🕙 23-minuto de lectura

Küçük Ağa - 26

El número total de palabras es 3043
El número total de palabras únicas es 1671
33.6 de palabras están entre las 2000 palabras más comunes
47.9 de palabras están entre las 5000 palabras más comunes
55.2 de palabras están entre las 8000 palabras más comunes
Cada línea representa el porcentaje de palabras por cada 1000 palabras más comunes.
  sayılabilecek çarpışmadaki yeniliş çeşitli sarsıntılar doğurdu, güvensizliklere, hoşnutsuzluklara sebep oldu.
  Asıl önemlisi, Fuad Paşanın getirilmesi ile milisler nizamiyeye ve cephe kumandanlığına açıktan açığa ters bir
  tavır takındılar.
  Bu arada Etem bey ciğerlerinden hastalanmış, bütün işleri Tevfik beye bırakmıştı. Bir yandan Etem bey
  Ankara'da bir başkumandan muamelesi görüyor, bir yandan da Tevfik bey, yani Etem beyin kuvvetleri ile
  Garp Cephesi Kumandanlığının arası açıldıkça açılıyordu. Geçimsizlik dört başı tamam bir sinir harbi haline
  gelmiş, hatta olaylar, küçümsemeler, hakaretler başlamıştı.
  Tevfik bey İsmet Paşa'yı ehliyetsiz ve bilhassa anlayışsız buluyordu. İsmet Paşa da gevşemeyen bir inatla
  Etem bey ile kardeşlerinin yetki ve itibarlarını azaltmak, azaltmak sonunda da cephe kumandanlığına bağlı
  herhangi bir müfreze haline getirmek için çalışıyordu.
  İki taraf da, haberleşmedeki klişe tâbirlere ve duygusuz, sopsoğuk üsluba rağmen birbirlerinin asıl
  düşüncelerini, asıl kanaatlerini anlamıştı. Emirler kadar bunların reddedilişleri de gerçekte birer kuvvet
  denemesi, birer oyuna getirmek veya oyuna karşı koymak isteğiyle oluyordu.
  Meselâ kumandanlık "Geçici olarak" kaydıyla küçük bir müfreze istiyor, Tevfik bey de vereceği müfrezenin bir
  daha geri dönmeyeceğine inandığı için "Şimdilik imkânsız" diyerek, bir takım sebepler sıralayıp özür diliyordu.
  Yine meselâ, Kumandanlık Tevfik beyden "Birinci Kuvayı Seyyare" unvanını kul anmasını istiyor buna karşılık
  beriki "Umum" kelimesini bırakmak şöyle dursun, imzanın üstüne ağabe-yisine vekâleten "Umum Kuvayı
  Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandanı" diye yazmaya başlıyordu.
  Bu çeşit örneklerden biri veya ikisi hemen her hafta görülür olmuştu ve artık
  yanından ayırmaz olduğu Küçük Ağa işin tehlikeli bir çıkmaza doğru hızla ilerlediğini açıkça anlıyordu.
  Gerçi Tevfik bey bütün bu hadiselerden önce onunla konuşur, hatta akıl sorardı, fakat Küçük Ağa davayı
  yumuşatmak için girişeceği teşebbüslerin birşeye yaramayacağını, üstelik beyi kendisinden soğutacağını iyice
  anlamıştı. Çünkü beyi tanımıştı. Onun kendisine güvenerek olup bitenleri anlatışı akıl sormak için değil,
  mizacının, hissi ve asabi yapısını hadise ile birlikte vardığı kararı desteklemek içindi. Ortada kimsenin ve hiç
  bir kuvvetin değiştiremeyeceği bir durum vardı. Tevfik bey, İsmet Paşa'yı sevmiyor, hele Paşa'ya hiç
  güvenmiyordu. Kaderi çizecek olan da işte bu idi.
  Bu karşılıklı güvensizlikle sevgisizlik bir gün gelecek düşmanlık halini alacaktı. Nitekim de öyle oldu.
