Küçük Ağa - 39

El número total de palabras es 833
El número total de palabras únicas es 571
42.0 de palabras están entre las 2000 palabras más comunes
54.4 de palabras están entre las 5000 palabras más comunes
61.7 de palabras están entre las 8000 palabras más comunes
Cada línea representa el porcentaje de palabras por cada 1000 palabras más comunes.
  — Anladım. Peki kimsesi yok muydu?
  — Vardı. Karısı vardı... Pek gençmiş. Aynı gün bi de oğlu olmuş.
  Sustular. Küçük Ağa öğrenmek imkânını bu kadar yakında görerek heyecanlanıyordu. Birkaç defa
  yutkunduktan sonra, bir gayretle:
  — Perişan olmuştur zavallılar, dedi.
  — Yoo, pek değil. El erinden tutan çok oldu. Hoca'ya gönülden bağlı olanlar vardı. Sonunda kadıncağızı haii
  vakti yerinde bir koca herife veriverdiler. Çarıkçı Hasan derler iyi bir adamdır herif.
  Ovada sanki bir göl buhaılaşıyor, Emir Dağları ufukta dalgaya tutulmuş bir gemi gibi sal anıyor, sarsılıyordu.
  Gökyüzünün maviliği kaybolup gitmiş, dünya tek hâkim rengi isli sis beyazı olmuştu. Adam:
  — Keyifsiz gibisin ağa, dedi.
  — Öyle. Birdenbire bir kötülük geldi.
  — Gidelim istersen.
  — İyi olur.
  Daha sonra Küçük Ağa Çarıkçı Hasan'in oturduğu sokaktan günde üç dört defa geçer oldu. Karargâh
  fotoğrafçısının orada oturması işini kolaylaştırıyordu. Artık bu fotoğrafçı en iyi arkadaşı olmuştu. Nihayet bir
  gün, artık hayatının en büyük arzusu haline gelen karşılaşma oldu; Mehmet'ini, üvey ağasının yanında
  yakaladı. Onlar kapıdan çıkar çıkmaz Küçük Ağa da dükkândan fırlamıştı. Kalbi göğsünü güm güm yum-
  rukluyordu. Mehmet'in üstüne atılmak,kollarına alıp bağrına bastırmak istediği halde, karşı karşıya gelince
  donup kalmış, bütün adaleleri kaskatı kesilmişti. Nefes alamıyordu. Kendisini zorlaya zorlaya, bozuk bir
  gülümseyişle :
  — Aman ne güzel çocuk, diyebildi. Çocuklar durmuş ona bakıyorlardı. Küçük
  Ağa'nın heyecanı azalmamış, fakat dili çözülür gibi olmuştu:
  — Adı ne bunun ağabeysi?
  — Mehmet... emmi.
  — Mehmet ya. Mehmet ya... Mehmet gel bakayım biraz.
  Mehmet korkunç şekilde annesine benziyordu. Ama yine de bu kapkara gözler, bu gür kaşlar, ağızdaki bu
  hüzün sinmiş irade Küçük Ağa'dandı, kendisindendi. Birdenbire eğilerek Mehmet'i kaptı. Tam bir kapıştı bu.
  Mehmet korkmaya bile fırsat vermeyen bir şaşkınlık içindeydi. Küçük Ağa boğazı düğümlenmiş, gözleri yana
  yana, onu öptü, öptü, belki yüzlerce defa öptü; içine sindirmek isteyen bir hırsla öptü. Fotoğrafçı şaşırmış,
  heyecanlanmıştı. Küçük Ağa, ona :
  — Hadi ne olur bizim bir resmimizi çek, dedi.
  Bu tam bir yalvarıştı, sanki ömür dileniyordu. Adam, derhal, dedi. Mehmet bir parça kendine gelmiş,
  dudaklarını büzmeye başlamıştı. Ağlayacaktı. Mehmet ağlamamalıydı ama. Küçük Ağa tam bir panik içinde
  ceplerini karıştırıyor, çakı, zincir, saat, para, yelek cebine kaçmış bir tabanca mermisi., ne bulduysa çıkarıyor
  ve ancak :
  — Bak, bak Mehmet, cici, diyordu. Fotoğrafta Mehmet ağlarken çıktı. Küçük
  Ağa ise insanın yüreğini parçalayacak kadar komikti.
  Bu fotoğraf çektirme hadisesinden sonra Küçük Ağa'nın kalbini de, kafasını da allak bullak eden değişiklikler
  oldu. Küçük Ağa herşeyden önce bu yaptığının doğru bir hareket sayılıp sayılmayacağını düşünmeye
  başlamıştı. Hangi
