Kapı Tekrar Vuruldu - 05
Il numero totale di parole è 3912
Il numero totale di parole univoche è 1730
34.3 delle parole sono tra le 2000 parole più comuni
48.9 delle parole sono tra le 5000 parole più comuni
56.8 delle parole sono tra le 8000 parole più comuni
Miss Bulstrode, bir müddet sesini çıkarmadı. Düşünüyordu. «Acaba bu sözleri beni memnun etmek için mi söyledi? İnsanları anlamak o kadar güç ki. Senelerden beri tanıdığın bir insanın ne düşündüğünü bile bilmiyorsun. Fakat Eleanor, bu sözlerinde ciddî olamaz. Yaratma kabiliyeti olan her insan muhakkak bazı değişiklikler yapmak ister. Tabiî Eleanor bunu yüzüme karşı söylemek istememiş olabilir. İnce düşünceli o. Bu da mühim tabiî. Hem birlikte çalışacağı insanlar bakımından, hem de kızlarla anne ve babalar bakımından... Evet, Eleanor hakikaten ince düşünceli ve naziktir...»
Yüksek sesle: «Fakat,» dedi. «Zaman zaman değişiklik yapmak şart, öyle değil mi? Yani—değişen hayat şartlarına ve fikirlere uymak lâzım.»
Miss Vansittart, «Orası öyle,» diye cevap verdi. «İnsanın zamana uyması şart. Fakat Meadowbank senin mektebin, Ho- noria. Onu bu hale sen getirdin. Senin koyduğun kaideler de mektebin ruhu sayılır. Artık anane halini aldı bunlar. Anane de mühim değil mi?»
Miss Bulstrode, cevap vermedi. Geri alamıyacağı bir şeyi söylemek üzereydi. Neredeyse Miss Vansittart'a ortaklık teklif edecekti. Eleanor Vansittart da her zamanki nazik tavrıyla, sanki bunun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Fakat muhakkak ki beklediği teklifin yapılmak üzere olduğunu o da hissetmişti. Miss Bulstrode, konuşmasına neyin mâni olduğunu bilmiyordu. Neden kat'î sözü söylemiyordu? Üzüntüyle^ «Her halde,» diye düşündü. «Bunun sebebi mektebin idaresini vermeği istememem... Tabiî—aslında gizli gizli burada kalmağı, mektebimi idare etmeği arzu ediyorum... Fakat--? yerime Eleanor'dan daha iyi birini bulamam. Bu mevkie lâyık o. Güvenilecek, inanılacak bir insan.., Sevgili Chaddy'cık de öyledir ya. İtimat edilecek bir arkadaştır!» Fakat Chaddy mühim bir mektebin müdiresi olmazdı. İnsan bunu tahayyül bile edemiyordu.
Miss Bulstrode, kendi kendine sordu. «Ne istiyorum ben? Nedir bu halim? Şimdiye kadar kusurlarımın arasında karar* sizlik denen şey yoktu!»
Uzaktan bir zil sesi aksetti.
Miss Vansittart, döndü: «Almanca dersim var. Hemen gitmeli,» Hızla, fakat yine de vakur bir tavırla mektebe doğ ru yürüdü. Onun peşinden ağır ağır ilerliyen Miss Bulstrode az kalsın yan yollardan birinden telâşla fırlayan Eileen Rich'- le çarpışıyordu.
«Ah, affedersiniz Miss Bulstrode, sizi görmedim.» Saçları yine o biçimsiz topuzundan çıkmıştı. Müdire bu acaip, heyecanlı, dikkati çeken genç kadının çirkin, fakat enteresan yüzüne merakla baktı.
«Dersin mi var?»
«Evet. İngilizce—»
Miss Bulstrode, gülümsedi. «Öğretmek hoşuna gidiyor değil mi?»
«Bu mesleğe âşığım. Dünyada bundan daha alâka çekici, daha fevkalâde bir şey olamaz.»
«Neden böyle düşünüyorsun?»
Eileen Rich birdenbire durakladı. Parmaklarını saçlarının arasına soktu. Düşünceye dalmış ve kaşları da çatılmıştı.
«Çok enteresan... Bu meseleyi uzun uzun düşündüğümü pek sanmıyorum. İnsan neden öğretmekten hoşlanır? Bunun sebebi, kıymetli ve mühim bir insan olduğunuzu düşünmeniz midir? Hayır, hayır... Bu kadar kötü bir sebep olamaz. Hayır, bence bu balıkçılık gibi bir şey. Ne yakalıyaca- ğınızı bilr~ • :niz. Mühim olan aldığınız cevaptır. Beklediğiniz olunca çok heyecanlanırsınız! Harikulâde bir şeydir bu. Ama her zaman olmaz.»
Miss Bulstrode, tasdik makamında başım salladı. Haklıydı. Yanılmamıştı! Eileen Rich kıymetli bir insandı.
«Her halde giinün birinde kendi mektebini idare edersin, Eileen.»
Eileen Rich, haykırdı. «Ah, İnşallah! İnşallah! Dünyada en çok bunu isterim.»
«Bir mektebin idare edilmesi hakkında bazı fikirlerin var tabiî.»
Eileen Rich, «Her halde herkesin vardır,» diye cevap verdi. «Bunların çoğu akla sığacak şeyler değil. Galiba tatbik edildikleri zaman da iyi netice vermiyecekler. İşin tehlikeli tarafı da bu. Ama insan yine de fikirlerini denemelidir. Ben her şeyi tecrübeyle öğrenebilirim... İşin kötüsü insan başkalarının tecrübelerinden faydalanamıyor.»
Müdire, «Tam mânasiyle faydalanamıyor,» diye mırıldandı. «Hayat bu. Herkes kendi hatasından ders alır.»
Eileen Rich, «Evet, hayat bu,» dedi. «Onun için de zarar yok. İnsan hata yapar, sonra da kendisini toplıyarak yeniden başlar.» Yumruklarım sıkmış, yüzünde son derecede ciddî, hattâ haşin bir ifade belirmişti. Sonra çehresinin hatları neşeyle yumuşadı. «Fakat mektebiniz mahvolursa, her şeyi yeniden başlıyamazsınız değil mi?»
Miss Bulstrode, sordu: «Eğer Meadowbank gibi bir mektebi idare etseydin, değişiklikler yapar,—bazı fikirlerini de- neı miydin?»
Eileen Rich, mahcup olmuştu. «Bunu—bunu cevaplandırmak biraz güç.»
Miss Bulstrode, güldü. «Demek ki değişiklikler yapacaksın? Düşündüklerini söylemekten kaçınma, yavrum.»
Eileen Rich, içini çekti. «İnsan daima kendi fikirlerini tatbik etmeği ister her halde. Tabiî bunların başarılı olacağını iddia edemem. Olmıyabilir de...»
Fakat bu .tehlikeyi göze almağa değer. Öyle' değil
mi?»
Eileen Rich, «Her şey tehlikeyi göze almağa değer», diye cevap verdi. «Yani—tamamiyle inandığınız hususlarda demek istiyorum.»
Miss Bulstrode, gülümsedi. «Demek tehlikeli bir hayat sürmeğe itirazın yok... Anlıyorum...»
«Bana kalırsa ben daima tehlikeli bir hayat sürdüm.» Genç kadının yüzünde bir gölge uçuştu. «Artık gitmem lâzım. Çocuklar bekliyordur.» Telâşla uzaklaştı.
Miss Bulstrode, onun arkasından uzun uzun baktı. Kendisini arayan Miss Chadwick yanma geldiği zaman Müdire hâlâ hareketsiz duruyordu.
«Hah, neyse. Demek buradaydın? Aramadığım yer kalmadı. Profesör Anderson telefon etti. Kızım bu hafta sonu alıp alamıyacağım öğrenmek istiyor. 'Talebelerin sömestr başında, hafta sonuna çıkmadığını, bunun yasak olduğunu biliyorum,' dedi. 'Fakat pek yakında seyahate çıkacağım.' Gideceği yeri de söyledi tabiî. Azur Basin gibi bir şey.»
Miss Bulstrode, dalgın dalgın, «Azerbaycan,» dedi. Daldığı düşüncelerden hâlâ uyanamamıştı.
Kendi kendine: «Fazla tecrübesi yok,» diye mırıldandı. «İşte bu tehlikeli. Ne dedin Caddy?»
Miss Chadwick, sözlerini tekrarladı.
«Ann Shapland'a Profesör kendisini arayacağımızı söylemesini tembih ettim. Sonra da onu seni aramağa yolladım.»
Miss Bulstrode, içini çekti. «Profesör kızını alabileceğini söyle. Bunun istisnaî bir vaziyet olduğunu tekdir ediyorum...»
Miss Chadwick onu dikkatle süzdü.
«Sen bir şeye üzülüyorsun Honoria.»
«öyle... Ne düşündüğümü kendim de bilmiyorum. Bu benim için korkunç bir şey—bu yüzden çok üzülüyorum— ama Meadovvbank'i bu hususta fazla tecrübesi olmıyan birine devretmek haksızlık...»
«Şu işten çekilme fikrini kafandan atsan. Sen buraya aitsin. Meadowbank'in sana ihtiyacı var.»
«Meadowbank senin için çok mühim değil mi, Chaddy?»
Miss Chadwick, «İngiltere'de Meadowbank gibi bir mektep daha yok,» diye cevap verdi. «Sen ve ben, bu mektebi kurduğumuz için iftihar etmeliyiz.»
Miss Bulstrode, kolunu sevgiyle arkadaşının omuzuna attı. «Hakikaten öyle, Chaddy. Sana gelince... Bana herkesten yakınsın. Meadowbank'le alâkalı her şeyi biliyorsun. Mektebi benim kadar seviyorsun. Bu da az şey değil...»
Miss Chadwick, memnuniyetinden kıpkırmızı kesildi. Honoria Bulstrode her zaman bu kadar samimî konuşmazdı.
II
«Bu Allahın belâsı şeyle oynıyamıyacağım. Berbat halde bu S»
Jennifer, ümitsizlikle raketini yere fırlattı.
«Ah Jennifer, o kadar titizsin ki.»