  Akşam yemeğinden sonra idi. Tevfik beyin kaldığı ve Balıklı hamamının karşılarına düşen evde, ikinci katta,
  bahçeye bakan balkonda oturuyorlardı, îki atlı habercinin geldiğini bildirdiler. Tevfik bey:
  — Alın buraya, dedi.
  İsmet Paşa'nm karargâhında çalışan bir zabit gönderiyordu adamları. Karakeçili müfrezesinin bütün sırları
  öğrenilmişti.
  Tevfik beyin donukluğu bir an sürdü ve Küçük Ağa bile bunu ancak sezdi:
  Adamlar çekildikten sonra Tevfik bey bardağına yeniden rakı koydu. Halbuki bir parça tatlı yiyip sade
  kahvesini de içtikten sonra, ortaya hatır gönül konsa bile ağzına bir yudum ol-
  Küçük Ağa/417
  sun rakı almazdı. Şimdi ise bir dikişde bardağı yarılamıştı. Dudaklarını ve gür bıyıklarını elinin tersiyle
  kuruladı, üç beş defa yutkundu okkalı bir küfür sal adı.
  — Başımıza belâ geldi bu îsmet. Kafa yok herifte kafa. O çıtkırıldım, toy, ana kuzusu nizamiye askerleri ile bir
  halt edeceğini sanıyor sersem. Gördük Gediz'de ne... b... a yaradıklarını... Sekiz merminin yedisini havaya,
  birini de dağa taşa yakarlar, düşmanın şapkasını görünce de tabanları kıçlarını döver. Yaraları da hep kıçtan,
  kıçtan. Şu güne kadar ne yaptıysa beğenmediği çeteler yaptı. Karakeçili'yi keşfetmiş. Etsin bakalım. Marifet
  onu keşfetmek değil kudurtma-maktaydı. Sanki vatana saldıran Yunanlı değil de biziz. Herifin derdi yükü
  bizimle. Sanki biz aptaldık da elimizi kolumuzu bağlayıp oturacak, tavuk gibi enselenecektik. Hiç bir şeye
  yanmam bu mil ete yanarım.
  Durup durup yeniden alevleniyor, atıyor, tutuyordu. Küçük Ağanın çok eskiden tahmin ettiği bir durum şimdi
  gözlerinin önünde sahneleş-mekteydi. Küçük Ağa Tevfik beyin ateşli bir sayıklamayı andıran öfkesinde asıl
  sebebi görüyordu. Bu, gururu hastalık derecesini bulan bir adamın kendini gadre ve hakarete uğramış
  saymasından başka bir şey değildi. Tevfik bey çok büyük işler başardıklarına, büyük başarıların da ancak
  kendi sayelerinde ve kendi anlayışlarına göre sağlanacağına inanıyor, iman ediyordu. İsmet Paşaymış, Ali
  veya Veli Paşaymış, işe burnunu sokan kim olursa olsun, ona göre zarar vermekten, ayak bağı olmaktan
  kurtulamazdı.
  Küçük Ağa yakaladığı bu gerçekten hem üzüntü duyuyordu, hem de korkuyordu. Tevfik beye acıyor, fakat
  onu saran ve ihtiraslara sebep olan gururundan korkuyordu. Bu gurur, işte en sonunda "inceldiği yerden
  kopsun" der çıkardı işin içinden. En kötü ihtimali, hatta düpedüz ölümü göze aldı mı onun için mesele
  bitiyordu. Çünkü dünya, gururu ile sınırlı idi. Koca bir milletin kaderi ile ilgili konuda bile durum, işte,
  değişmiyordu. Acaba haksız mıyım? endişesi kafasının ucundan bile geçmiyordu.
