İvanoviç'in sesi duyuldu.
Bu sefer sesi ciddiydi. Biraz önce gözyaşlarımı akıtacak kadar bana dokunan o
içtenlikten artık eser kalmamıştı. Karl İvanoviç ders odamızda bambaşka bir
adamdı, tam bir öğretmendi. Çabucak giyindim, yıkandım, daha elimdeki fırçayla
ıslak saçlarımı düzeltirken, onun çağırmasına koştum.
Karl İvanoviç gözlüğü burnunda, kitabı elinde olduğu halde, kapıyla pencere
arasında, her zamanki yerinde oturuyordu. Kapının solunda iki raf asılıydı: biri
biz çocuklar için, öteki Karl İvanoviç'in, kişiye özel dediğimiz raf. Bizimkinde
bir takımı düzgünce yerleştirilmiş, diğerleri rasgele bırakılmış, dersle ilgili
olan ve olmayan, her tür kitap vardı. Yalnızca ''Histoire de Voyage''ın (5)
kırmızı kaplı iki büyük cildi duvara heybetle yaslanmıştı; geriye kalanlar uzun,
kısa, küçük büyük kitaplar, kitapsız kaplar, kapsız kitaplar, karmakarışık
duruyordu. Ders arasından önce, Karl İvanoviç ''Kitaplık'' diye nitelediği bu
rafın düzeltilmesini buyurunca, elimize geçeni oraya rasgele sıkıştırıyorduk.
Kişiye özel raftaki kitap koleksiyonu, bizimkiler kadar büyük değildi, ama daha
da çeşitliydi. Onlardan üçünü anımsıyorum: lahana bahçelerinin gübrelenmesi
üzerine bir kitapçık; yedi yıl savaşları üzerine köşesi yanık, güderi kaplı bir
cilt; bir de hidrostatik ders kitabı. Karl İvanoviç vaktinin çoğunu burada, bu
kitapları okumakla geçirirdi; hatta bu yüzden gözleri bozulmuştu; fakat bu
kitaplardan ve ''Severnaya Pçela''dan (6) başka bir şey okumazdı.
Karl İvanoviç'in raftaki eşyaları arasında, onu bana en çok anımsatan şey,
ağaçtan bir desteğe iliştirilmiş ve küçük çarkların döndürdüğü, kartondan
kesilmiş bir yuvarlaktı. Bu yuvarlağın üstüne bir bayanla bir berberin
karikatürünü gösteren bir resim yapıştırılmıştı. Öğretmenimizin elinden çok iyi
elişi geliyordu ve bu aracı, zayıf gözlerini güçlü ışıktan korumak için
yapmıştı.
Altından ağarmış seyrek saçları görünen kırmızı takkesi, pamuk sabahlığıyla uzun
boyu hâlâ gözümün önündedir. Bir elinde kitap, öteki eli koltuğun yanına
serbestçe bırakılmış bir durumda; yüzünü gölgeleyen berber karikatürlü kartonun
durduğu masanın önünde oturmaktadır; yanıbaşında, üzerinde avcı resmi bulunan
bir saat, bir damalı mendil, siyah yuvarlak bir enfiyelik ve yeşil bir gözlük
kabıyla küçük bir tablada maşa duruyordu. Bunların hepsinin düzgünce
yerleştirilmiş olması ve yerli yerinde durması, Karl İvanoviç'in vicdanının
temiz ve ruhunun dingin olduğunu açıkça gösteriyordu.
Bazen, aşağıdaki salonda doyuncaya kadar koştuktan sonra, parmaklarımın ucuna
basa basa, gizlice yukarıya çıkıp ders odasına bakınca, Karl İvanoviç'i yalnız
başına koltuğa oturmuş, dingin ve vakarlı, sevdiği kitaplara dalmış bulduğum
olurdu. Bazen onu, okumadığı zaman da görürdüm: o vakit yarı kapalı mavi
gözleri, tuhaf bir anlatımla bakar, dudakları üzgün üzgün gülümserdi. Odanın
sessizliği içinde yalnızca avcı resimli saatin tıkırtısıyla Karl İvanoviç'in
düzenli soluğu duyulurdu.