«Müvazenesi bozuk bunun.» Jennifer, raketi tekrar alarak şöyle bir salladı. «Evet, müvazenesi bozuk.»
«Benim eski süpürgeden daha iyi.» Julia kendi raketine bakıyordu. «Halis süpürge. Şu tellere bak. Çıkan sesi duyuyor musun?» Raketin tellerini çekiştirdi. «Bunu tamir ettirecektik ama annem unuttu.»
«Ne olursa olsun yine de benimkinden iyi.» Jennifer, arkadaşının raketini alarak sağa sola salladı.
«Doğrusu senin raketini tercih ederim. Hiç olmazsa o zaman topa vurabilirim. Eğer istersen raketleri değişelim.»
«Olur değişelim.»
İki arkadaş raketlerinin sapma takılmış olan küçük plâs- ter etiketleri çıkardılar. Bunların üzerlerinde isimler yazılıydı. Etiketleri, dikkatle yeni aldıkları raketlere yapıştırdılar. Böylece değiş tokuş tamamlanmış oldu.»
Julia, «Raketleri bir daha değişmem,» diye ihtar etti «Onun için bana gelip süpürgeden memnun kalmadığını söylemeğe kalkma.»
III
Alan, tenis kortunun etrafındaki teli yerine takarken neşeyle ıslık çalıyordu. Spor pavyonunun kapısı açılarak bir fa reye benziyen Fransızca öğretmeni Matmazel Blanche usulca dışarı baktı. Alan'ı görünce hayretle irkildi. Bir an tereddüt etti, sonra tekrar içeri girdi.
Alan, kendi kendine: «Acaba ne iş kaııştırıyordu?» diye sordu. Kadın öyle acaip bir tavır takınmamış olsaydı, ondan şüphe etmek aklına bile gelmiyecekti. Matmazel Blanche, pek suçlu suçlu bakmış, onun üzerine Alan da meraklanmıştı. Nihayet kadın tekrar dışarı çıkarak kapıyı arkasından kapadı.
Alan'm yanından geçerken de duraklıyarak genç adamla konuşmağa başladı.
—- «Ah, demek teli tamir ediyorsun?»
«Evet, Miss»
«Tenis kortları çok güzel. Yüzme havuzu ve pavyon da öyle. Oh! Le Sport! Siz İngilizler spora çok ehemmiyet verirsiniz değil mi?»
«Şey—galiba öyle, Miss.»
«Sen de tenis oynuyor musun?» Matmazel Blanche, tam kadınca bir tavırla onu tepeden tırnağa kadar süzdü. Israrlı bakışlarında hafif bir davet de vardı. Alan, yine şaşırmıştı. Matmazel Blanche, Meadowbank'e göre bir Fransızca öğretmeni değildi galiba.
Sonra da mecburen yalan söyledi. «Hayır tenis hiç oynamam. Zira vaktim yok.»
«O halde kriket oynuyorsun?»
«O! Kriket çocukken oynadım. Çok kimse küçükken kriket oynar.»
Angele Blanche, «Evvelce vaktim yoktu, etrafı dolaşamadım,» dedi. «Neyse bugün elime fırsat geçti. Hava da çok güzeldi. Spor pavyonunu gezmeğe karar verdim. Fransa'da mektebi olan bir arkadaşıma mektup yazıp gördüklerimi anlatacağım.»
Alan, yine düşündü. Kadın lüzumsuz yere kendisine izahat veriyordu. Galiba Matmazel Blanche Spor pavyonuna normal sebeplerle girmiş olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Fakat buna ne lüzum vardı? Kadın mektepte istediği yere gideı, istediği yere girerdi. Bahçıvan yamağından özür dilemesi için hiç bir sebep yoktu. Alan'm şüpheleri yeniden uyandı. «Bu genç kadın Spor pavyonunda ne yapıyordu acaba?»
Alan, düşünceli nazarlarla Matmazel Blanche'a baktı. Onun hakkında bir şeyler öğrenmesi daha iyi olacaktı galiba. Genç adamın tavırları yavaş yavaş, belirsiz bir şekilde değişti. Yine hürmetkârdı ama eskisi kadar değil... Gözleriyle Matmazel Blanche'a onu çok cazip bulduğunu anlattı.
«Her halde kızlar mektebinde çalışmak size zaman zaman sıkıcı geliyor, Miss.»
«Bu işi pek eğlenceli bulduğum söylenemez.»
Alan, mırıldandı. «Fakat—muhakkak size arada sırada izin veriyorlar. Öyle değil mi?»
Kısa bir sessizlik oldu. Kadın kendi kendisiyle mücadele ediyordu galiba. Sonra, istemiye istemiye, genç adamla aralarındaki mesafeyi açtı.
«Evet, evet. İzin bol. Yeter de artar bile. Meadwov- bank'in şartlan fevkalâde zaten.» Başıyla hafif bir selâm verdi. «Allahaısmarladık.» Mektebe doğru yürüdü.
Alan, kendi kendine: «Senin Spor pavyonunda bir iş karıştırmış olduğun belli, kızım,» dedi.
Matmazel Blanche, gözden kayboluncaya kadar bekledi, Sonra da işini bırakarak Spor pavyonuna gitti. İçeri girerek etrafına baktı. Fakat görünürde bir şey yoktu.
Alan, «Olsun,» diye mırıldandı. «Kadının bir şeyler yap- tığı muhakkak.»
Tam dışarı çıkarken birdenbire Ann Shapland'la burun buruna geldi.
Genç kadın: «Miss Blustrode nerede, biliyor musun?» diye sordu.
«Zannedersem mektebe döndü, Miss. Biraz evvel Briggs'le konuştu.»
Ann'm kaşları çatılmıştı.
«Spor pavyonunda ne yapıyordun?»
Alan, biraz şaşırdı. «Amma da fesat kadın,» diye düşündü. «Her şeyden şüphe ediyor.»
Sonra oldukça küstah bir tavırla cevap verdi, «Pavyona bir bakayım, dedim. Bu da kabahat mı yani?»
«Senin işine bakman daha doğru olmaz mı?»
«Tenis kortunun etrafındaki teli takıyordum. İşim bitti sayılır.» Dönerek arkadaki binaya baktı. «Bu pavyon yeni değil mi? Bir hayli para gitmiş olacak. Buradaki genç Lady'- ler için her şeyin iyisi lâzım.»
Ann, istihzayla mırıldandı. «Tabiî parasını veriyorlar.»
Alan, başını salladı. «Öyle. Duyduğuma göre kızların ailelerini âdeta soyuyorlarmış.»
Nedense bu genç kadını kızdırmak, sinirlendirmek veya incitmek istiyordu. Bunun sebebini kendisi de bilmiyordu. Ann Shapland, daima sakin ve soğukkanlıydı. Kendinden emindi o. Genç kadını hiddetlendirmek Alan'm hakikaten hoşuna gidecekti.
Fakat bu zevki tatamadı. Arın, sadece, «Şu teli tak,» diyerek tekrar mektebe doğru yürüdü. Yarı yolda yavaşlıyarak arkasına bir göz attı.
Alan, teli takmakla meşguldü.
Arın Shapland, hayretle bir ona baktı, bir Spor pavyonuna...
8. Cinayet
Karakoldaki gece nöbetçisi Komiser muavini Green, sıkıntıyla esnedi. Sonra da doğruldu. Telefon çalıyordu. Uzanarak ahizeyi kaldırdı. Bir iki dakika sonra tavrı tamamiyle değişmişti. Sür'atle not alıyordu.
«Alo? Meadowbank? Evet—adı? Lütfen harfleri tek tek söyleyin. S-P-R-î-N-G-gazetenin 'G' si gibi mi?—E—R. Springer. Evet. Lütfen kimse bir şeye dokunmasın. Biraz; sonra alâkalı memurlar orada olacak.»
Sonra sür'atle ve metodik bir şekilde lüzumlu şeyleri yaptı.
Daha sonra Müfettiş Kelsey'de, «Meadowbank?» diyordu. «Bu kızlar mektebi değil mi? Öldürülen kim? Ya...» Kelsey, düşünceli düşünceli mırıldandı. «Bir Beden terbiyesi öğretmeninin ölümü... İstasyonlarda satılan polis romanlarının, adına benziyor bu.»
Komiser muavini, «Onu kim Öldürmüş olabilir,» dedi. «Bu acaip bir cinayet.»
Müfettiş Kelsey, «Beden terbiyesi öğretmenlerinin de sevgilileri olabilir,» diye cevap verdi. «Kadın nerede öldürülmüş?»
«Spor pavyonunda. Jimnastikhanenin kibar ismi bu olmalı.»
Kelsey, gülümsedi. «Her halde. Bir Beden terbiyesi öğretmeninin jimnastikhanede katledilmesi. Pek atletik bir cinayete benziyor bu? Kadın vurulmuş mu, dedin?»
«Evet.»
«Tabancayı bulmuşlar mı?»
«Hayır.»
Müfettiş Kelsey, kaşlarım kaldırdı. «Çok enteresan.»
Adamları hazırdı. Onları alarak, vazifesini yapmak üzere yola çıktı.
II
Meadowbank'in ön kapısı açıktı, buradan dışarıya ışık taşıyordu. Müfettiş Kelsey'i Miss Bulstrode karşıladı. Herkes gibi Kelsey de Müdireyi şahsen tanıyordu. Miss Bulstrode o kargaşalıkta bile her zamanki gibiydi. O kritik anda yine vaziyete hâkimdi. Soğukkanlılığını kaybetmemişti.
Adam, «Ben Kelsey'im madam,» dedi. «Müfettiş Kelsey.»
«Evvelâ ne yapmak istersiniz, Müfettiş Kelsey? Spor pavyonuna mı gideceksiniz? Yoksa hâdiseyi teferruatiyle dinlemeği mi tercih edeceksiniz?»
Kelsey, «Doktor da benimle geldi,» diye cevap verdi. «Biri onunla iki yardımcısına cesedin nerede olduğunu gösterebilir mi? Ben kabilse biraz sizinle konuşmak istiyorum.»