  Cephe kumandanlığından da, Ankara'dan da Karakeçili meselesi ile doğrudan doğruya ilgili bir hareket
  çıkmadı. Fakat buna karşılık, Tevfik bey'e, müfrezelerini cephe kumandanının teftişine arzetmesi için bir emir
  geldi. Tevfik bey red cevabını gelen posta ile derhal gönderdi.
  Müfrezeleri nizamiye kıtaları gibi askercilik oynamıyor, kışlalarında, konaklarında, yan gelip yatmıyor, ense
  yapmıyordu. Herbiri bir yerde düşmanla çarpışmakta, çarpışmaktan başka da bir şeye niyet etmemektedirler.
  Hele bayram bebekleri gibi giyinip kuşanıp Paşa ağalarının gözüne hoş görünmek diye bir gaileleri kat'iyyen
  yoktu. Kendisi de onları mukaddes vazifelerinden ayırıp büyük zaman kayıplarına sebep olamazdı. Paşa ille
  paşalık yapmak istiyorsa düşmandan köşe bucak kaçan birliklere görünmeliydi.
  Tevfik bey bu cevabı yazıp bitirdikten sonra bir kere de yüksek sesle okumuş, içindeki imaları açıklamıştı.
  Küçük Ağa odada bulunan müfreze kumandanlarının nasıl koltuk kabarttıklarını da aynı üzüntü ve aynı korku
  ile farketti.
  Bu hadiseden sonra Tevfik bey iki gün için ortadan kayboldu. Dönüşünde artık Garp Cephesi
  Komutanlığından gelen evrakı ya cevaplamıyor, ya da gerekli bulursa cevabını doğrudan doğruya Ankara'ya
  yazıyordu. Kumandanlıktan, mülkiye işleri ile geri hizmete karışmamasını isteyen bir yazı gelince de
  müdahalelerini büsbütün şiddetlendirdi ve Kütahya ile civarında âde-da bir örfi idare kurdu. Artık istediğini
  silâh altına alıyor, dilediği gibi para ve mal topluyordu. Şimdi Askerlik Şubesi de o idi, kadı da, mutasar-rıf da
  o idi. Asker kaçakları artık yakalanacaklarını anladılar veya pişman oldular mı kıt'alan-na teslim oluyor, istiklâl
  Mahkemelerinden kurtulmak için doğru Tevfik beye sığınıyorlardı. O da onları af ediyor kendi
  müfrezelerinden birine veriyordu. Sığınanların arasında casusluk etmişler bile vardı.
  Derken düşmanın Simav'ı bırakıp çekilmesi üzerine Cephe Kumandanlığı buraya yüzel i kadar mevcutlu bir
  jandarma bölüğü gönderdi ve Simav havalisi kumandanlığı adında bir makam kurdu, kumandanlığa da
  ibrahim bey adında bir kaymakamı getirdi.
  Asayişten, her çeşit hadiseden bu makam sorumlu olacak ayrıca Ahz-ı asker şubesi yetkisini de taşıyacaktı.
  Fakat istilâdan yeni kurtulan bu bölge halkının iki ay askere alınmaması da kararlaştırılmıştı.
  Tevfik bey bunu öğrenince küplere bindi ve ibrahim beye "arabanı çek git" diye haber gön-dordi. Sonunda
  da Simav ve dolaylarını âdeta is-lılu etti, oralarda da dilediği gibi harekete başladı. Kısacası, kendi dediği gibi,
  ip inceldikçe incelmişti. Küçük Ağa kopuştan önceki son sahneyi de gördü.
  Küçük Ağa/421
  420/Küçûk Ağa " .
  Kasım ayının sonlarına doğru Garp Cephesi Kumandanlığının insan, cephane, erzak, malzeme ve hayvan
  mevcudunun bildirilmesini isteyen bir emri geldi.
  O günler Tevfik beyin -son kararını verenlerde ve verdiği son karara iyice güvenenlerde görülen- bir neş'esi
  vardı. Eskiden onu barut fıçısına döndüren olaylar şimdi bol gülmesine, nükteler patlatmasına sebep
  oluyordu. Bu sefer de emri okuduktan sonra bastı kahkahayı.