Bazen, o farkına varmadan, kapıda durur, zavallı, zavallı yaşlı adam diye
düşünürdüm. Biz kalabalığız; oynuyor, eğleniyoruz, oysa o, yapayalnız ve
kimsecikler onunla candan ilgilenmiyor. Öksüz olduğunu söylerdi, doğru! Yaşamı
da ne kadar acıklıydı. Bunu Nikola'ya anlattığını anımsıyorum. Onun yerinde
olmak gerçekten feci! Ona o kadar acıdığım olurdu ki, yanına yaklaşır ve ''Liebe
(7) Karl İvanoviç'' derdim. O da bu biçimde seslenmemden dolayı, duygulandığını
belli ederek beni okşardı.
Öteki duvar da, hemen hepsi yırtılmış, fakat Karl İvanoviç'in becerikli eliyle
yapıştırılmış haritalarla kaplıydı. Ortasında, aşağı inmek için bir kapı bulunan
üçüncü duvarın bir yanında iki cetvel asılı dururdu: birisi bizim üstü çizik
çizik olmuş cetvelimiz, öteki yepyeni bir cetvel, çizmekten çok, bizi dürtmek
için kullanılan, onun özel cetveliydi. Karşı yanda, bizim küçük suçlarımızın
haçlarla, büyüklerinin de yuvarlaklarla gösterildiği bir kara tahta, onun
solunda da cezalandırıldığımız zaman diz çöktüğümüz köşe vardı.
Bu köşe, bende ne silinmez anılar bırakmıştı! Sobanın kapağını, bu kapağın hava
deliklerini ve kapağı çevirince içeri dolan havanın çıkardığı sesi anımsıyorum.
Bazen köşede dururdum, dizlerim, belim ağrıyıncaya kadar durduğum olurdu, o
zaman galiba Karl İvanoviç beni unuttu diye düşünürdüm; kendisi şimdi herhalde
yumuşak koltuğunda oturmakta ve hidrostatiğini okumaktadır, oysa ben ne
durumdayım? diye düşünürdüm.
Kendimi anımsatmak için usulcacık sobanın kapağını açıp kapamaya yahut duvarın
sıvalarını oymaya başlardım. Fakat kopan sıva parçası çok büyük olunca birden
gürültüyle yere düşer ve şüphesiz bana bütün cezalardan daha çok korku verirdi.
Başımı çevirip Karl İvanoviç'e baktığımda, elinde kitabıyla bir şeyin farkına
varmamış gibi davrandığını görürdüm.
Odanın ortasında, üstü eski siyah muşambayla örtülü bir masa duruyordu.
Muşambanın yırtıklarından, masanın çakılarla rasgele yontulmuş kenarları
görünüyordu. Çevresinde uzun zaman kullanılmaktan cilalanmış gibi parlayan
boyasız birkaç iskemle vardı. Üçüncü duvardaysa, üç pencere bulunuyordu.
Bunlardan şöyle bir görünüme bakılıyordu: pencerenin tam dibinden her taşını,
her çukurunu, araba tekerleklerinin bıraktığı her izi iyice tanıdığım, sevdiğim
bir yol geçiyordu. Yolun ötesinde arasından çitler görünen, budanmış ıhlamur
ağaçlarıyla çevrili, bir geçit. Geçidin üstünden, bir yanında harman bulunan bir
çayır, karşısında da orman; uzakta, ormanın içinde bekçinin kulübesi. Pencerenin
sağında, büyüklerin öğle yemeğinden önce oturdukları taraçanın bir bölümü
görünüyordu. Bazen, Karl İvanoviç yazım ödevlerimizi düzeltirken, aşağıya şöyle
bir göz attığım olurdu, annemin siyah saçlı başını ve bir başkasının sırtını
görür, oradan gelen konuşma, gülme seslerini biraz olsun duyardım; orada
bulunmak olanağı olmadığına üzülür ve acaba ne vakit büyüyüp de okumaktan
kurtulacağım, vaktimi diyaloglar ezberlemekle değil de, sevdiğim insanlar
arasında geçireceğim diye düşünürdüm. Yavaş yavaş bu can sıkıntısı, bir kedere
dönüşürdü ve kimbilir neden, öyle dalardım ki, Karl İvanoviç'in yaptığım yazım
yanlışlarından dolayı bana çıkıştığını bile duymazdım.
Karl İvanoviç sabahlığını çıkarıp omuzları kabarık, volanlı lacivert frağını
giydikten ve ayna önünde kravatını düzelttikten sonra, annemize günaydın demek
için bizi aşağıya götürürdü.