«Hay hay, Lütfen benimle oturma odasına gelin. Miss Rowan doktorla diğer memurları Spor pavyonuna götürür müsünüz?» Kelsey'e döndü. «Yardımcılarımdan biri kimse nin bir şeye dokunmaması için orada bekliyor...»
«Teşekkür ederim, madam.»
Kelsey, Miss Bulstrode'un peşi sıra oturma odasına girdi. «Cesedi kim buldu?»
«tdare memurumuz Miss Johnson. Kızlardan birinin kulağı ağrıyordu... Miss Johnson kendisiyle meşgul olmuş. O arada perdelerin sıkıca kapatılmamış olduğunu görmüş. Perdeyi çekmek için uzanırken Spor pavyonunda ışık yandığım farketmiş.» Müdire, istihzayla ilâve etti. «Gecenin birinde Spor pavyonunda ışık olmaması lâzımdı tabiî.»
Kelsey, başını salladı. «Tabiî. Miss Johnson, şimdi nerede?»
«Burada. Kendisini görmek istiyor musunuz?»
«Evet. Biraz sonra. Devam edin, Madam.»
Miss Johnson koşup yardımcılarımdan birini yani Miss Chadwick'i uyandırmış. Gidip, meseleyi tahkik etmeğe karar vermişler. Yan kapıdan çıkarken bir silâh sesi duymuş ve kabil olduğu kadar da hızla Spor pavyonuna doğru koşmuşlar. Oraya gidince--»
Müfettiş, onun sözünü kesti. «Teşekkür ederim, Miss Bulstrode. Eğer söylediğiniz gibi Miss Johnson buradaysa ondan sonra olanları kendisinden dinlerim. Fakat evvelâ belki bana öldürülen kadm hakkında malûmat verirsiniz.»
«Adı Grace Springer'di.»
«Uzun zamandanberi mi buradaydı?»
«Hayır, Meadowbank'e bu sömestr geldi. Bundan evvelki Beden terbiyesi öğretmeni Avustralya'ya yerleşmek için mektepten ayrıldı.»
«Bu Miss Springer hakkında ne biliyorsunuz?»
Miss Bulstrode, kısaca cevap verdi. «Referansları fevkalâdeydi.»
«Kendisini daha evvelden tanıyor muydunuz?»
«Tanımıyordum.»
«Bu felâkete neyin sebep olduğu hakkında en ufak bir fikriniz yok mu? Bedbaht mıydı? Bazı tehlikeli alâkaları var mıydı?»
Miss Bulstrode, başım salladı. «Böyle bir şeyden haberim yok...» Kısa bir sessizlikten sonra ilâve etti: «Buna pek ihtimal vermiyorum. Miss Springer o tip bir kadın değildi.»
Müfettiş Kelsey, usulca mırıldandı. «Bu hususta öyle şaşılacak şeyler oluyor ki...»
«Miss Johnson'u çağırayım mı?»
«Lütfen... Onu dinledikten sonra Jimnastikhane—veya—adı neydi oranın?—eve—Spor pavyonuna gideceğim.»
Miss Bulstrode, «Orası bu sene yapıldı,» dedi. «Spor pavyonu, yüzme havuzunun yanında. İçerde kapalı oyun sahaları var. Raketler, Hokey sopaları ve diğer takımlar orada duruyor. Ayrıca mayoların kurulması için de bir yer yaptırdı.»-
Miss Springer'in gece Spor pavyonuna gitmesi için bir sebep var mıydı?»
Miss Bulstrode, kat'î bir tavırla cevap verdi: «Yoktu.»
«Pekâlâ, Miss Bulstrode. Artık Miss Johnson'la konuşabilirim.»
Müdire odadan çıktı. Tekrar döndüğü zaman yanında İdare memuru vardı. Miss Elspeth Johnson'a cesedi bulduktan sonra kendisine gelebilmesi için bir hayli konyak içirmiş- lerdi. Bu yüzden kadıncağız biraz gevezeleşmişti.
Miss Bulstrode, «İşte bu Müfettiş Kelsey,» dedi. «Kendini topla, Elspeth ve Müfettişe olanları anlat.»
Miss Johnson, inledi. «Korkunç bir şey bu. Hakikaten korkunç. Şimdiye kadar başıma böyle bir şey gelmedi. Hiç bir zaman! Buna inanamazdım! Aslâ inanamazdım! Üstelik öldürülen Miss Springer!»
Müfettiş Kelsey, anlayışlı bir adamdı. Bir söz alâkasını çektiği veya tuhafına gittiği zaman alelâde sualler sormaktan vaz geçer, bu meseleyle meşgul olurdu.
«Öldürülen Miss Springer olması çok garibinize gitti değil mi?»
«Evet, hakikaten öyle, Müfettiş bey. O- o- ne bileyim— sert bir kadındı. Güçlü kuvvetliydi. Bir hırsızı—hattâ iki hırsızı tek başına yakalayabileceğine inanırdınız.»
«Hırsızları mı? Hım... Peki, Spor Pavyonunda çalınacak bir şey var mı?»
«Aslında yok. Yani hırsızların neye tamah ettiklerini anlıyamadım. Pavyonda mayolar ve diğer spor eşyaları duruyor.»
Kelsey, başını salladı. «Alelâde bir hırsızın usulca çalabileceği şeyler... Fakat her halde bunlar kapıyı kırıp içeri girmeğe değmezdi. Sahi, kilit kırılmış mıydı?»
Miss Elspeth Johnson, mırıldandı. «Şey—doğrusu bakmak aklıma gelmedi. Yani—oraya gittiğimiz zaman kapı açıktı ve—»
Miss Bulstrode söze karıştı. «Kapı veya kilit kırılmamış.»
Kelsey, «Ya,» dedi. «Demek kapı anahtarla açılmış.» Bir ay durdu, sonra «Miss Springer sevilen bir insan mıydı?» diye sordu.
«Şey—doğrusu buna cevap veremiyeceğim. Neticede zavallı öldürüldü.»
Kelsey, vaziyeti anlamıştı. Miss Johnson'un ince hislerine aldırmadı. «Demek kendisinden pek hoşlanmazdınız?»
Miss Johnson, «Kimsenin hoşlanacağı bir insan değildi o.» diye cevap verdi. «Gayet ukalaydı, her şeyi bildiğini iddia ederdi. Başkalarım açık açık tenkit etmekten kaçmmazdı. İşinin ehliydi. Vazifesini çok ciddiye alırdı diyebilirim... Öy< le değil mi, Miss Bulstrode?»
Müdire tasdik etti: «Hakikaten öyle.»
Kelsey bu mevzuu bırakarak, tekrar esas meseleye döndü. «Şimdi Miss Johnson, lütfen bana olanları anlatır mısı nız?»
«Talebelerimizden birinin kulağı rahatsızdı. Bu gece müthiş bir ağrıyla uykudan uyanmış. Bana geldi. Bende bazı ilâçlar var tabiî. Onu tekrar yatırdığım zaman perdelerin uçuştuğunu gördüm. 'Bu gece penceresi kapalı yatarsa belki daha iyi olur,' diye düşündüm. Zira rüzgâr o taraftan esiyordu. Tabiî kızlar daima pencereleri açık uyurlar. Bazan yabancı talebelerle münakaşa ediyoruz ama ben ısrarla—»
Miss Bulstrode, onun sözünü kesti. «Bu şimdi o kadar mühim değil. Sağlık kaidelerimizin Müfettiş Kelsey'i alâkadar edeceğini hiç sanmıyorum.»
Miss Johnson, telâşla, «Evet, evet,» dedi. «Tabiî... Evet, dediğim gibi pencereyi kapamağa gittim ve o zaman Spor pavyonunda ışık olduğunu gördüm. Çok şaştım tabiî. Işık iyice gözüküyordu. Yanılmış olmam imkânsızdı. İçerde dolaşıyor gibiydi.»
«Yani pavyonun ışıkları yakılmamıştı, fakat içerde biri el fenerivle dolasıvordu. övle mi?»
«Evet, evet, her halde el feneriydi bu, Hemen, 'Yarab- bi' dedim. 'Gecenin bu saatinde ne işleri var?" Acaba oraya giden kim?' Tabiî o sırada aklıma hırsızlar gelmedi. Demin de söylediğim gibi pek garip bir şey olurdu bu.»
Kelsey, sordu. «O halde aklınıza ne geldi?»
Miss Johnson, Miss Bulstrode'a bir göz attı, sonra tekrar Müfettişe döndü: «Şey... Doğrusu ne düşündüğümü pek bilmiyorum. Yani—şey~o anda aklıma bir şey—»
Miss Bulstrode, sözünü kesti. «Müfettiş Kelsey, zannedersem Miss Johnson bir talebenin pavyona biriyle buluşmağa gittiğini düşündü. Öyle değil mi? Elspeth?»
Miss Johnson, irkildi. «A... Şey.,. Bir an öyle bir şey düşündüm. Meselâ İtalyan kızlarından biri oraya gitmiş olabilirdi. Yabancılar, İngiliz kızlarından daha erken gelişiyor...»
Miss Bulstrode, mırıldandı. «Tarafgirlik etme. Bir çok İngiliz kızının olmıyacak kimselerle buluşmağa kalktıklarını gördük. Onun için böyle bir şeyin aklına gelmiş olması gayet normal. Her halde aynı şeyi ben de düşünürdüm.»
Müfettiş Kelsey, başım salladı. «Devam edin, Miss Johnson.»
Miss Johnson, «Miss Chadwick'i uyandırmağa karar verdim,» dedi. «Ondan benimle gelmesini istiyecektim. Birlikte gidip ne olduğuna bakardık...»
Müfettiş Kelsey, sordu. «Neden aklınıza Miss Chadwick geldi? Bu öğretmeni seçmenizin belli bir sebebi var mı?»
Miss Johnson, «Miss Bulstrode'u rahatsız etmek istemezdim,» diye cevap verdi. «Başımız sıkıştığı, fakat Miss Bulstrode'u da rahatsız etmek istemediğimiz zaman daima Miss Chadwick'e koşarız. Korkarım bu bir âdet halini aldı artık. Miss Chadwick senelerdir bu mektepte. Çok tecrübeli bir öğretmen o.»