  Odada sekiz on kadar müfreze kumandanı vardı. Tevfik bey alaycı bir gülümseyişle onları tek. tek süzdü:
  — Topal sen bir yana.. Küçük Ağa, sen de... Halil Efe be, sen Elifi görsen tanır mısın?
  Zır cahil, fakat cin gibi bir psikolog olan Halil Efe durumu sezmişti.
  — Nedir ki o Elif dediğin beğ? Dur ama, bizim emmizadenin sümüklü bi kızı vardı, adı Elif -di, onu mu
  soran?
  Tevfik bey katıldı gülmekten:
  — Vay ayı vay... Elif be dediklerini de duymadın mı? Elif elif, be'den önceki elif, adamın başındaki, paşanın
  kıçındaki elif. Görsen okur, deseler yazabilir misin? Sonra kara cümlen var mıdır?
  Halil Efe belindeki tabancayı okşadı, ciddi ciddi:
  — Valla beğ, sen de bilin işte, kimsesiz herifin biriyim ben, bi şu kara kızım var.
  Nükte yapan, pişekârlık yapan sanki o değildi. Ve artık herkes gülüyordu. Sonra Tevfik bey aynı şeyi
  ötekilere de sordu. Dediği gibi, Topal İsmail ile Küçük Ağa'dan başka kimsenin
  okuması yazması yoktu. Bunun üzerine Tevfik bey, kaşlarım yapmacıktan çatarak:
  — Anlamam, dedi; elinizi tez tutun, yarına kadar bana kuvva cetvellerinizi yazıp getirin. Paşa böyle
  emrediyor. Emir emirdir.
  Bir parça daha süren tuluattan sonra Tevfik Bey ayağa kalkıp yüzünü pencereye dönerek yalnız kalmak
  istediğini belli etti; ötekiler de birer birer:
  — Müsaade beğ, diyerek çıkmaya başladılar, Tevfik bey Topal İsmail ile Küçük Ağa'ya sıra gelince:
  — Sen kal Topal... Sen de Küçük Ağa dedi ve hemen masasına oturarak yazmaya başladı. Bu iş onbeş yirmi
  dakika kadar sürdü. Sonra:
  — Dinleyin, dedi; bu işin gizli kapaklı hiç bir yanı kalmadı. Bu İsmet Paşa belli ki kafasına iyice koymuş, ille
  bizi pençesine düşürmek ister. Ankara da onu tutar. Maksadı ağabeyimi başçavuş, beni çavuş, sizleri ise birer
  onbaşı yapıp çırak çıkarmak. Amma bu maksadına eremeye-cek, ölmek var, dönmek yok. Herşeyi göze
  aldık. İşte örneği, ben okuyayım, bir de siz dinleyin.
  Ve kâh alay, kâh hakaret fışkıran bir sesle okudu. Cephe kumandanlığının umumi kuvva cetveli isteyen
  emrine karşı Tevfik beyin söyledikleri şunlardı:
  Kuvvayı Seyyare ne bir fırka ne de bir kuv-ve-i muntazama haline sokulabilir, hele hele kafiyen
  parçalanamaz. Adamlarımız size göre serserilerdir. Gerçekten de aralarında ipten kazıktan kurtulmuş veya
  kaçmış olanlar vardır. Başlarına bir zabit, bir hesap memuru koymanın imkânı yoktur,bunu biz istesek de
  onlar kabul etmezler. Çünkü zabit gördüler mi azrail görmüş gibi oluyorlar. Böyle bir teşebbüse isyan ederler,
  isyanı da kimse önleyemez. Bizim müfrezelerimizi Halil Efe, San Mehmet, Ahmet Onbaşı, Kız Ali gibi adamlar
  idare eder. Elif'i görseler mertek sanır bunlar. Müfreze eminleri de yazdıklarını okuyamaz, okuduklarını da
  yazamazlar. Bunları da "sen yapamıyorsun bu işi, çekil" diye değiştirmenin de yolu yoktur. Esasen Kuvvayı
  Seyyareyi, sizin anladığınız mânâda zapt-ı rapta koymak bir yana, bu fikre temayül edildiği hissedilince bile
  elde tutmamız imkânsızdır.