II

ANNEM

Annem salonda çay hazırlıyordu. Bir eliyle çaydanlığı, öteki eliyle de semaverin
musluğunu tutuyordu, dolu çaydanlıktan taşan su, tepsiye dökülüyordu. O kadar
dikkat ettiği halde, ne suyun döküldüğünü, ne de bizim içeri girdiğimizi fark
edememişti.
Sevilen bir varlığın çizgilerini insan düşleminde canlandırmaya çalışırsa,
geçmişten o kadar çok anı belirir ki, bunların içinden çizgileri, gözyaşları
arasından görünürmüş gibi, çok silik görür; bunlar düşlem gözyaşlarıdır. Ne
zaman annemi, o zaman olduğu gibi anımsamak istesem, ancak bana karşı her vakit
aynı şefkat ve sevgiyi gösteren kahve rengi gözleri, boynunda, kısa saçlarının
kıvrıldığı yerin biraz aşağısında bulunan beni, işlenmiş beyaz yakası ve hep
beni okşayan, sık sık öptüğüm, ince, zayıf eli gözümde canlanır, ama kendisini
bütün olarak bir türlü gözümün önüne getiremezdim..
Sedirin solunda eski, kuyruklu İngiliz piyanosu dururdu. Piyanonun başında,
esmer kardeşim Lüboçka oturuyor ve soğuk suyla yeni yıkanmış pembe parmaklarıyla
ve kendisini bir hayli zorlayarak ''Klementi'' etütlerini çalıyordu. On bir
yaşındaydı, kısa keten entari ve beyaz, paçaları dantelli pantolon giyiyor ve
oktavları ancak arpeggio (8) biçiminde alabiliyordu. Onun yanında, yarı dönük
durumda, başında pembe kurdeleli başlık, arkasında mavi hırkayla Marya İvanovna
oturuyordu. Karl İvanoviç'in girmesiyle, kırmızı, asık yüzünün anlatımı büsbütün
ciddileşti. Öğretmenimizin selamına karşılık vermeden, onu sert bir bakışla
süzdü ve ayağıyla tempo tutarak eskisinden daha tok, daha buyurucu bir edayla:
un, deux, trois (9) diye saymayı sürdürdü.
Karl İvanoviç buna hiç aldırış etmeden, Almanlara has güleryüzlülükle, elini
öpmek için anneme doğru yaklaştı. Annem, kederli düşüncelerden kurtulmak
istiyormuş gibi, başını silkip, elini Karl İvanoviç'e uzattı, o elini öperken,
annem de onu buruşuk alnından öptü.
- İch danke, liebe Karl İvanoviç (10)! dedi ve Almanca konuşmayı sürdürerek
bizim nasıl uyuduğumuzu sordu.
Zaten bir kulağı ağır işiten hocamız, odadaki piyano gürültüsünden hiçbir şey
duymuyordu. Tek ayak üstünde durarak, eliyle masaya dayandı, annemin oturduğu
sedire doğru eğilerek, o zaman bana inceliğin en yüksek örneği gibi görünen bir
gülümsemeyle takkesini başından çıkardı ve anneme:
-İzin verir misiniz, Natalya Nikolayevna? dedi, çünkü: Karl İvanoviç başını
üşütmemek için, kırmızı takkesini hiç başından çıkarmazdı, fakat salona her
girişinde, annemden bunun için izin isterdi.
Annem:
- Giyin, Karl İvanoviç! dedikten sonra, ona doğru eğilerek, oldukça yüksek bir
sesle: Ben size çocukların nasıl uyuduklarını soruyorum, diye yineledi.
Fakat o, yine bir şey duymamıştı, çıplak başına kırmızı takkesini geçiriyor ve
eskisinden daha güzel gülümsüyordu. Annem Marya İvanovna'ya güleç bir yüzle:
- Bir dakika durun Mimi, bir şey işitilmiyor, dedi.
Zaten güzel olan annemin yüzü, gülümseyince, bir kat daha güzelleşir, çevreye
sanki neşe saçardı. Eğer, yaşamımın en acı dakikalarında bir an için olsun, bu
gülümsemesini görmek fırsatını bulsaydım, keder nedir bilmezdim. Yüz güzelliği
denen şey, bence tatlı bir gülümsemede toplanır, eğer gülümseme bir yüzü
güzelleştiriyorsa, o yüz güzeldir, eğer değiştiriyorsa, bu yüz şöyle böyle bir
yüzdür, bozuyorsa çirkindir.