Kelsey, «Anlıyorum,» dedi. «Miss Chadwick'e gidip, kendisini uyandırdınız. Öyle mi?»
«Evet. O da benim fikrime iştirâk etti. Yâni hemen pavyona gidip bakmamızın doğru olacağını söyledi. Fakat durup giyinecek vaktimiz yoktu. Onun için sırtımıza kazaklarımızı geçirip, üstüne de paltolarımızı aldık. Usulca yan kapıdan bahçe yoluna çıktık. Tam o sırada Spor pavyonundan silâh sesi aksetti. Yolda elimizden geldiği kadar hızla koşmağa başladık. Nedense aptallık etmiş, el feneri almamıştık. Bastığımız yeri göremiyorduk. Bir iki defa takılıp sendeledik ama pavyona çabucak gittik. Kapı açıktı. Elektriği yaktık ve—»
Kelsey, atıldı: «O halde pavyona gittiğiniz zaman artık içeride ışık yoktu. Yani—ne elektrik yanıyordu, ne de el feneri.»
«öyle. îçeri zifiri karanlıktı. Işığı yaktık. Miss Springer odadaydı. Zavallı—»
Baş Müfettiş, müşfik bir tavırla, «Cesedin vaziyetini anlatmanız şart değil,» diye mırıldandı. «Ben nasıl olsa şimdi oraya gideceğim. Vaziyeti de görürüm. Yolda kimseyle karşılaştınız mı?»
«Hayır.»
«Veya birinin koşarak kaçtığını duydunuz mu?»
«Hayır. Hiç bir şey duymadık.»
Kelsey, Miss Blustrode'a döndü. «Mektepten kimse silâh sesini duymuş mu?»
Müdire, başını salladı. «Hayır. Böyle bir şeyden haberim yok. Kimse çıkıp, silâh sesi duyduğunu söylemedi. Spor pavyonu buradan oldukça uzakta. Silâh sesinin kolay kolay ışi- tilebileceğini sanmıyorum.»
«Belki pavyon tarafına düşen odalarda yatanlar tabanca sesini duymuşlardır?»
«Zannetmem. Bunu işitmek için böyle bir şeyi bekle- mek, etrafı dinlemek lâzım. Pavyonda ateş edildiği zaman, buradakilerin silâh sesinden uyanacaklarım sanmıyorum.»
Müfettiş Kelsey, «Yardımınıza teşekkür ederim,» dedi. «Ben artık Spor pavyonuna gideyim.»
Miss Bulstrode, doğruldu. «Ben de sizinle geleceğim.»
Miss Johnson. «Benim gelmemi de istiyor musunuz?» diye sordu. «Arzu ediyorsanız .-gelirim, ■ Yani—-hasanın hakikatlerden kaçması hiç doğru olmaz. Öyle değil mi? Bence hâdiseleri olduğu gibi karşılamak ve—»
Müfettiş Kelsey, gülümsedi. «Teşekkür ederim, Miss Johnson. Fakat gelmenize lüzum yok. Sizi daha fazla üzmek istemem.»
Miss Johnson inledi. «Ne korkunç, şey bu! Ondan hiç hoşlanmadığımı hatırladıkça daha da fena oluyorum. Hattâ daha dün gece öğıetmenler odasında onunla münakaşa ettik. Ben, fazla jimnastiğin bazı kızlara—fazla zayıf nahif olanlara pek iyi gelmediğini iddia ettim. Miss Springer. 'Saçma,' dedi. 'Asıl onların beden hareketlerine ihtiyacı var. Adeleleri bu sayede gelişir. Bambaşka insan olurlar!' Tabiî tepem attı. 'Sız, her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ama, dünyadan haberiniz yok,' diye cevap verdim. Neticede ben aslında hastabakıcıyım. Hastalık ve zafiyeti Miss Springer'den daha iyi bilirim. Tabiî o da mükemmel bir tenis öğretmeni. îşini,--trapezleri, traplen'leri çok iyi biliyor—yani—bilirdi. Yarabbi! Şimdi olanları düşünüyorum da, 'Keşke bunları ona söylemeseydim,' diyorum. Hoş, belki de herkes böyle korkunç bir hâdiseden sonra benim gibi düşünür. Fakat—kendimi çok kabahatli buluyorum.»
Miss Bulstrode, onun kanapeye doğru götürdü. «Üzülme. .. Şimdi şuraya otur bakalım. Otur ve biraz dinlenmene bak. O basit münakaşalara da aldırma. Eğer her hususta aynı fikirde olsaydık, dünya yaşanamıyacak bir hale girer,— hayat pek sıkıcı olurdu.»
Miss Johnson, inatla başım sallıyarak oturdu. Sonra esnedi. Miss Bulstrode Kelsey'in peşinden hole çıktı.
Özür diler gibi, «Ona bir hayli konyak içirdim,» diye mırıldandı. «Bu yüzden biraz gevezeleşti. Fakat aklının karıştığını pek sanmıyorum. Siz ne dersiniz?»
Kelsey, cevap verdi. «Aklı karışmamış. Bilâkis, olanları gayet güzel anlattı.»
Miss Blustrode, Müfettişi yan kapıya götürdü.
Bu kapı
ru Sp«r:p^yonıma giden yolaaçılır.^ ^ ^ di
bir yer...»
Dss Bulstrode, «Bize bir hayli pahalıya mal oldu,» diye
verdi. Sonra da sakin sakin ilâve etti: «Ama bu masrafı
»ya giriliyordu.
rın isimleri vardı. Bir
koymak için rın ve giyinme
bir an
bitirmişti. Parmak izi dırarak, «Ortadan yürüyebilirsiniz, efendim,» dedi.
doğru gitti. Adam çabucak başım kaldırdı.
— «Bir-bir buçuk metre mesafeden vurulmuş. Kurşun girmiş. Derhal öldüğü muhakkak.» «Ya? Ne zaman ölmüş kadın?»
«nen bir saat önce.»
sallıyarak döndü ve duvarın önünde iri bir
çoban köpeği gibi ciddiyetle bekleyen Miss Chadwick'e baktı. Bu uzun boylu kadım çabucak süzdü. «Elli beş da... Geniş alınlı. İnatçı ifadeli bir ağzı, dağınık, kır
pek aldırmıyorlar ama çetin anlarda güvenilecek bir Chadwick?» dedi.
— «Miss Johnsonla buraya geldiniz ve cesedi buldunuz, değil mi?»
«Evet. Miss Springer bu vaziyetteydi: ölmüştü.»
«Saat kaçtı?»
«Miss Johnson beni kaldırdığı zaman saate bakmıştım. Bire on vardı.»
Kelsey, başım salladı. Bu Miss Johnson'un. söylediğine uyuyordu. Düşünceli bir tavırla cesede baktı. Kadının parlak, kırmızı sacları kısa kesilmişti. Çilli bir yüzü, kuvvetli, çıkık bir çenesi, zayıf, atletik bir vücudu vardı. Arkasına koyu renkli kaim bir kazak ve tvid etek giymişti. Çorapsız ayaklarına da yürüyüş ayakkabılarını geçirmişti.
Kelsey, sordu. «Silâhtan ne haber?»
Adamlarından biri başım salladı. .«Maalesef tabancayı bulamadık.»
«Ya el feneri?»
«Şu köşede bir el feneri bulduk.»
«Üzerinde parmak izi var mı?»
«Evet, ölen, kadının.»
Kelsey, düşünceli düşünceli, «Demek el feneriyle dolaşan oydu,» diye mırıldandı. «Buraya fenerle geldi. Ama neden?» Bunu hem kendisine ve adamlarına, hem de Miss Bulstrode'- la Miss Chadwick'e soruyordu. Nihayet dikkatini Miss Chad- wick'e verdi. «Bu hususta bir fikriniz var mı?»
Kadın başını salladı. «Hayır, hiç bir fikrim yok. Bugün— öğleden sonra veya akşam—burada bir şey unutmuş ve onu almağa gelmiş olabilir. Fakat bu da pek aikla yakın bir ihtimal değil. Her halde gece yarısı bunun için kalkıp buralara gelmezdi.»
Kelsey, «Bu yüzden geldiyse,» diye mırıldandı. «O zaman burada çok mühim bir şey bırakmış olması lâzım.»
Etrafına bakındı. Köşede sehpa gibi yerde duran raketler hariç, her şey yerli yerindeydi. Sehpa galiiba şiddetle öne doğru çekilmişti. Raketlerden birkaçı yere düşmüştü.
Miss Chadwick, «Tabiî, Miss Springer burada ışık görmüş olabilir,» dedi. «Sonradan Miss Johnson'un gördüğü gibi Merak etmiş ve meseleyi tahkike gelmiştir. Bence en makul ihtimal bu.»
Kelsey, mırıldandı. «Haklısınız. O zaman da bir mesele var. Miss Spriger, buraya yalnız başına gelir miydi?»
Miss Ciıadvrick, tereddüt etmeden cevap verdi. «Evet.»
Kelsey, kadına hatırlattı. «Fakat Miss Johnson, gelip sizi kaldırmış.»
Miss Chadwick içini çekti. «Biliyorum.. Eğer ışığı gör- seydim ben de aynı şeyi yapardım. Yani ya Miss Bulstrode'u ya da Miss Vansittart'ı uyandırırdım. Fakat Miss Springer bu şekilde hareket edecek bir insan değildi. Kendine çok güveniyordu o. Her halde, gece ziyaretçisinin karşısına tek başına çıkmağı da tercih etti.»
Müfettiş, «Bir şey daha vaı,» dedi. «Siz Miss Johnson'la yan kapıdan çıkmışsınız. O kapı kitli miydi?»
«Hayır.»
«Kapıyı Miss Springer mi açık bırakmıştı?»
Chadwick, «En akla yakın ihtimal bu,» diye cevap verdi.
Kelsey, mırıldandı. «Buna göre şöyle bir faraziye kuracağız. Miss Springer burada, jimnastikhanede—veya sizin tâbirinizle, Spor pavyonunda bir ışık gördü. Bunu tahkik için buraya geldi. İçerdeki şahıs kimse, onu vurdu.» Birdenbire hareketsiz duran Miss Bulstrode'a döndü. «Siz ne dersiniz? Bu mümkün mü?»