  Tevfik bey okumasını bitirdikten sonra Topal ismail ile Küçük Ağa'ya sordu:
  — Doğru değil mi bunlar?.. Topal canı gönülden:
  — Elbette, diye tasdik etti. Küçük Ağa kendini zorladığı halde bir şey diyemiyordu. Tevfik bey ısrar etti:
  — Sen bir şey demedin Küçük Ağa?.. Küçük Ağa konuşmak zorunda kaldı:
  — Ne diyebilirim bey? Hal-ü keyfiyeti siz elbette benden iyi bilirsiniz. Fakat arkadaşların okuma yazma
  bilmediklerini az önce öğrendik işte.
  Fakat Tevfik bey peşini bırakmadı.
  — Açık sordum, açık söyle Küçük Ağa. Şu yazdıklarım doğru mu, değil mi?
  — Doğrudur bey. Doğrudur amma bu doğru ne netice verir, işte onu bilmiyorum. Tereddüdüm bundandır.
  Tevfik bey hafifçe sarardı:
  — Neticenin kaygusu bize mi düşecek? Derdini ona sebep olanlar çeksin.
  Küçük Ağa ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü ve bahçeye bakarak konuştu. Sesi, bütün inandığı
  meselelerde olduğu gibi hafifçe hüzünlü, basık, net ve insanın gönlüne işleyecek kadar tatlıydı. Cümleleri de
  öyle. Onlar da bütün inançlarında olduğu gibi apaçık, sağlam ve birbirine bağlıydı, tavizden, hele
  çekingenlikten zerre kadar eser yoktu. Bu yüzden de Tevfik bey onu kesmeye kalkışmadan, hatta
  öfkelenmeden dinlemek zorunda kaldı. Küçük Ağa diyordu ki:
  — îsmet Paşanın size ve Kuvvayı Seyyare'ye karşı tarz-ı hareketi meydanda. Bu husustaki teşhisiniz
  doğrudur. Münakaşadan vareste bir hatası da var. Size karşı muamelesi yakışıksızdır. Şu anda bir
  muhasebesi yapılsa sizlerin İsmet Paşa'dan çok daha üstün bulunmanız bedihidir. Vatan, mil et gayretinde
  fedakârlık ve muvaffakiyetlerinizle ona hem takaddüm, hem de tevafuk etmiş vaziyettesiniz. Paşa size borcu
  olan hürmeti göstermedi. Burası muhakkak. Fakat düşünmeliyiz ki, o bir askerdir, rütbeden başka bir mikyası
  yoktur. Olamaz da. Ona bir mafevki nasıl muamele ediyorsa, o da bir madununa o tarzda davranacaktır.
  Bunu böyle bilip anlayışsızlıklarını hoş karşılamak, münasebatı gerginleştirme-mek mümkündü. Bu geçti. Beni
  tereddüde düşüren bir nokta daha var. Vatanımız bir ordu tarafından işgal edilmiştir. Müstevliyi iz'aç etmek,
  ızrar etmek başka, def-ü tard etmek, imha etmek başkadır. Acaba bu ikinci ve tabiatiyle müreccah neticenin
  istihsali ancak ve ancak bir orduya vabeste değil midir? Yani bir orduyu mağlûp etmenin tek yolu bir orduya
  sahip olmak değil midir? Ankara işte buna inanıyor. Hakikatte İsmet Paşa bu inanış ve bu kararın olsa olsa
  kötü bir tatbikçisi olarak mütalâa edilebilir. Bu demektir ki ismet Paşa'ya karşı, onun dirayetsizliği yüzünden
  takınılacak menfi tavır Ankara'ya karşı takınılmış olacaktır. Vaziyeti güçleştiren de işte budur. Şimdi, Ankara o
  kadar mühim midir? denebilir. Bana sorulursa, evet, o kadar mühimdir. Zira büyük hareketlerin bir dimağı
  olmak gerekir. Aksi halde kuvvetler ve imkânların arasında ahenk kurulamaz, bunların aynı hedefe tevcihi
  mümkün olamaz. Münferit kuvvetlerin âki-beti ise izahtan müstağnidir, inhilâl mukadderdir.