Annem sabah selamlaşmasından sonra iki eliyle başımı tutup yukarıya kaldırdı,
dikkatle yüzüme bakarak:
- Sen bugün ağladın mı? diye sordu.
Yanıt vermedim. O, gözlerimden öptü ve Almanca, niçin ağladın? dedi.
Bizimle içten, arkadaşça konuşmak istediği vakit, daima çok iyi bildiği Alman
dilini kullanırdı. Düşümde ağladığımı anlattım ve uydurduğum düşün ayrıntılarını
anımsarken, elimde olmayarak titredim.
Karl İvanoviç sözlerimi onayladı, fakat düş için bir şey söylemedi. Mimi'nin de
katıldığı hava konusu üzerinde biraz konuştuktan sonra, annem bazı emektar
hizmetçiler için tepsiye altı tane kesme şeker koyarak, masadan kalktı ve
pencerenin önünde duran kasnağın başına geçti. Bize:
- Haydi çocuklar, artık babanıza gidin, ve harmana gitmeden önce beni
kesinlikle görmesini söyleyin diye tembih etti. Müzik, tempo sayıları ve sert
bakışlar yeniden başladı, biz de babamıza yollandık.
Daha, büyükbabamızın zamanından beri hizmet odası adını taşıyan odadan geçtik ve
babamın odasına girdik.



III

BABAM

Babam, yazı masasının başında ayaktaydı. Her zamanki yeri olan, kapıyla
barometre arasında durup arkasında tuttuğu ellerinin parmaklarını çabuk çabuk
oynatan kâhya Yakof Mihaylof'a, zarf, kâğıt ve para kümelerini göstererek
sinirleniyor, hararetle bir şeyler anlatıyordu.
Babamın sinirlenmesi artınca, kâhyanın parmak hareketleri çoğalıyor ve tersine,
babam susunca parmaklar da duruyordu. Fakat, Yakof kendisi konuşmaya başlayınca,
parmaklar daha büyük bir telaşla harekete geçiyor, sinirli sinirli kıvranıyordu.
Bunlardan Yakofun gizli düşüncelerini anlamak, bana mümkün gibi görünüyordu. Hep
dingin olan yüzünde, sanki: ben haklıyım ama neylersin ki yetki sizde, siz
bilirsiniz, der gibi, hem kendi yeterliliğini, hem de başkasına bağlı olduğunu
gösterir bir anlatım oluyordu.
Babam, bizi görünce, yalnızca:
- Biraz bekleyin, dedi, ve birimizin kapıyı kapaması için başıyla işaret etti.
Her zaman yaptığı gibi omzunu silkerek, kâhyaya:
- Allah Allah! Yakof, sana bugün ne oldu? Bu zarfın içindeki sekiz yüz
rubleyi... diyerek durakladı.
Bu sırada Yakof abaküsü önüne çekerek, üstüne 800 rubleyi işaretledi ve babamın
daha neler söyleyeceğini bekleyerek gözlerini belirsiz bir noktaya dikti. Babam
sözünü sürdürerek:
- Benim burada bulunmadığım zamanlar, ev harcamaları için anlaşıldı mı? Devlet
Bankası'nda depozitodan geriye kalan 2000 rubleyi de alırsın. Değirmenden de
1000 ruble alman gerekiyor; senin hesabına göre, satabileceğimiz 7000 pud (11)
ottan -ki 45 kapikten sayıyorum- 3000 ruble alırsın, böylelikle elindeki paranın
tutarı ne kadar olacak? 12.000 ruble, öyle değil mi?
Yakof:
- Evet efendim, öyle, dedi.
Bununla birlikte, parmaklarının telaşla oynamalarından onun bir şeye karşı
çıkacağını sezmiştim, fakat babam ağzını açmasına olanak vermedi:
- İşte bu hesapladığımız paralardan 10.000 rubleyi kooperatife, Petrovskoe için
göndereceksin. Gelelim şimdi yazıhanedeki paraya; (Yakof abaküs üzerinde
işaretlenmiş olan 12.000'i bozup, yerine 21.000 rubleyi işaretledi) bana
getirir, bugünkü tarihle kaydedersin (Yakof abaküsü karıştırıp ters çevirdi,
galiba bu davranışıyla, 21.000 rublenin de yanacağını göstermek istiyordu).