Yüksek sesle: «Fakat,» dedi. «Zaman zaman değişiklik yapmak şart, öyle değil mi? Yani—değişen hayat şartlarına ve fikirlere uymak lâzım.»
Miss Vansittart, «Orası öyle,» diye cevap verdi. «İnsanın zamana uyması şart. Fakat Meadowbank senin mektebin, Ho- noria. Onu bu hale sen getirdin. Senin koyduğun kaideler de mektebin ruhu sayılır. Artık anane halini aldı bunlar. Anane de mühim değil mi?»
Miss Bulstrode, cevap vermedi. Geri alamıyacağı bir şeyi söylemek üzereydi. Neredeyse Miss Vansittart'a ortaklık teklif edecekti. Eleanor Vansittart da her zamanki nazik tavrıyla, sanki bunun farkında değilmiş gibi davranıyordu. Fakat muhakkak ki beklediği teklifin yapılmak üzere olduğunu o da hissetmişti. Miss Bulstrode, konuşmasına neyin mâni olduğunu bilmiyordu. Neden kat'î sözü söylemiyordu? Üzüntüyle^ «Her halde,» diye düşündü. «Bunun sebebi mektebin idaresini vermeği istememem... Tabiî—aslında gizli gizli burada kalmağı, mektebimi idare etmeği arzu ediyorum... Fakat--? yerime Eleanor'dan daha iyi birini bulamam. Bu mevkie lâyık o. Güvenilecek, inanılacak bir insan.., Sevgili Chaddy'cık de öyledir ya. İtimat edilecek bir arkadaştır!» Fakat Chaddy mühim bir mektebin müdiresi olmazdı. İnsan bunu tahayyül bile edemiyordu.
Miss Bulstrode, kendi kendine sordu. «Ne istiyorum ben? Nedir bu halim? Şimdiye kadar kusurlarımın arasında karar* sizlik denen şey yoktu!»
Uzaktan bir zil sesi aksetti.
Miss Vansittart, döndü: «Almanca dersim var. Hemen gitmeli,» Hızla, fakat yine de vakur bir tavırla mektebe doğ ru yürüdü. Onun peşinden ağır ağır ilerliyen Miss Bulstrode az kalsın yan yollardan birinden telâşla fırlayan Eileen Rich'- le çarpışıyordu.
«Ah, affedersiniz Miss Bulstrode, sizi görmedim.» Saçları yine o biçimsiz topuzundan çıkmıştı. Müdire bu acaip, heyecanlı, dikkati çeken genç kadının çirkin, fakat enteresan yüzüne merakla baktı.
«Dersin mi var?»
«Evet. İngilizce—»
Miss Bulstrode, gülümsedi. «Öğretmek hoşuna gidiyor değil mi?»
«Bu mesleğe âşığım. Dünyada bundan daha alâka çekici, daha fevkalâde bir şey olamaz.»
«Neden böyle düşünüyorsun?»
Eileen Rich birdenbire durakladı. Parmaklarını saçlarının arasına soktu. Düşünceye dalmış ve kaşları da çatılmıştı.
«Çok enteresan... Bu meseleyi uzun uzun düşündüğümü pek sanmıyorum. İnsan neden öğretmekten hoşlanır? Bunun sebebi, kıymetli ve mühim bir insan olduğunuzu düşünmeniz midir? Hayır, hayır... Bu kadar kötü bir sebep olamaz. Hayır, bence bu balıkçılık gibi bir şey. Ne yakalıyaca- ğınızı bilr~ • :niz. Mühim olan aldığınız cevaptır. Beklediğiniz olunca çok heyecanlanırsınız! Harikulâde bir şeydir bu. Ama her zaman olmaz.»
Miss Bulstrode, tasdik makamında başım salladı. Haklıydı. Yanılmamıştı! Eileen Rich kıymetli bir insandı.
«Her halde giinün birinde kendi mektebini idare edersin, Eileen.»
Eileen Rich, haykırdı. «Ah, İnşallah! İnşallah! Dünyada en çok bunu isterim.»
«Bir mektebin idare edilmesi hakkında bazı fikirlerin var tabiî.»
Eileen Rich, «Her halde herkesin vardır,» diye cevap verdi. «Bunların çoğu akla sığacak şeyler değil. Galiba tatbik edildikleri zaman da iyi netice vermiyecekler. İşin tehlikeli tarafı da bu. Ama insan yine de fikirlerini denemelidir. Ben her şeyi tecrübeyle öğrenebilirim... İşin kötüsü insan başkalarının tecrübelerinden faydalanamıyor.»
Müdire, «Tam mânasiyle faydalanamıyor,» diye mırıldandı. «Hayat bu. Herkes kendi hatasından ders alır.»
Eileen Rich, «Evet, hayat bu,» dedi. «Onun için de zarar yok. İnsan hata yapar, sonra da kendisini toplıyarak yeniden başlar.» Yumruklarım sıkmış, yüzünde son derecede ciddî, hattâ haşin bir ifade belirmişti. Sonra çehresinin hatları neşeyle yumuşadı. «Fakat mektebiniz mahvolursa, her şeyi yeniden başlıyamazsınız değil mi?»
Miss Bulstrode, sordu: «Eğer Meadowbank gibi bir mektebi idare etseydin, değişiklikler yapar,—bazı fikirlerini de- neı miydin?»
Eileen Rich, mahcup olmuştu. «Bunu—bunu cevaplandırmak biraz güç.»
Miss Bulstrode, güldü. «Demek ki değişiklikler yapacaksın? Düşündüklerini söylemekten kaçınma, yavrum.»
Eileen Rich, içini çekti. «İnsan daima kendi fikirlerini tatbik etmeği ister her halde. Tabiî bunların başarılı olacağını iddia edemem. Olmıyabilir de...»
Fakat bu .tehlikeyi göze almağa değer. Öyle' değil
mi?»
Eileen Rich, «Her şey tehlikeyi göze almağa değer», diye cevap verdi. «Yani—tamamiyle inandığınız hususlarda demek istiyorum.»
Miss Bulstrode, gülümsedi. «Demek tehlikeli bir hayat sürmeğe itirazın yok... Anlıyorum...»
«Bana kalırsa ben daima tehlikeli bir hayat sürdüm.» Genç kadının yüzünde bir gölge uçuştu. «Artık gitmem lâzım. Çocuklar bekliyordur.» Telâşla uzaklaştı.
Miss Bulstrode, onun arkasından uzun uzun baktı. Kendisini arayan Miss Chadwick yanma geldiği zaman Müdire hâlâ hareketsiz duruyordu.
«Hah, neyse. Demek buradaydın? Aramadığım yer kalmadı. Profesör Anderson telefon etti. Kızım bu hafta sonu alıp alamıyacağım öğrenmek istiyor. 'Talebelerin sömestr başında, hafta sonuna çıkmadığını, bunun yasak olduğunu biliyorum,' dedi. 'Fakat pek yakında seyahate çıkacağım.' Gideceği yeri de söyledi tabiî. Azur Basin gibi bir şey.»
Miss Bulstrode, dalgın dalgın, «Azerbaycan,» dedi. Daldığı düşüncelerden hâlâ uyanamamıştı.
Kendi kendine: «Fazla tecrübesi yok,» diye mırıldandı. «İşte bu tehlikeli. Ne dedin Caddy?»
Miss Chadwick, sözlerini tekrarladı.
«Ann Shapland'a Profesör kendisini arayacağımızı söylemesini tembih ettim. Sonra da onu seni aramağa yolladım.»
Miss Bulstrode, içini çekti. «Profesör kızını alabileceğini söyle. Bunun istisnaî bir vaziyet olduğunu tekdir ediyorum...»
Miss Chadwick onu dikkatle süzdü.
«Sen bir şeye üzülüyorsun Honoria.»
«öyle... Ne düşündüğümü kendim de bilmiyorum. Bu benim için korkunç bir şey—bu yüzden çok üzülüyorum— ama Meadovvbank'i bu hususta fazla tecrübesi olmıyan birine devretmek haksızlık...»
«Şu işten çekilme fikrini kafandan atsan. Sen buraya aitsin. Meadowbank'in sana ihtiyacı var.»
«Meadowbank senin için çok mühim değil mi, Chaddy?»
Miss Chadwick, «İngiltere'de Meadowbank gibi bir mektep daha yok,» diye cevap verdi. «Sen ve ben, bu mektebi kurduğumuz için iftihar etmeliyiz.»
Miss Bulstrode, kolunu sevgiyle arkadaşının omuzuna attı. «Hakikaten öyle, Chaddy. Sana gelince... Bana herkesten yakınsın. Meadowbank'le alâkalı her şeyi biliyorsun. Mektebi benim kadar seviyorsun. Bu da az şey değil...»
Miss Chadwick, memnuniyetinden kıpkırmızı kesildi. Honoria Bulstrode her zaman bu kadar samimî konuşmazdı.
II
«Bu Allahın belâsı şeyle oynıyamıyacağım. Berbat halde bu S»
Jennifer, ümitsizlikle raketini yere fırlattı.
«Ah Jennifer, o kadar titizsin ki.»
«Müvazenesi bozuk bunun.» Jennifer, raketi tekrar alarak şöyle bir salladı. «Evet, müvazenesi bozuk.»
«Benim eski süpürgeden daha iyi.» Julia kendi raketine bakıyordu. «Halis süpürge. Şu tellere bak. Çıkan sesi duyuyor musun?» Raketin tellerini çekiştirdi. «Bunu tamir ettirecektik ama annem unuttu.»
«Ne olursa olsun yine de benimkinden iyi.» Jennifer, arkadaşının raketini alarak sağa sola salladı.
«Doğrusu senin raketini tercih ederim. Hiç olmazsa o zaman topa vurabilirim. Eğer istersen raketleri değişelim.»
«Olur değişelim.»
İki arkadaş raketlerinin sapma takılmış olan küçük plâs- ter etiketleri çıkardılar. Bunların üzerlerinde isimler yazılıydı. Etiketleri, dikkatle yeni aldıkları raketlere yapıştırdılar. Böylece değiş tokuş tamamlanmış oldu.»