  Küçük Ağa ani ve enerjik bir hareketle döndü ve sözlerine, ara vermeden, fakat artık Tevfik beyin gözlerine
  baka baka devam etti:
  — Bütün bunları bilmek, doğru saymak neye yarar? Bugün ihtilâf o hale gelmiştir ki, hal i ancak hissiyattan
  yapılacak fedakârlıkla, haktan vazgeçmekle mümkündür. Hak artık burada hissiyatın ve gururun tatmininden
  başka bir işe yaramaz olmuştur. Hakkını kurtaran bir şey kazanmayacak, fakat aziz dâvamıza zararlar
  verecektir. Ve ihtilâf o noktaya gelmiştir ki, hissiyatın feragat ve fedakârlığı artık bir cephe kumandanından
  beklemek beyhudedir. O cephe kumandanı ne kadar hatalı, ne denli dirayetsiz olsa da. Bugünler, Tevfik bey,
  şahsi dâvaların günleri, şahsi hak hukukun günleri değil, memleket, millet günleridir. Köprüleri atmadan önce
  çok düşünmeli, hattâ köprüleri atmayı düşünmemelidir.
  Kısa bir sessizlik oldu. Küçük Ağa da bunun üzerine teklifini yaptı:
  — Meselenin halline bir de Ankara kanalıyla teşebbüs ediniz, Tevfik bey.
  Tevfik bey pufladı. Kararsız olduğu kolayca anlaşılıyordu. Fakat bu uzun Sürmedi ve her zamanki başına
  buyruk, kendine yüzde yüz güvenen haliyle.-
  — Bilmiyorsun.Küçük Ağa, çok şeyi bilmiyorsun, dedi. Hulus-u kalbini takdir ediyor, endişelerini anlıyorum.
  Fakat emin ol artık bizim yapacağımız bir şey kalmamıştır. Ben sana güveniyorum, sen de bana güven. Bunu
  isterim, bunu bekliyorum. Bir başka devremiz başlıyor, vefanı, sadakatini beklerim. Bu cevabı hemen
  göndereceğim. Yapabileceğim tek şey bu olduğu gibi, yapılacak tek şey de budur. Gerisi îsmet Paşa dedikleri
  o vüs'ati nasipsiz herife kalmıştır. Sırtını dayadığı yeri kendi bildiğince kullanır, alet ederse vebali de, kaybı da
  büyük olacaktır. Şimdi yalnız kalmak dilerim.
  Topal İsmail, Küçük Ağa'dan geri kalmak istediyse de Tevfik bey onu da yol adı. Bu yüzden de sofada
  beraber oldular. Küçük Ağa, To-pal'a bakmak bile istemiyordu. Onun ne düşündüğünü adı gibi bildiğini
  sanıyordu. Fakat aldandığını gördü. Topal, biraz tereddütle de olsa:
  —Küçük Ağa, dedi. Ben de senin gibi düşünüyorum. Beğe diyecektim de... amma bırakmadı. Ne etmeli
  bilmem ki... Etem beyin hastalığı da kötü zamana rastladı.