  Maceranın neticesiolursa olsun Emine artık başkalarının helali idi.Açık ve dürüst bir hal çaresine
  başvurmadıktan sonra araya girmesi,hatta arzu duymasıEmineyi benimsemesi günah değilmiydi.
  O bu sal antı içinde yüzüp dururken durumu büsbütün zorlaştıran bir durum oldu.Haftalardır yolunu
  beklediği Mehmet günde iki defa sokağa çıkmaya başladı,böylece deKüçük Ağanın kafasında buhranını
  ağırlaştıran soru çengel eniverdi.
  Fakat Küçük Ağayı bütün bu işkenceleri bir neticeye bağlamaktan alıkoyan bir şey vardı.Mehmeti
  görmek,Mehmeti okşamak,öpmek,koklamak,göğsünü pır pır ettiren oesintilere kapılıverip iki de bir bağrına
  bastırmak.Ona üzüm alıyor,düdük alıyor,helva,lablebi,fındık,fıstık. Kısacasısuyu çekilmiş değirmenlere
  benzeyen dükkanlarda ne bulursa alıyordu.Gün geçtikçeMehmetin kendisine biraz daha
  sokulduğunu,ısındığını,benimsediğini görüyor,gururla karışık bir mutluluk duyuyordu.Artık bir oğlu vardı.Koca
  koca kumandanlar dahil herkes Mehmet’e “Küçük Ağanın Mehmet”demeye başlamışlardı.Bir gün sokak
  yaşlılarından biri Küçük Ağaya sokulup şöyle dedi:
  -Büyük sevaba girersin Ağa.Yavrucuğun anası ince hastalığa tutulmuş yatar,günleri sayılı tazeciğin.
  İşte o zaman Küçük Ağa tam bir deliye döndü ve Emineyi yanına almak için tam bir hırsa kapıldı.Fakat bunu
  nasıl yapacaktı?
  Paniğe varan telaşı yüzünden akıl almaz bir şey yaptı.Mehmet’le çektirdiği fotoğrafın bir tanesini de
  Mehmet’e vererekEmine’ye yolladı.Emine onu mutlak tanırdı…Tanırdı elbet….
  Aynı gün telgrafhaneye gitti ve iki saatten fazla uğraşarak Doktor Haydar Beyi aradı ve sonunda Onu
  Polatlı’da buldu.Ne pahasına olursa olsun hemen diye yalvardı. Derdine ancak oçare bulabilirdi.
  Doktor Küçük Ağa’ya minnettar bir hızla ertesi gün Akşehir’e geldi. O da kumandanına yalvarıp üç
  gün izin almıştı.Küçük Ağa derhal anlatmaya başladı.Sonunda da:
  -Git Çarıkçı ile konuş,boşasın Emine’yi ben nikahlarım.
  Doktor kabul etti.Adamcağız teklifi büyük bir iyi niyetle karşıladı.
  -Yalnız çok hasta dedi.
  Bir muayene edeyim.Gittiler ve doktor Emine’nin hayattan kopmak üzere olduğunu gördü.Bunu kadıncağız
  kendide biliyordu.
  -Ben bittim Doktor Bey …Mehmet’e bak sen.
  Dktor büyük bir tereddütten sonra:
  - Hoca burada dedi.
  Emine içini parça parça eden bir gülümseyüşle:
  -Bildim,diye fısıldadı.Mehmet’e bak derken Onu meram ederim.Mehmet’i babasıba vermeye bak.Beni bırakın.
  ***
  Doktor
  bey,konuşmayı da Emine’nin durumunu da Küçük Ağa’ya olduğu gibi anlattı.
  -Metin olmak lazım.Mehmet’i önce ninesine alırız, sonra da sana. Bizimkilere tembih ederim, yaparlar onlar
  bu işi. Mukadderat değişmez Hocam.
  Ve o haftanın içinde pırıl pırıl bir Cuma sabahı Emine'cik Hak'kın rahmetine kavuştu..
  Küçük Ağa artık öfkesinde vahşi, sükûnetinde mağmum bir insandı. Mücadelede yırtıcı, dostluklarda ve
  kanaatlerinde fedai idi. Emine'-nin toprağa verildiği akşam Ankara'ya dönmüş ve kurtuluş ile kuruluş yıllarının
  kaplanı olmuştu. Devirler geçecek, hayranlıklar görecek, düşmanlıklar görecek, varlığı da, yokluğu da bütün
  unsurları ile tadacak, fakat mutluluğu sadece bir hatıra olarak tanıyacaktı: Tıpkı bulutlar ardındaki bir güneş
  gibi hüzün, hüzün, yığın yığın hüzün tüllerinin ardında; hüzün mutluluğunun ikinci adıydı artık.
  
  SON
  

  
Has leído el texto 1 de Turco literatura.