İçinde para olan bu zarfı da, üstünde yazılı adrese verirsin, dedi.
Ben masaya yakın duruyordum, zarfın üstündeki yazıya şöyle bir göz attım. ''Karl
İvanoviç Mayer'' yazılıydı.
Beni ilgilendirmeyen bir şeyi okuduğumun farkına varan babam, elini omuzuma
koyarak, beni hafifçe masadan öteye itti. Ben, bu hareketin bir okşama mı, yoksa
bir aşağılama mı olduğunu sezememekle birlikte, her olasılığa karşı, omuzumda
duran, büyük, damarlı eli öptüm. Verilen buyruklara karşılık olarak Yakof:
-Başüstüne, efendim, dedi ve annemin Habarovskoye adındaki çiftliğinden gelen
paraların ne yapılacağını sordu. Babam da:
- Yazıhanede duracak, buyruğum olmadıkça da, asla hiçbir yere harcanmayacak
yanıtını verdi.
Yakof birkaç saniye sustu; sonra birdenbire, parmakları oynamaya başladı,
efendisini dinlerken, yüzünde taşıdığı saf, boyun eğer anlatımı, kurnaz, zeki
bir duruma çevirerek, abaküsü önüne çekti ve söze başladı:
- Izin edin de açıklayayım, Piotr Aleksandroviç (12) yine siz bilirsiniz, bence
parayı bankaya vaktinde yatırmaya olanak yok, dedi; ve kesik kesik sürdürdü:
saygıdeğer efendim, değirmenden, satılacak ottan, rehinden geri kalan paranın
alınacağını söylediniz, diyerek bir yandan da saydığı paraları kaydetmeye
başladı, bir süre bekledikten sonra, zeki ve anlamlı bakışlarını babama çevirdi
ve: ''Ben bu hesap ve kestirimlerde aldanmış olmaktan korkuyorum'' diye ekledi.
- Niçin?
- İşte gördüğünüz gibi: önce değirmen sorunu: değirmenci iki kez bana geldi,
parası olmadığına antlar içerek, borcun geriye bırakılmasını rica etti. Hatta
kendisi de şimdi buradadır. Saygıdeğer efendim onunla görüşmek iyiliğini yapmaz
mısınız?
Babam bir baş hareketi yaparak değirmenciyle konuşmak istemediğini anlattı,
sonra daha neler söylüyor diye sordu:
- Hep bildiğiniz şeyler efendim! Değirmende hiç iş olmuyormuş, elde edilen beş
on para da bendin onarımına gidiyormuş. Onu işten uzaklaştırmak kolay ama bizim
bunda ne çıkarımız olabilir ki? Depozito olarak yatırılan paradan söz
etmiştiniz, galiba açıklamıştım: paracıklarımız orada saplanıp kaldı, bunu kolay
kolay ele geçirmek umudu yok. Geçenlerde, ben kentte İvan Afanasyeviç'e bir
araba un ve bu işle ilgili bir tezkere göndermiştim, bu kez de Piotr İvanoviç
için her şeyi istekle yapacağım, fakat bu işin kendi elinde olmadığını, görünüşe
bakılırsa, makbuzun iki aya kadar da alınmasının şüpheli olduğunu söyleyerek
yanıt verdiler. Söz ettiğiniz ot sorununa gelince, diyelim ki, 300 rubleye
satılır.
Kâhya abaküste 300 rubleyi işaretledi ve biraz sustuktan sonra, sanki: ''Bunun
ne kadar az olduğunu siz de pekâlâ görüyorsunuz! Otu da şimdiden satmakla yine
zarar edeceğimizi de biliyorsunuz...'' der gibi, kâh abaküse, kâh babamın
gözlerine bakıyordu.
Daha birçok kanıt topladığı belliydi; bunun için olacak, babam sözünü kesti.
- Ben bu buyruklarımı değiştirecek değilim, dedi: ama bu paraların alınmasında
gerçekten bir engel çıkarsa, ne yapalım, o zaman Habarovskoye'nin paralarından
gereği kadar alırsın. Kâhya:
- Başüstüne, efendim, dedi.