  Küçük Ağa ona hiç çekinmeden baktı: Asıl maksadının ne olduğunu anlamak istiyordu. Topal, fırça gibi ve
  kızıla çalan sakallarla kaplı yanık ve kırış kırış yüzüne bir çocuk saflığı veren bir gülümseyişle:
  — Vallahi, dedi.
  Küçük Ağa inandı. Fakat inanışına göre davranmamaya da kendini zorladı. Herşey, sonuna kadar karşıdan
  gelmeli, kendisi bir ipucu vermemeliydi. İçi burkuluyordu, ama çaresiz diye düşünüyordu.
  — Bilmem ki, diye duygusuz ve imansız bir sesle mırıldanıp merdivene doğru yürüdü. Merdiven başında iki
  silâhlı bekliyordu. Ahırların, mutfağın, kilerin, odunluğun bulunduğu kata indiler. Burada bir sürü silâhlı vardı.
  Sokak kapısının önünde de dört nöbetçi bekliyordu ve bunlara yirmi adım ötedeki köşebaşında da rastladılar.
  Eskiden bu kadar sıkı tertibat alınmazdı. Yol arı ayrılıyordu, fakat Topal:
  — Buyur, bizde bir kahve içelim, dedi. Küçük Ağa durakladı. Gerçekten de kendi <jvine gitmek
  istiyordu. Çolağı akşam Akşehir'e gönderecekti. Emine ile Mehmet'ten bir haber alamamak artık ona
  dayanılmaz bir dert gibi gelmeye başlamıştı. Tevfik beye katılmadan önce saldığı haberci geri dönmemiş,
  bir ikinci teşebbüs için de fırsat çıkmamıştı.
  Fakat, beş on dakika konuşmak isabetli olacak diye düşündü, daveti kabul etti. Belki de Çolağın Yüzbaşıya
  götüreceği haber daha da zen-ginleşebilirdi.
  Topal evde hizmetine bakan adamı çarşıya savdı ve cezveyi kendi hazırlayıp mangala sürdü. Lâfa nasıl
  başlayacağını düşünüyor ve mutlaka konuşmak istiyordu:
  — Hani bir gün Tevfik bey sana, bizleri göstererek; ben bunlara inanırım, bunlar da benim için ölümü göze
  alırlar dediydi ya? Doğrudur bu Küçük Ağa. Tevfik bey de, Etem bey de öl deseler gözümüzü yummadan
  ölürüz. Doğrudur yani. Kahveye şeker attıydım, ister miydin?..
  Küçük Ağa bağdaş kurup oturduğu sedirden sokağa bakıyordu. Başını çevirmeden:
  — Nasıl olsa olur, dedi.
  Topal da yutkunarak devam etti:
  — ölürüz dediysem inan. Can dediğin nedir ki?.. Bugün varız, yarın yok. İnsandan mertlik kalır, yiğitlik kalır,
  nam kalır. Zaten bize rahat döşeğinde ölüm var mı ki?.. Neyse işte; o dediği doğrudur. Amma...