Julia, «Raketleri bir daha değişmem,» diye ihtar etti «Onun için bana gelip süpürgeden memnun kalmadığını söylemeğe kalkma.»
III
Alan, tenis kortunun etrafındaki teli yerine takarken neşeyle ıslık çalıyordu. Spor pavyonunun kapısı açılarak bir fa reye benziyen Fransızca öğretmeni Matmazel Blanche usulca dışarı baktı. Alan'ı görünce hayretle irkildi. Bir an tereddüt etti, sonra tekrar içeri girdi.
Alan, kendi kendine: «Acaba ne iş kaııştırıyordu?» diye sordu. Kadın öyle acaip bir tavır takınmamış olsaydı, ondan şüphe etmek aklına bile gelmiyecekti. Matmazel Blanche, pek suçlu suçlu bakmış, onun üzerine Alan da meraklanmıştı. Nihayet kadın tekrar dışarı çıkarak kapıyı arkasından kapadı.
Alan'm yanından geçerken de duraklıyarak genç adamla konuşmağa başladı.
—- «Ah, demek teli tamir ediyorsun?»
«Evet, Miss»
«Tenis kortları çok güzel. Yüzme havuzu ve pavyon da öyle. Oh! Le Sport! Siz İngilizler spora çok ehemmiyet verirsiniz değil mi?»
«Şey—galiba öyle, Miss.»
«Sen de tenis oynuyor musun?» Matmazel Blanche, tam kadınca bir tavırla onu tepeden tırnağa kadar süzdü. Israrlı bakışlarında hafif bir davet de vardı. Alan, yine şaşırmıştı. Matmazel Blanche, Meadowbank'e göre bir Fransızca öğretmeni değildi galiba.
Sonra da mecburen yalan söyledi. «Hayır tenis hiç oynamam. Zira vaktim yok.»
«O halde kriket oynuyorsun?»
«O! Kriket çocukken oynadım. Çok kimse küçükken kriket oynar.»
Angele Blanche, «Evvelce vaktim yoktu, etrafı dolaşamadım,» dedi. «Neyse bugün elime fırsat geçti. Hava da çok güzeldi. Spor pavyonunu gezmeğe karar verdim. Fransa'da mektebi olan bir arkadaşıma mektup yazıp gördüklerimi anlatacağım.»
Alan, yine düşündü. Kadın lüzumsuz yere kendisine izahat veriyordu. Galiba Matmazel Blanche Spor pavyonuna normal sebeplerle girmiş olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Fakat buna ne lüzum vardı? Kadın mektepte istediği yere gideı, istediği yere girerdi. Bahçıvan yamağından özür dilemesi için hiç bir sebep yoktu. Alan'm şüpheleri yeniden uyandı. «Bu genç kadın Spor pavyonunda ne yapıyordu acaba?»
Alan, düşünceli nazarlarla Matmazel Blanche'a baktı. Onun hakkında bir şeyler öğrenmesi daha iyi olacaktı galiba. Genç adamın tavırları yavaş yavaş, belirsiz bir şekilde değişti. Yine hürmetkârdı ama eskisi kadar değil... Gözleriyle Matmazel Blanche'a onu çok cazip bulduğunu anlattı.
«Her halde kızlar mektebinde çalışmak size zaman zaman sıkıcı geliyor, Miss.»
«Bu işi pek eğlenceli bulduğum söylenemez.»
Alan, mırıldandı. «Fakat—muhakkak size arada sırada izin veriyorlar. Öyle değil mi?»
Kısa bir sessizlik oldu. Kadın kendi kendisiyle mücadele ediyordu galiba. Sonra, istemiye istemiye, genç adamla aralarındaki mesafeyi açtı.
«Evet, evet. İzin bol. Yeter de artar bile. Meadwov- bank'in şartlan fevkalâde zaten.» Başıyla hafif bir selâm verdi. «Allahaısmarladık.» Mektebe doğru yürüdü.
Alan, kendi kendine: «Senin Spor pavyonunda bir iş karıştırmış olduğun belli, kızım,» dedi.
Matmazel Blanche, gözden kayboluncaya kadar bekledi, Sonra da işini bırakarak Spor pavyonuna gitti. İçeri girerek etrafına baktı. Fakat görünürde bir şey yoktu.
Alan, «Olsun,» diye mırıldandı. «Kadının bir şeyler yap- tığı muhakkak.»
Tam dışarı çıkarken birdenbire Ann Shapland'la burun buruna geldi.
Genç kadın: «Miss Blustrode nerede, biliyor musun?» diye sordu.
«Zannedersem mektebe döndü, Miss. Biraz evvel Briggs'le konuştu.»
Ann'm kaşları çatılmıştı.
«Spor pavyonunda ne yapıyordun?»
Alan, biraz şaşırdı. «Amma da fesat kadın,» diye düşündü. «Her şeyden şüphe ediyor.»
Sonra oldukça küstah bir tavırla cevap verdi, «Pavyona bir bakayım, dedim. Bu da kabahat mı yani?»
«Senin işine bakman daha doğru olmaz mı?»
«Tenis kortunun etrafındaki teli takıyordum. İşim bitti sayılır.» Dönerek arkadaki binaya baktı. «Bu pavyon yeni değil mi? Bir hayli para gitmiş olacak. Buradaki genç Lady'- ler için her şeyin iyisi lâzım.»
Ann, istihzayla mırıldandı. «Tabiî parasını veriyorlar.»
Alan, başını salladı. «Öyle. Duyduğuma göre kızların ailelerini âdeta soyuyorlarmış.»
Nedense bu genç kadını kızdırmak, sinirlendirmek veya incitmek istiyordu. Bunun sebebini kendisi de bilmiyordu. Ann Shapland, daima sakin ve soğukkanlıydı. Kendinden emindi o. Genç kadını hiddetlendirmek Alan'm hakikaten hoşuna gidecekti.
Fakat bu zevki tatamadı. Arın, sadece, «Şu teli tak,» diyerek tekrar mektebe doğru yürüdü. Yarı yolda yavaşlıyarak arkasına bir göz attı.
Alan, teli takmakla meşguldü.
Arın Shapland, hayretle bir ona baktı, bir Spor pavyonuna...
8. Cinayet
Karakoldaki gece nöbetçisi Komiser muavini Green, sıkıntıyla esnedi. Sonra da doğruldu. Telefon çalıyordu. Uzanarak ahizeyi kaldırdı. Bir iki dakika sonra tavrı tamamiyle değişmişti. Sür'atle not alıyordu.
«Alo? Meadowbank? Evet—adı? Lütfen harfleri tek tek söyleyin. S-P-R-î-N-G-gazetenin 'G' si gibi mi?—E—R. Springer. Evet. Lütfen kimse bir şeye dokunmasın. Biraz; sonra alâkalı memurlar orada olacak.»
Sonra sür'atle ve metodik bir şekilde lüzumlu şeyleri yaptı.
Daha sonra Müfettiş Kelsey'de, «Meadowbank?» diyordu. «Bu kızlar mektebi değil mi? Öldürülen kim? Ya...» Kelsey, düşünceli düşünceli mırıldandı. «Bir Beden terbiyesi öğretmeninin ölümü... İstasyonlarda satılan polis romanlarının, adına benziyor bu.»
Komiser muavini, «Onu kim Öldürmüş olabilir,» dedi. «Bu acaip bir cinayet.»
Müfettiş Kelsey, «Beden terbiyesi öğretmenlerinin de sevgilileri olabilir,» diye cevap verdi. «Kadın nerede öldürülmüş?»
«Spor pavyonunda. Jimnastikhanenin kibar ismi bu olmalı.»
Kelsey, gülümsedi. «Her halde. Bir Beden terbiyesi öğretmeninin jimnastikhanede katledilmesi. Pek atletik bir cinayete benziyor bu? Kadın vurulmuş mu, dedin?»
«Evet.»
«Tabancayı bulmuşlar mı?»
«Hayır.»
Müfettiş Kelsey, kaşlarım kaldırdı. «Çok enteresan.»
Adamları hazırdı. Onları alarak, vazifesini yapmak üzere yola çıktı.
II
Meadowbank'in ön kapısı açıktı, buradan dışarıya ışık taşıyordu. Müfettiş Kelsey'i Miss Bulstrode karşıladı. Herkes gibi Kelsey de Müdireyi şahsen tanıyordu. Miss Bulstrode o kargaşalıkta bile her zamanki gibiydi. O kritik anda yine vaziyete hâkimdi. Soğukkanlılığını kaybetmemişti.
Adam, «Ben Kelsey'im madam,» dedi. «Müfettiş Kelsey.»
«Evvelâ ne yapmak istersiniz, Müfettiş Kelsey? Spor pavyonuna mı gideceksiniz? Yoksa hâdiseyi teferruatiyle dinlemeği mi tercih edeceksiniz?»
Kelsey, «Doktor da benimle geldi,» diye cevap verdi. «Biri onunla iki yardımcısına cesedin nerede olduğunu gösterebilir mi? Ben kabilse biraz sizinle konuşmak istiyorum.»
«Hay hay, Lütfen benimle oturma odasına gelin. Miss Rowan doktorla diğer memurları Spor pavyonuna götürür müsünüz?» Kelsey'e döndü. «Yardımcılarımdan biri kimse nin bir şeye dokunmaması için orada bekliyor...»
«Teşekkür ederim, madam.»
Kelsey, Miss Bulstrode'un peşi sıra oturma odasına girdi. «Cesedi kim buldu?»
«tdare memurumuz Miss Johnson. Kızlardan birinin kulağı ağrıyordu... Miss Johnson kendisiyle meşgul olmuş. O arada perdelerin sıkıca kapatılmamış olduğunu görmüş. Perdeyi çekmek için uzanırken Spor pavyonunda ışık yandığım farketmiş.» Müdire, istihzayla ilâve etti. «Gecenin birinde Spor pavyonunda ışık olmaması lâzımdı tabiî.»
Kelsey, başını salladı. «Tabiî. Miss Johnson, şimdi nerede?»
«Burada. Kendisini görmek istiyor musunuz?»
«Evet. Biraz sonra. Devam edin, Madam.»
Miss Johnson koşup yardımcılarımdan birini yani Miss Chadwick'i uyandırmış. Gidip, meseleyi tahkik etmeğe karar vermişler. Yan kapıdan çıkarken bir silâh sesi duymuş ve kabil olduğu kadar da hızla Spor pavyonuna doğru koşmuşlar. Oraya gidince--»
Müfettiş, onun sözünü kesti. «Teşekkür ederim, Miss Bulstrode. Eğer söylediğiniz gibi Miss Johnson buradaysa ondan sonra olanları kendisinden dinlerim. Fakat evvelâ belki bana öldürülen kadm hakkında malûmat verirsiniz.»
«Adı Grace Springer'di.»
«Uzun zamandanberi mi buradaydı?»
«Hayır, Meadowbank'e bu sömestr geldi. Bundan evvelki Beden terbiyesi öğretmeni Avustralya'ya yerleşmek için mektepten ayrıldı.»
«Bu Miss Springer hakkında ne biliyorsunuz?»
Miss Bulstrode, kısaca cevap verdi. «Referansları fevkalâdeydi.»
«Kendisini daha evvelden tanıyor muydunuz?»
«Tanımıyordum.»
«Bu felâkete neyin sebep olduğu hakkında en ufak bir fikriniz yok mu? Bedbaht mıydı? Bazı tehlikeli alâkaları var mıydı?»
Miss Bulstrode, başım salladı. «Böyle bir şeyden haberim yok...» Kısa bir sessizlikten sonra ilâve etti: «Buna pek ihtimal vermiyorum. Miss Springer o tip bir kadın değildi.»
Müfettiş Kelsey, usulca mırıldandı. «Bu hususta öyle şaşılacak şeyler oluyor ki...»
«Miss Johnson'u çağırayım mı?»
«Lütfen... Onu dinledikten sonra Jimnastikhane—veya—adı neydi oranın?—eve—Spor pavyonuna gideceğim.»
Miss Bulstrode, «Orası bu sene yapıldı,» dedi. «Spor pavyonu, yüzme havuzunun yanında. İçerde kapalı oyun sahaları var. Raketler, Hokey sopaları ve diğer takımlar orada duruyor. Ayrıca mayoların kurulması için de bir yer yaptırdı.»-
Miss Springer'in gece Spor pavyonuna gitmesi için bir sebep var mıydı?»
Miss Bulstrode, kat'î bir tavırla cevap verdi: «Yoktu.»
«Pekâlâ, Miss Bulstrode. Artık Miss Johnson'la konuşabilirim.»
Müdire odadan çıktı. Tekrar döndüğü zaman yanında İdare memuru vardı. Miss Elspeth Johnson'a cesedi bulduktan sonra kendisine gelebilmesi için bir hayli konyak içirmiş- lerdi. Bu yüzden kadıncağız biraz gevezeleşmişti.
Miss Bulstrode, «İşte bu Müfettiş Kelsey,» dedi. «Kendini topla, Elspeth ve Müfettişe olanları anlat.»
Miss Johnson, inledi. «Korkunç bir şey bu. Hakikaten korkunç. Şimdiye kadar başıma böyle bir şey gelmedi. Hiç bir zaman! Buna inanamazdım! Aslâ inanamazdım! Üstelik öldürülen Miss Springer!»
Müfettiş Kelsey, anlayışlı bir adamdı. Bir söz alâkasını çektiği veya tuhafına gittiği zaman alelâde sualler sormaktan vaz geçer, bu meseleyle meşgul olurdu.
«Öldürülen Miss Springer olması çok garibinize gitti değil mi?»
«Evet, hakikaten öyle, Müfettiş bey. O- o- ne bileyim— sert bir kadındı. Güçlü kuvvetliydi. Bir hırsızı—hattâ iki hırsızı tek başına yakalayabileceğine inanırdınız.»
«Hırsızları mı? Hım... Peki, Spor Pavyonunda çalınacak bir şey var mı?»
«Aslında yok. Yani hırsızların neye tamah ettiklerini anlıyamadım. Pavyonda mayolar ve diğer spor eşyaları duruyor.»
Kelsey, başını salladı. «Alelâde bir hırsızın usulca çalabileceği şeyler... Fakat her halde bunlar kapıyı kırıp içeri girmeğe değmezdi. Sahi, kilit kırılmış mıydı?»
Miss Elspeth Johnson, mırıldandı. «Şey—doğrusu bakmak aklıma gelmedi. Yani—oraya gittiğimiz zaman kapı açıktı ve—»
Miss Bulstrode söze karıştı. «Kapı veya kilit kırılmamış.»
Kelsey, «Ya,» dedi. «Demek kapı anahtarla açılmış.» Bir ay durdu, sonra «Miss Springer sevilen bir insan mıydı?» diye sordu.
«Şey—doğrusu buna cevap veremiyeceğim. Neticede zavallı öldürüldü.»
Kelsey, vaziyeti anlamıştı. Miss Johnson'un ince hislerine aldırmadı. «Demek kendisinden pek hoşlanmazdınız?»
Miss Johnson, «Kimsenin hoşlanacağı bir insan değildi o.» diye cevap verdi. «Gayet ukalaydı, her şeyi bildiğini iddia ederdi. Başkalarım açık açık tenkit etmekten kaçmmazdı. İşinin ehliydi. Vazifesini çok ciddiye alırdı diyebilirim... Öy< le değil mi, Miss Bulstrode?»
Müdire tasdik etti: «Hakikaten öyle.»
Kelsey bu mevzuu bırakarak, tekrar esas meseleye döndü. «Şimdi Miss Johnson, lütfen bana olanları anlatır mısı nız?»
«Talebelerimizden birinin kulağı rahatsızdı. Bu gece müthiş bir ağrıyla uykudan uyanmış. Bana geldi. Bende bazı ilâçlar var tabiî. Onu tekrar yatırdığım zaman perdelerin uçuştuğunu gördüm. 'Bu gece penceresi kapalı yatarsa belki daha iyi olur,' diye düşündüm. Zira rüzgâr o taraftan esiyordu. Tabiî kızlar daima pencereleri açık uyurlar. Bazan yabancı talebelerle münakaşa ediyoruz ama ben ısrarla—»
Miss Bulstrode, onun sözünü kesti. «Bu şimdi o kadar mühim değil. Sağlık kaidelerimizin Müfettiş Kelsey'i alâkadar edeceğini hiç sanmıyorum.»
Miss Johnson, telâşla, «Evet, evet,» dedi. «Tabiî... Evet, dediğim gibi pencereyi kapamağa gittim ve o zaman Spor pavyonunda ışık olduğunu gördüm. Çok şaştım tabiî. Işık iyice gözüküyordu. Yanılmış olmam imkânsızdı. İçerde dolaşıyor gibiydi.»
«Yani pavyonun ışıkları yakılmamıştı, fakat içerde biri el fenerivle dolasıvordu. övle mi?»
«Evet, evet, her halde el feneriydi bu, Hemen, 'Yarab- bi' dedim. 'Gecenin bu saatinde ne işleri var?" Acaba oraya giden kim?' Tabiî o sırada aklıma hırsızlar gelmedi. Demin de söylediğim gibi pek garip bir şey olurdu bu.»
Kelsey, sordu. «O halde aklınıza ne geldi?»
Miss Johnson, Miss Bulstrode'a bir göz attı, sonra tekrar Müfettişe döndü: «Şey... Doğrusu ne düşündüğümü pek bilmiyorum. Yani—şey~o anda aklıma bir şey—»
Miss Bulstrode, sözünü kesti. «Müfettiş Kelsey, zannedersem Miss Johnson bir talebenin pavyona biriyle buluşmağa gittiğini düşündü. Öyle değil mi? Elspeth?»
Miss Johnson, irkildi. «A... Şey.,. Bir an öyle bir şey düşündüm. Meselâ İtalyan kızlarından biri oraya gitmiş olabilirdi. Yabancılar, İngiliz kızlarından daha erken gelişiyor...»
Miss Bulstrode, mırıldandı. «Tarafgirlik etme. Bir çok İngiliz kızının olmıyacak kimselerle buluşmağa kalktıklarını gördük. Onun için böyle bir şeyin aklına gelmiş olması gayet normal. Her halde aynı şeyi ben de düşünürdüm.»
Müfettiş Kelsey, başım salladı. «Devam edin, Miss Johnson.»
Miss Johnson, «Miss Chadwick'i uyandırmağa karar verdim,» dedi. «Ondan benimle gelmesini istiyecektim. Birlikte gidip ne olduğuna bakardık...»
Müfettiş Kelsey, sordu. «Neden aklınıza Miss Chadwick geldi? Bu öğretmeni seçmenizin belli bir sebebi var mı?»
Miss Johnson, «Miss Bulstrode'u rahatsız etmek istemezdim,» diye cevap verdi. «Başımız sıkıştığı, fakat Miss Bulstrode'u da rahatsız etmek istemediğimiz zaman daima Miss Chadwick'e koşarız. Korkarım bu bir âdet halini aldı artık. Miss Chadwick senelerdir bu mektepte. Çok tecrübeli bir öğretmen o.»
Kelsey, «Anlıyorum,» dedi. «Miss Chadwick'e gidip, kendisini uyandırdınız. Öyle mi?»
«Evet. O da benim fikrime iştirâk etti. Yâni hemen pavyona gidip bakmamızın doğru olacağını söyledi. Fakat durup giyinecek vaktimiz yoktu. Onun için sırtımıza kazaklarımızı geçirip, üstüne de paltolarımızı aldık. Usulca yan kapıdan bahçe yoluna çıktık. Tam o sırada Spor pavyonundan silâh sesi aksetti. Yolda elimizden geldiği kadar hızla koşmağa başladık. Nedense aptallık etmiş, el feneri almamıştık. Bastığımız yeri göremiyorduk. Bir iki defa takılıp sendeledik ama pavyona çabucak gittik. Kapı açıktı. Elektriği yaktık ve—»
Kelsey, atıldı: «O halde pavyona gittiğiniz zaman artık içeride ışık yoktu. Yani—ne elektrik yanıyordu, ne de el feneri.»
«öyle. îçeri zifiri karanlıktı. Işığı yaktık. Miss Springer odadaydı. Zavallı—»
Baş Müfettiş, müşfik bir tavırla, «Cesedin vaziyetini anlatmanız şart değil,» diye mırıldandı. «Ben nasıl olsa şimdi oraya gideceğim. Vaziyeti de görürüm. Yolda kimseyle karşılaştınız mı?»
«Hayır.»
«Veya birinin koşarak kaçtığını duydunuz mu?»
«Hayır. Hiç bir şey duymadık.»
Kelsey, Miss Blustrode'a döndü. «Mektepten kimse silâh sesini duymuş mu?»
Müdire, başını salladı. «Hayır. Böyle bir şeyden haberim yok. Kimse çıkıp, silâh sesi duyduğunu söylemedi. Spor pavyonu buradan oldukça uzakta. Silâh sesinin kolay kolay ışi- tilebileceğini sanmıyorum.»
«Belki pavyon tarafına düşen odalarda yatanlar tabanca sesini duymuşlardır?»
«Zannetmem. Bunu işitmek için böyle bir şeyi bekle- mek, etrafı dinlemek lâzım. Pavyonda ateş edildiği zaman, buradakilerin silâh sesinden uyanacaklarım sanmıyorum.»
Müfettiş Kelsey, «Yardımınıza teşekkür ederim,» dedi. «Ben artık Spor pavyonuna gideyim.»
Miss Bulstrode, doğruldu. «Ben de sizinle geleceğim.»
Miss Johnson. «Benim gelmemi de istiyor musunuz?» diye sordu. «Arzu ediyorsanız .-gelirim, ■ Yani—-hasanın hakikatlerden kaçması hiç doğru olmaz. Öyle değil mi? Bence hâdiseleri olduğu gibi karşılamak ve—»
Müfettiş Kelsey, gülümsedi. «Teşekkür ederim, Miss Johnson. Fakat gelmenize lüzum yok. Sizi daha fazla üzmek istemem.»
Miss Johnson inledi. «Ne korkunç, şey bu! Ondan hiç hoşlanmadığımı hatırladıkça daha da fena oluyorum. Hattâ daha dün gece öğıetmenler odasında onunla münakaşa ettik. Ben, fazla jimnastiğin bazı kızlara—fazla zayıf nahif olanlara pek iyi gelmediğini iddia ettim. Miss Springer. 'Saçma,' dedi. 'Asıl onların beden hareketlerine ihtiyacı var. Adeleleri bu sayede gelişir. Bambaşka insan olurlar!' Tabiî tepem attı. 'Sız, her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ama, dünyadan haberiniz yok,' diye cevap verdim. Neticede ben aslında hastabakıcıyım. Hastalık ve zafiyeti Miss Springer'den daha iyi bilirim. Tabiî o da mükemmel bir tenis öğretmeni. îşini,--trapezleri, traplen'leri çok iyi biliyor—yani—bilirdi. Yarabbi! Şimdi olanları düşünüyorum da, 'Keşke bunları ona söylemeseydim,' diyorum. Hoş, belki de herkes böyle korkunç bir hâdiseden sonra benim gibi düşünür. Fakat—kendimi çok kabahatli buluyorum.»
Miss Bulstrode, onun kanapeye doğru götürdü. «Üzülme. .. Şimdi şuraya otur bakalım. Otur ve biraz dinlenmene bak. O basit münakaşalara da aldırma. Eğer her hususta aynı fikirde olsaydık, dünya yaşanamıyacak bir hale girer,— hayat pek sıkıcı olurdu.»
Miss Johnson, inatla başım sallıyarak oturdu. Sonra esnedi. Miss Bulstrode Kelsey'in peşinden hole çıktı.
Özür diler gibi, «Ona bir hayli konyak içirdim,» diye mırıldandı. «Bu yüzden biraz gevezeleşti. Fakat aklının karıştığını pek sanmıyorum. Siz ne dersiniz?»
Kelsey, cevap verdi. «Aklı karışmamış. Bilâkis, olanları gayet güzel anlattı.»
Miss Blustrode, Müfettişi yan kapıya götürdü.
Bu kapı
ru Sp«r:p^yonıma giden yolaaçılır.^ ^ ^ di
bir yer...»
Dss Bulstrode, «Bize bir hayli pahalıya mal oldu,» diye
verdi. Sonra da sakin sakin ilâve etti: «Ama bu masrafı
»ya giriliyordu.
rın isimleri vardı. Bir
koymak için rın ve giyinme
bir an
bitirmişti. Parmak izi dırarak, «Ortadan yürüyebilirsiniz, efendim,» dedi.
doğru gitti. Adam çabucak başım kaldırdı.
— «Bir-bir buçuk metre mesafeden vurulmuş. Kurşun girmiş. Derhal öldüğü muhakkak.» «Ya? Ne zaman ölmüş kadın?»
«nen bir saat önce.»
sallıyarak döndü ve duvarın önünde iri bir
çoban köpeği gibi ciddiyetle bekleyen Miss Chadwick'e baktı. Bu uzun boylu kadım çabucak süzdü. «Elli beş da... Geniş alınlı. İnatçı ifadeli bir ağzı, dağınık, kır
pek aldırmıyorlar ama çetin anlarda güvenilecek bir Chadwick?» dedi.
— «Miss Johnsonla buraya geldiniz ve cesedi buldunuz, değil mi?»
«Evet. Miss Springer bu vaziyetteydi: ölmüştü.»
«Saat kaçtı?»
«Miss Johnson beni kaldırdığı zaman saate bakmıştım. Bire on vardı.»
Kelsey, başım salladı. Bu Miss Johnson'un. söylediğine uyuyordu. Düşünceli bir tavırla cesede baktı. Kadının parlak, kırmızı sacları kısa kesilmişti. Çilli bir yüzü, kuvvetli, çıkık bir çenesi, zayıf, atletik bir vücudu vardı. Arkasına koyu renkli kaim bir kazak ve tvid etek giymişti. Çorapsız ayaklarına da yürüyüş ayakkabılarını geçirmişti.
Kelsey, sordu. «Silâhtan ne haber?»
Adamlarından biri başım salladı. .«Maalesef tabancayı bulamadık.»
«Ya el feneri?»
«Şu köşede bir el feneri bulduk.»
«Üzerinde parmak izi var mı?»
«Evet, ölen, kadının.»
Kelsey, düşünceli düşünceli, «Demek el feneriyle dolaşan oydu,» diye mırıldandı. «Buraya fenerle geldi. Ama neden?» Bunu hem kendisine ve adamlarına, hem de Miss Bulstrode'- la Miss Chadwick'e soruyordu. Nihayet dikkatini Miss Chad- wick'e verdi. «Bu hususta bir fikriniz var mı?»
Kadın başını salladı. «Hayır, hiç bir fikrim yok. Bugün— öğleden sonra veya akşam—burada bir şey unutmuş ve onu almağa gelmiş olabilir. Fakat bu da pek aikla yakın bir ihtimal değil. Her halde gece yarısı bunun için kalkıp buralara gelmezdi.»
Kelsey, «Bu yüzden geldiyse,» diye mırıldandı. «O zaman burada çok mühim bir şey bırakmış olması lâzım.»
Etrafına bakındı. Köşede sehpa gibi yerde duran raketler hariç, her şey yerli yerindeydi. Sehpa galiiba şiddetle öne doğru çekilmişti. Raketlerden birkaçı yere düşmüştü.
Miss Chadwick, «Tabiî, Miss Springer burada ışık görmüş olabilir,» dedi. «Sonradan Miss Johnson'un gördüğü gibi Merak etmiş ve meseleyi tahkike gelmiştir. Bence en makul ihtimal bu.»
Kelsey, mırıldandı. «Haklısınız. O zaman da bir mesele var. Miss Spriger, buraya yalnız başına gelir miydi?»
Miss Ciıadvrick, tereddüt etmeden cevap verdi. «Evet.»
Kelsey, kadına hatırlattı. «Fakat Miss Johnson, gelip sizi kaldırmış.»
Miss Chadwick içini çekti. «Biliyorum.. Eğer ışığı gör- seydim ben de aynı şeyi yapardım. Yani ya Miss Bulstrode'u ya da Miss Vansittart'ı uyandırırdım. Fakat Miss Springer bu şekilde hareket edecek bir insan değildi. Kendine çok güveniyordu o. Her halde, gece ziyaretçisinin karşısına tek başına çıkmağı da tercih etti.»
Müfettiş, «Bir şey daha vaı,» dedi. «Siz Miss Johnson'la yan kapıdan çıkmışsınız. O kapı kitli miydi?»
«Hayır.»
«Kapıyı Miss Springer mi açık bırakmıştı?»
Chadwick, «En akla yakın ihtimal bu,» diye cevap verdi.
Kelsey, mırıldandı. «Buna göre şöyle bir faraziye kuracağız. Miss Springer burada, jimnastikhanede—veya sizin tâbirinizle, Spor pavyonunda bir ışık gördü. Bunu tahkik için buraya geldi. İçerdeki şahıs kimse, onu vurdu.» Birdenbire hareketsiz duran Miss Bulstrode'a döndü. «Siz ne dersiniz? Bu mümkün mü?»
Hai letto il testo 1 da Turco letteratura.
Avanti - Kapı Tekrar Vuruldu - 06
- Parti
- Kapı Tekrar Vuruldu - 01
- Kapı Tekrar Vuruldu - 02
- Kapı Tekrar Vuruldu - 03
- Kapı Tekrar Vuruldu - 04
- Kapı Tekrar Vuruldu - 05
- Kapı Tekrar Vuruldu - 06
- Kapı Tekrar Vuruldu - 07
- Kapı Tekrar Vuruldu - 08
- Kapı Tekrar Vuruldu - 09
- Kapı Tekrar Vuruldu - 10
- Kapı Tekrar Vuruldu - 11
- Kapı Tekrar Vuruldu - 12
- Kapı Tekrar Vuruldu - 13
- Kapı Tekrar Vuruldu - 14