Yakof'un yüzünden ve parmaklarından; bu son buyruktan pek çok hoşnut kaldığı
seziliyordu.
Aslında bir köle olan Yakof, çok çalışkan, çok sadık bir insandı. O bütün iyi
kâhyalarda olduğu gibi, efendisi hesabına son derece cimriydi, efendilerinin
çıkarları üzerinde çok acayip düşünceleri vardı, hep hanımının geliri zararına,
efendisinin gelirini çoğaltmaya çabalar, hanımının çiftliğinin bütün kazancını
oturduğumuz Potrovskoye konağına harcamak gerektiğini kanıtlamaya çalışırdı.
Amacına eriştiği şu dakikada büyük bir utku kazanmış gibi seviniyordu.
Sabah görüşmesinden sonra, babamız köyde başıboş dolaştığınız yeter, artık küçük
değilsiniz, ciddi öğrenim zamanınız geldi, dedi.
- Bu gece Moskova'ya hareket edeceğimi, sizleri de birlikte götüreceğimi
biliyorsunuz sanırım. Orada büyükannenizle oturacaksınız, anneniz kızlarla
burada kalacak. Şunu da bilmelisiniz ki, iyi okuduğunuzu ve büyüklerin sizlerden
hoşnut olduğunu duymak anneniz için büyük bir avuntu olacak.
Birkaç günden beri süren hazırlıklardan olağanüstü bir şey olacağını bildiğimiz
halde, bu haber bizi çok sarstı. Volodya kızardı, titrek bir sesle annemin
tembihini yineledi.
- Demek ki, düşüm buna çıkacakmış!Tanrı vere de daha kötü bir şeyler olmasa diye
düşündüm.
Anneme pek çok acımakla birlikte, bizim gerçekten büyümüş olduğumuzu düşünmek
beni sevindiriyordu.
''Eğer bugün gideceksek herhalde ders olmayacak; bu çok güzel! diye
düşünüyordum, fakat Karl İvanoviç'e yazık olacak; herhalde ona yol verecekler,
yoksa onun için gördüğüm zarfı hazırlamazlardı... Keşke ömrüm oldukça okusam,
buradan uzaklaşmasam, annemden ayrılmasam ve zavallı Karl İvanoviç'i incitmesem.
O zaten çok talihsiz bir adam.''
Bu düşünceler zihnimde şimşek gibi çakıyordu; yerimden kımıldamıyor,
iskarpinlerimin siyah kurdelelerine dalmış, bakıyordum.
Babam Karl İvanoviç'le barometrenin düşmesi üzerine birkaç sözcük konuştu.
Yemekten sonra, son kez olarak genç av köpeklerini denemek istediği için Yakof'a
köpeklere yiyecek vermemesini buyurdu; kestirimlerimin tersine, bizi ilerde ava
götürmek sözüyle avutarak, derse gönderdi. Yukarıya çıkarken, taraçaya uğradım.
Kapının önünde babamın en çok sevdiği tazı Milka, güneşten gözlerini kapatmış,
yatıyordu. Onu okşadım ve burnundan öperek: Milkacık, biz bugün gidiyoruz,
Allahaısmarladık! Artık bir daha görüşemiyeceğiz dedim. İçlendim, ağlamaya
başladım.



IV

DERSLER

Karl İvanoviç'in canı çok sıkılıyordu. Bu, çatık kaşlarından, ceketi konsolun
gözüne fırlatışından, kemerini öfkeli öfkeli bağlayışından ve diyalog kitabından
ezberlemek zorunda olduğumuz bölümü gösterirken tırnağını sertçe çekişinden
belliydi. Volodya epeyce çalışıyordu, oysa ben üzüntüden hiç bir şey yapamıyor,
uzun zaman anlamsız anlamsız diyalog kitabına baktığım halde, yakınlaşan
ayrılığın üzüncüyle gözlerimde biriken yaşlardan, doğru dürüst bir satır bile
okuyamıyordum. Gözlerini yummuş bir durumda (ki bu hiç iyi bir belirti değildi)
beni dinleyen Karl İvanoviç'e okuduklarımı anlatma zamanı gelince, biri: Wo
kommen sie her? (13) deyip de öteki: İch komme van Kaffe-Hause, (14) diye yanıt
vereceği yerde, ben artık gözyaşlarımı tutamamış ve hıçkırmaktan: Haben sie die
Zeitung nicht gelesen? (15) diyememiştim. Sıra yazı dersine gelince: kâğıda
damlaıyan gözyaşlarım, suyla paket kâğıdı üzerine yazı yazar gibi, lekeler
oluşturdu.