  Kahve kabarıyordu. Topal cezveyi mangalın kıvılcımlı kül erine birkaç defa sürdü çekti. Şimdi bütün aklı fikri
  yaptığı işe bağlanmış gibiydi. Fincanları doldurdu. Köpüklüsünü Küçük Ağa'ya buyur etti. Kendi de onun
  karşısına oturdu ve bir yudum höpürdettikten sonra:
  — Amması var bir de, dedi. Kahve sanki ona gereken cesareti vermişti artık canlı ve kesin konuşuyordu. Biz
  Tevfik beyin, Etem beyin yoluna baş koyduksa bu sırf onların akıllı, mert ve yiğit oluşlarından değildi. Analar
  neler doğurmuş. Hadi fazlasına bakmayalım, ama Tevfik bey kadar akıllı, onun gibi mert ne yiğitler vardır
  kim bilir? Biz onlara akıllarını, yiğitliklerini vatan uğruna koydular diye bağlandık. Şunu da diyeyim sana
  Küçük Ağa: Tevfik bey doğru söyler, hemen hepimiz zabitleri sevmeyiz, hemen hepimiz serseriyiz. Ne var
  ki, hiçbirimiz namussuz değiliz. Aklımız bi yattı mı sevmediğimiz işi de yaparız. Tevfik bey işte burada
  yanılıyor. Yanılır mı, yoksa keyfine mi öyle gelir, onu da bilmem ya... Ne ise. Burada Tevfik bey pek hırslı
  davrandı, kibrine kapıldı gibi gelir bana. Şunu da deyeyim, Küçük Ağa: Bizim içimizde bir kuşku vardı. Oturup
  kendi aramızda konuştuk da. Ama seni dinlemssey-dim, bu dediklerimi deyemezdim. Pek güzel anlattın hâl-ü
  keyfiyeti. Maksadımız düşmanı bu vatandan koğmak değ mi. Eh öyleyse, bu azim iş bizim çapulcu sürüsüyle
  olur mu? Hani kendimizi küçük gördüğümüzden de değel. Ama bu böyle işte. Dediğin gibi ordu orduyla
  yenilir. Kısacası, vebali boynuma, Tevfik bey kendi itibarına öyle kapılmış ki bunları göremez olmuş.
  Kahve fincanlarını alıp kaldırdı. Bu iş de ona aşıl söylemek istediği şeyi söylemek için zaman ve cesaret verdi;
  yerine oturup dizini altına alırken:
  —Ee, Küçük Ağa, sen kafası işleyen, her işin girdisini çıktısını düşünen bir adamsın, de bakalım; bu hale göre
  biz nidek? Şunu da deyeyim. Bi şeyler yapıp etmek isteriz, çünkü bunun gerektiğine inanırız. De bakalım!
  Küçük Ağa Topal'a daha Tevfik beyin sofasında inanmıştı. Şimdi büsbütün güveniyordu. Fakat verdiği
  karardan şaşmadı. Hep karşıdan gelecek, kendisi bir ipucu vermeyecekti. Bu kararla durumun dışında
  konuştu:
  — Bana açıldığın için hiç üzülme. Ben sır satmam. Konuştuklarımız burada kalır. Sordun diye söylüyorum.
  Kat'î kararınızı vermek, hele bir-şey yapmak için acele etmeyin. Sakın acele etmeyin. İyi yapalım derken çok
  kötü yapmış olursunuz.Bekleyin. Çok sabırsızlanır, yani birşeyler-den kuşkulanırsanız bana haber verin, ben
  de o zaman aklımın erdiğini size söylerim. Şimdilik bildiğim bu, bu işte acelenin çok zarar getireceğinden
  ibarettir. Tevfik bey yanılıyor. Bunda sizinle beraberim. Fakat Tevfik beyin de, Etem beyin de kötü bir şey
  yapacaklarını sanmam. Al-îah şaşırtmasın. Amma bilinmez. Dediğim gibi o zaman da vebal sizden gider.
  Topal bir müddet susup Küçük Ağanın dediklerini düşündü, kafasında evirip çevirdi sonunda da-.
  — Sağol, dedi, hakkın var. Seni kendimizden ayırmayız. Küçük Ağa toparlandı.
  — Bana müsaade. Çolak Akşehir'e gidecek de..
  — Haberim var. İnşallah iyi haberler getirir... güle güle Küçük Ağa.
  Tâ sokak kapısına kadar geçirdi.
  Bir perde kapanıyor
  Salih iki iş görecekti. Birincisi Doktor'u veya Yüzbaşı Nazım'ı görüp burada olanları anlatmak ve emir almak,
  ikincisi de Küçük Ağa'dan evine haber götürmek.
  Küçük Ağa ona Topal İsmail ile konuşmasından sonra ortaya çıkan son durumu da anlattı ve belki de
  sekizinci defa olarak bir daha tembih etti:
  
Has leído el texto 1 de Turco literatura.