Karl İvanoviç kızdı, ceza olarak beni diz çöktürdü. Bu davranışımın inatçılık ve
palyaçoluk (16) (bu deyimi çok severdi) olduğunu yineliyor, beni cetvelle
korkutuyor, özür dilememi istiyordu. Oysa ben gözyaşlarımın etkisi altında bir
tek sözcük bile söyleyemiyordum. Sonunda, o da kendi haksızlığını anlamış olacak
ki Nikolay'ın odasına geçti, kapıyı hızla kapattı.
Ders odamızdan lalanın odasındaki konuşma duyuluyordu. Karl İvanoviç odaya
girerken:
- Nikolay, çocukların Moskova'ya gideceklerini duydun mu? diye sordu.
- Duymaz olur muyum, duydum dedi.
Herhalde Nikolay ayağa kalkmak istiyordu, çünkü Karl İvanoviç: ''Otur Nikolay''
dedi ve kapıyı kapadı. Ben köşeden çıktım, konuştuklarını dinlemek için kapıya
yaklaştım. Karl İvanoviç içli içli konuşarak:
- Anlaşılıyor ki, insanlara ne kadar iyilik edilse, ne kadar bağlılık
gösterilse, karşılığında bir teşekkür bile beklememek gerek, Nikolay diyordu.
Pencerenin önünde oturmuş, ayakkabı onarımıyla uğraşan Nikolay, başıyla
onaylarken, o sözünü sürdürerek:
- On iki yıldır ben bu evdeyim dedi, gözlerini ve elindeki tabakayı yukarı
kaldırarak konuşmayı sürdürdü: Allahın önünde, diyebilirim ki, onları kendi
çocuklarım gibi, hatta daha çok sever, onlarla ilgilenirdim. Valodya'nın sıtmaya
tutulduğunu anımsıyor musun, Nikolay, dokuz gün onun başucunda beklemiş, gözümü
kırpmamıştım. Evet! O vakit ben iyi, sevimli Karl İvanoviç'tim. Çünkü bana
gereksinimleri vardı; alaylı alaylı gülümseyerek sürdürdü ve: Şimdi çocuklar
büyüdüler, onlara ciddi öğrenim gerekliymiş. Sanki burada okumuyorlar? Bu sırada
bizini bırakıp iki eliyle ipleri çeken Nikolay:
- Daha başka türlü nasıl okunur sanki, dedi.
- Evet., şimdi bana gereksinimleri yok, beni kovmaları gerek; ama, ya verdikleri
sözler, teşekkürleri nerede kaldı? Elini kalbine koyarak: -Natalya
Nikolayevna'yı sayarım, severim, ama o ne yapsın? Onun bu evdeki sözü - eline
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Çocukluk - 02
  • Части
  • Çocukluk - 01
    Общее количество слов 3710
    Общее количество уникальных слов составляет 2069
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 02
    Общее количество слов 3738
    Общее количество уникальных слов составляет 2138
    32.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    54.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 03
    Общее количество слов 3625
    Общее количество уникальных слов составляет 2141
    32.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 04
    Общее количество слов 3701
    Общее количество уникальных слов составляет 2083
    32.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 05
    Общее количество слов 3775
    Общее количество уникальных слов составляет 2061
    32.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 06
    Общее количество слов 3821
    Общее количество уникальных слов составляет 2019
    34.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    48.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    56.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 07
    Общее количество слов 3745
    Общее количество уникальных слов составляет 2081
    31.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 08
    Общее количество слов 3666
    Общее количество уникальных слов составляет 2081
    30.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    53.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 09
    Общее количество слов 3758
    Общее количество уникальных слов составляет 2102
    32.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    45.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 10
    Общее количество слов 3661
    Общее количество уникальных слов составляет 2047
    32.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    54.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 11
    Общее количество слов 3682
    Общее количество уникальных слов составляет 2071
    31.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    54.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çocukluk - 12
    Общее количество слов 3578
    Общее количество уникальных слов составляет 1937
    32.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    45.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов