🕥 30-minuto de lectura

Alfa Cellatlari - 5

El número total de palabras es 3895
El número total de palabras únicas es 2095
31.3 de palabras están entre las 2000 palabras más comunes
45.0 de palabras están entre las 5000 palabras más comunes
52.8 de palabras están entre las 8000 palabras más comunes
Cada línea representa el porcentaje de palabras por cada 1000 palabras más comunes.
  Altıncı duygusu tüm benliğini kapladı. Sanki plastik bir ekranda bir görüntü oluşturmaya çalışıyordu. Mor Fare kulaklı bikinisi olan garson kız da gitmişti. Bu, sabah öncesi saatlerde hiç de hoş değildi burası. Madencilere de turistlere de benzemeyen şu iki adam ne yapıyorlardı?
  Ören içkisinden biraz daha içtikten sonra ayağa kalkıp arkaya servis odalarına doğru yürüdü. Bir kaç adım sonra iki çirkefin oturduğu odaya geldi. Kapıyı hızla açtı. Oda ufak ve karanlıktı. Çok da pis kokuyordu. Köşeden gelen sevinçli bir havlama duydu.
  - Yabancı!
  Köpek şimdi yüksek sesle havlıyor, burnuyla ayak bileklerini
  kaşıyordu. Sonra, köşedeki bankın yanına çömelmiş bir şeye doğru koştu.
  Ören fısıldayarak, "Sakin ol oğlum" dedi. Işık aradı, kapıyı bulana kadar duvarın kenarında sürünerek gitti. Oda küf kokulu penceresiz bir depoydu. İçerde likör kasaları, sahne direkleri ve bir yığın şey vardı. Bir köşede korkuyla büzülmüş bir kız duruyordu. Ören ilerledi, kız siyah saçlarıyla kapalı yüzünü biraz kaldırdı.
  - Kora!
  Kora sevinçle Ören'e doğru atıldı, fakat sevinci fazla uzun sürmedi. Ören geri döndü. Köpeği kaçıranlar tam arkasında kapının önündeydiler. İçeri girdiler.
  Ören yumruğunu ilkinin çenesine doğru var gücüyle salladı. Adam hırıltılar çıkararak boş şişelerin üstüne düştü. Silahlı olan, yumruktan kaçıp silahına sarıldı. Bu sırada adamın tam arkasında silahlı başka bir yüz göründü. Çökük gözlü zayıf ve tanıdık bir yüz.
  Silahın kabzasından yakaladı ve mermi Oren'in yerine duvarı parçaladı. Pallent'in özel ordusu duruma egemen olurken ortalık karıştı ve tanıdık yüzün arkasında silah sesleri duyuldu.
  Ören: "Teşekkürler Rick..." dedi.
  Rick gri-yeşil uzay üniforması altında daha iyi görünüyordu, traş da olmuştu. Zar zor gülümsedi.
  - Konuşma.
  Ören konuşmadı, kulüpte ve depoda olanları unutmuştu. Bacaklarına sürtünen Yabancı'yı bile unutmuştu. Aklı ve kolları Kora'yla doluydu...
  * * *
  Pallent siyah purosunun ucunu kopardı ve kalın beyaz halıya tükürdü. Sonra Oren'e döndü. - Şimdi biraz daha iyisin. Ören yeşil ve koyu kahverenkli elbiselerinin içinde pek
  
  rahat değildi. Bunları zorlayarak giydirmişlerdi; çünkü uyurken öteki elbiselerinin hepsini yakmışlardı.
  - Rick nerede? diye sordu. Bazı şeylerin yanıtını isti
  yorum.
  Pallent "Ben de öyle" diye gülümsedi. "Rick anlattı bana, Projeden iki adam Mor Fare'ye gitmişler. Bu iki adamın gecenin ortasında mağarayı terketmeleri için hiç bir neden yoktu. Korkalis'in yardımcısı da bu işin içinde gibi geliyor bana. Tam olarak ne planladıklarını henüz bilmiyorum."
  — Yabancı'yı niye kaçırdılar?
  — 0 da operasyonun başka bir parçasıydı. Seni oraya
  getirmek için yaptılar. Koruma görevlilerinden biri köpeği
  gazla uyutmuş ve götürmüş.
   - Neden beni değil?
  — Bu o kadar kolay değil. Bir kaç tane dürüst adamım
  var. Zaten ikisini de öldürmüşler.
  — Beni istiyorlardı. Neden ama?
  — Belki de senin onlara katılacağını umuyorlardı dedi
  Pallenl ve omuzlarını silkti. Neyse, adamlarım her şeyi hal
  lettiler.
  — Rick nerede?
  — Projeye geri döndü. Orada olması gerekiyor.
  — Ya Kora?
  Pallent sırıttı ve sekreterini çağırdı. "Bayan Pink, kızı içeriye alın. Şimdiye kadar uyudu, iyice güzelleşmiştir. Hele bir bakalım." Söyleyiş şekli Oren'in tüylerini diken diken etti. Pallent bir kahkaha attı.
  - Tamam, bu kız senin zayıf noktan.
  Ören kızgın bakışlarını duvara dikti. Pallent devam etti:
  — Senin de bir zayıf noktan var. Bunu farkettiğime se
  vindim. Benim çok işime gelir, senin hakkında epeydir dü
  şündüğüm planlar var.
  — Plan mı?
  — Dünya politikacıları bugünlerde seslerini çıkarmaya
  başladılar. Dünya'da her şeyi sözde yöneten kişi, kamuoyuna hoş görünmek için seçilmiş gerçek bir aktördür. Uzun zaman önce televizyonla başladı bu. Buna ben uygun değilim. Ne görünüşüm güzel, ne de iyi rol yapabilirim. Fakat sen Aşık, yapmak zorunda kaldığın tek şey, gitar çalan tatlı kişiliğine bürünmek. Kadınlar gözlerini görünce hayran kalacaklar. Halk seni kendinden biri olarak görecek. Aşırılar gözlerinin ardındaki esrarın ağına düşecekler. Kısaca, çekici bir gücün var. Özellikle o uzay şarkılarını söylerken. Birleşik Dünya'ya iyi bir başkan olacaksın.
  - Başkan mı?
  Pallent güldü:
  — Neden olmasın? Uzun zamandır ekranın arkasında
  ki bir numarayım, fakat başkan seçici olmak istiyorum.
  Zirvedeki adamın avuçlarımın içinde olmasını istiyorum.
  Rick'i düşünmüştüm, fakat sen olacaksın.
  — Siz bir kukla istiyorsunuz. Ben öyle bir tip değilim.
  Bunu biliyorsunuz.
  — Çok para için bir adamın neler yapabildiğini görün
  ce şaşıracaksın. Bak!
  Ören doğruldu ve döndü. Kora kapıda ışıl, ışıl parlıyordu. Fakat onun Kora olduğuna inanmak olanaksızdı. Bayan Pink ona gözlerine uygun, menekşe renkli şifon bir elbise giydirmişti. Vücudunun bütün kıvrımları yumuşak dalgalar halindeydi. Oren'e doğru heyecanla koşarken gümüş kolyesi bir elmas gibi parıldıyordu. Oren'in nefesi kesilmişti. Kora'yi sadece siyah pantolonu ve çizgili kazağı içinde görmüştü. Şimdi bu değişime inanamıyordu.
  - Para çok şeyi değiştiriyor, aşık. Kadınlar güzel ola
  bilmek için paraya ihtiyaç duyarlar. Senin Kora'n eski yu
  nan Tanrıçalarından daha güzel. Ama bu şöhretin olup da,
  olanaklarının yetersiz kalacağı günlerde de böyle güzel ka
  labilmesi için para gerekecek. Nasıl kalmasını istersin?
  Karşılaştır ikisini.
  Kora, Oren'in kollarına atıldı. Ören yutkundu. Parfümü,
  yayılan parlaklığı. Büyük Adam'ın tuzağı Faust'a göre doğruydu ve henüz...
  Bir an için Pallent'i unuttu.
  - Nasıl geldin buraya? diye sordu. Kora hâlâ kolların
  daydı. Onu ilgilendiren burada olmasıydı, nasıl ve niçin
  olduğu değil.
  Kora hızla konuştu. "Gazeteci çocuk, Johnny. Açıklayanı am." Anlatmayı denedi ama kullandığı kelimeler kargaşası anlamsızdı, et Sadece bir yarışma var aklımda, girene kadar beni çok rahatsız ediyordu. Burada olduğunu öğrendim. Sonra yarışmayı kazandım! Kazandım! Ören bu bir mucizeydi!"
  Pallent kıkırdayarak: "O yarışma bir düzendi!"
  — Düzen mi, ne demek istiyorsunuz?
  — Core'a getireceğimiz kızları ancak böyle kandırabiliyoruz.
   Madenciler her şeyden çok kadın istiyorlar, hiçbir
  kız da buraya kendiliğinden gelmez. Güzel kızları seçiyor
  lar.
  — Kulüpte bir şarkıcı olduğunu duydum. Oraya gitti
  ğimde barmen...
  Ören Kora'yı kollarıyla iyice sardı. "Unut hepsini. Önemli olan burada olman."
  Pallent viskisini yudumlarken gülümsedi. "Olabilir, ikiniz için de iyi olabilir; ancak sana söylediğim gibi aşık, dışarda çok toprak var."
  Sonra yalnız kaldılar. Evrende sanki ikisinden başka hiçbir şey yoktu. Bir süre sonra balkona çıktılar. Ören Ko-ra'ya bütün olanları anlattı. Avukatın San Raphael hapis-hanesindeki ziyaretinden, Yabancı'dan; Rick'e, Pallent'e kadar her şeyi.
  — O gemi ile gidiyorsun dedi Kora ve içini çekti.
  — Evet.
  — Neden ama?
  - Bilmiyorum ama gitmek zorundayım.
  Kora içini çekti: "O zaman ben de geliyorum."
  
  — Hayır!
  — Evet. Seni oraya sürükleyen her neyse bana da, se
  ninle birlikte olmamı söylüyor Ören. Burada şifon elbise
  nin içinde oturup bekleyemem. Yapamam. Eğer tehlike
  varsa ben de seninle paylaşmalıyım. Biz birbirimize aidiz.
  Ören sen de biliyorsun bunu. Benim de içimde aynı duy
  gu! Yüzünü yaklaştırdı "Bak Ören! Gözlerimin içine. Ne
  olursa olsun ikimizin olmak zorunda. Görüyorsun değil
  mi?"
  Gözlerinin derinliklerine baktı. Sonra başıyla onayladı. Oradaydı. Korada, hepsi vardı.
  Büyük Adam'a söylemeye gitti.
  Pallent kaplan gibi gürledi. "Siz bu gemiyi piknik yeri mi sanıyorsunuz?"
  Ören onunla nasıl konuşulacağını öğrenmişti:
  - Alfa'da bana ihtiyacın var. Rick'i kim gözetecek?
  Pallent kaşlarını çattı ve kıpırdadı:
  — Allah belasını versin, senin için planlarım var. Baş
  kan olmanı istiyorum.
  — Düşün, Büyük Adam. Komşumuza yapacağımız yol
  culuk altı ya da sekiz ay sürmek zorunda. Geri döndüğüm
  de bütün basında büyük bir kahraman olacağım. Herkes
  beni tanıyacak. Yoksa çok çalışacaksın. Kamuoyu yaratmak
  ve zemin hazırlamak, herkese kim olduğumu öğretmek
  gibi. Şimdi beni kimse tanımıyor, ama bu yolculuktan son
  ra bir kahraman olacağım.
  Pallent kuru dudaklarını yaladı ve somurttu. Birden bir kahkaha attı.
  - Şimdiden işi öğrenmeye başlamışsın. Aferin. Zaten
  bir yıl içinde seçim, meçim yok. Kahramanlar iyi politika
  cı olurlar.
  Beşinci Bölüm
  HELİKOPTERDEN aşağıdaki geçici arkeolojik kulübelere baktılar. Bu kamuflaj, yumuşak kayaların karşısına yapılmıştı. Bu kayalar yılın ılık mevsiminde mavi yeşil dikenlerle kaplanırdı. Kutup yakınlarında atmosfer incelmişti. Proje'nin altında büyük bir uçurum vardı.
  Ören ilk görüşte şaşkınlık içinde ıslık çaldı. Uçurumun altındaki mağara büyük bir yarım küreydi. Üstü gri-kır-mızımsı plastikle kaplıydı. Bu gizli kentin merkezine doğru da çalışma yerleri ve ofisler vardı. Fakat asıl parlayan ışık geminin kendisiydi, burnu neredeyse duvara değiyor-du.
  Pallent, Ören ve Kora'ya ana laboratuvarı gösterdi. İçerde insan üstü zekâlı mavi gözlü Dr. Corwin hesaplarla uğraşıyordu. Ufak tefek matematikçi Kora'yi sıcak bakışları ile süzdü. Ören kalın kaşlarını düşünceli bir şaşkınlıkla oynatıyordu. Sonra denklemlere dalıp, zamanla ilgili uzay ve uzaydışı teorilerini açıklamaya başladı.
  - Boş verin doktor dedi Ören, Beni Plüton'da kaybet
  tiniz.
  Bilim adamı güldü. "Ama senin gözlerinde bir şeyler var. Astrofizikle uğraştın mı?"
  Ören başıyla onayladı. "Biraz. Fakat sizin düzeyinizde değil."
  - Benim düzeyim mi? Böyle bir düzey yok. Fizik ötesine
  hızla yaklaşıyoruz. Yüzümüze, gözümüze bulaştırıyo
  ruz. Gerçeğin çevresinde dönüp duruyoruz. Sonra rastgele
  bulduğumuz bir şeye de hayran oluyoruz. Böyle şeyler için
  sende başlangıç duygusu var, ben öyle düşünüyorum. Bel
  ki bu yolculuğumuzda uzay-zaman teorilerim hakkında sa
  na bir şeyler öğretmeme izin verirsin. Bir asistan kullana
  bilirim.
  
  - Benim için büyük bir onur dedi Ören.
  Büyük an geldi. Geminin kapısı kapandığında içerde onyedi mürettebat, üç subay vardı. Dr. Corwin, Oren, Kora ve Yabancı. Yıldızlar şimdiden yaklaşmış gibiydi. Üzerlerindeki büyük kapak açıldı. İnsan yapımı şimşekler çaktı. Kaptan Myles Anderson uzun boylu bir İsveçliydi. Kalkışı rahatlıkla başaracağından emin bir hali vardı. Kora ve Oren'den hoşlanmış köpeği de pek sevmişti.
  Rick de mürettebattandı. Kora, Oren'in astrofizikçiyle olan günlük ilişkilerine katılıyordu. İkisinin işi Dr. Cor-win'in Alfa'nın uzaydan uzay dışına çıkıp sonra tekrar kendi uzay zaman akımlarına dönmeleri hakkında anlattığı ve gösterdiği her şeyi öğrenmekti. Ondan sonra güneşin altında Dünya gibi yeni bir gezegen bulmaktı. Bu gezegene hepsini yerleştirme işi de Kaptan Anderson'a aitti. Bazen Oren gitar çalıp çevresindekileri neşelendiriyordu. Mürettebat, onu dinlemeye geliyor ve Dünya'daki ağır şartları dile getiren şarkılarda ona eşlik ediyordu. Çoğu kez bunlar Kora ve Yabancı oluyordu.
  Bir gün Kora yumuşak sesiyle şu şarkıya eşlik etti: "Bir yıldızın beş noktasını say Önemli değil, ne kadar dolaştığımız, Doğu, batı, güney, kuzeyi say Ve beşinci nokta yuvamız olacak..."
  - Değil mi? Yabancı'yı okşayarak sordu. Yuvamıza
  geri döneceğiz değil mi?
  Oren içini çekti. Belki şarkı gibi beşinci nokta geldiği-miz hiçbir yönde değil. Bildiğimiz bir zamanda bile değil. Her şeyin sadece olduğu bir yer. Sonra Dr. Corwin doğru düğmeleri çevirince bütün yönlerin, bütün zamanların dışına çıkıp ait olduğumuz yere gideceğiz. Sonra biz. Hey! Ne oluyor Yabancı?
  Yabancı Kora'yi paçalarından tutup sürükleyerek, metal bir kübün kapalı kapısını kokladı. Kulakları iyice dik-leşmiş sürekli yutkunuyordu. Oren gitarını yere koydu.
  
  Kora: Ben bir şey duymuyorum dedi.
  - Bir şey var. Yabancının kulakları bizimkinden...
  Köpek yere düşen saç kıllarını bile kokluyor, öfkeyle
  havlıyordu. Ören hole doğru yürüdü. Yerçekimli döşeme sallanmaya, duvarlar titremeye başlayınca kısa bir an durdu. Koridor boş ve sessizdi. Ancak ana kabindeki mürettebatın panik içindeki bağırışları duyuluyordu. Ören titrek ve korku içinde bir ses duydu.
  - Kontrol aletlerinde bir bozukluk var.
  Kora sessizce ağlıyordu.
  Döşeme, duvarlar hâlâ titriyordu. Gemi boşlukta düşerken, Ören Kora'yı kendine doğru çekti. Bütün bunlar sadece birkaç saniyede olmasına rağmen saatler geçmiş gibiydi. Gemi bir çarpmayla durdu, sarsıntı kesilmişti. Sanki evren aldığı soluğu veremiyordu.
  - Bakmaya gidiyorum. Buradan ayrılma.
  Dar koridoru çok çabuk geçti. Ana kabine çıkan merdivenlere ulaştığında aşağıya inen biriyle karşılaştı.
  — Doktor! Dr. Corwin'di bu. Yüzü bembeyaz kesilmiş
  ti. Ören adamın titremesini kollarında durdurabildi. Ne
  oluyor?., diye sordu.
  — Rick!
  — Rick'e ne oldu?
  — Kontrol odasına benimle konuşmaya gelmişti. Bana
  amcasından söz etti. Tuhaf ve umutsuzdu. Amcasından
  uzaklaştığını söyledi. Alfa'ya varmamalıydık. Sonra -o an
  da yardım çağıramadım- bütün düğmeleri kapatıp, lövyeleri
  çekmeye başladı. Çok korkmuştum; fakat Kaptan An
  derson onu durdurduğunda iş işten geçmişti.
  — Onu iyi izleyemedim! diye Ören bağırdı. Onun de
  ğişken olduğunu biliyordum.
  — Hayır! Onu kontrol odasına ben aldım. Benim hatamdı
  bu. Fakat çok ilgiliymiş gibi gelmişti bana. Benimle
  konuşurken her şeyi unutmuştum, yanılmışım...
  Ören'in odasına girdi. Oturduğunda elleri hâlâ titriyor-
  du. Bu adam, bir suikastçı. Bütün bu büyük planları yıkacak, ha!
  — Ne yapabiliriz? dedi Ören.
  — Hiçbir şey. Kaptan Anderson buralarda bir kalkış
  yeri bulabilirse tekrar kalkmaya çalışacak.
  — Burası mı? Burası neresi?
  — Bilmiyorum. Dr. Corwin acıyla baktı. Rotamızın
  hedefinde değildi. Daha zamanı gelmemişti. Çok uzaktay
  dık. Normal olarak yıllar sürerdi. Bu kadar yaşayamazdım.
  - Neresi? Kora heyecanlandı. Neredeyiz o zaman?
  Dr. Corwin başını salladı. Ait olduğumuz yerde değil.
  Hayır. Başka bir yerdeyiz. Belki de hiçbir yerde.
  Altıncı Bölüm
  BULUNDUKLARI yer soğuktu. Soğuk, sisli, karanlık. Gezegene can veren güneş çok uzaklardan belli belirsiz parlıyordu. Dondurucu bir havası olan, sürekli kar yağan gezegende insanın yaşayabileceği bir atmosferin olması büyük bir rastlantıydı.
  Küçük avcı grubunun kızağı, sürtünmeden ısınıp arkasında beyaz köpükler bırakarak ilerliyordu. Avcılar son durdukları yeri işaretleyip dinlenmek için mağaralarına döndüler.
  Ören Yabancı'nın durmadan havlamasını duyuyordu. Havlaması etkisiz kalınca, Oren'in ellerini pençeleriyle tırmaladı. Ören ellerini çekti. Dondurucu ölüm çok yumuşaktı.
  En sonunda, zorla gözlerini açabildi. Gördüğü sadece karanlıktı. En ufak ışık belirtisi yoktu; fakat üstünde oynaşan Yabancı'nın bir şeyler hissettiği kesindi.
  Tüylerinin sıcaklığı onu tekrar yaşama döndürdü. Parmakları göğsüne uzanmış Yabancı'yı buldu.
  - Niye canın sıkılıyor oğlum?
  Yabancı boynunu silkeledi, sonra elmacık kemiğine doğru bir pençe attı. Yabancı'nın Öreni rahat bırakmaya hiç niyeti yoktu. Yakınında zayıf bir inilti duyunca kendini zorlayarak ayağa kalktı. Karanlığı delip Kora'yi bulmaya çalıştı. Kollarına aldı. Ona olan yakınlığı içini tekrar yaşama arzusuyla doldurmuştu. Kora'nın buzlu elleri ve yüzünü okşadı.
  - Kora! diye bağırdı. Sonra karanlığa doğru seslendi.
  Dr. Corwin! İyi misiniz?
  Kora seslerin etkisiyle kımıldandı, iyice sokuldu. "Ayağımda, bir şey hissediyorum."
  Ören Kora'yı yere oturttu, sonra doktoru aramaya başladı. Bulur bulmaz omuzlarından tutup yavaşça salladı.
  — Yaralandınız mı doktor?
  — Hayır! Sanmıyorum. Sadece do, do, donuyorum!
  Dişleri birbirine vuruyordu.
  Ören üçünü bir araya topladı. Derhal buradan çıkıp, nerede olduğumuzu anlamalıyız. Burada bir saat daha kalırsak öleceğiz.
  Ayağa kalktı, eksi otuz derece açıya ayarlanmış el fenerini buldu. Fenerin sarı ışığını yüzlerine çevirdiğinde hepsine sahte bir sıcaklık vermişti.
  - Ellerinizi ve ayaklarınızı ovmaya devam edin, yüzle
  rinizi ovun. Kan dolaşımını sürdürecek her şeyi yapın. Sı
  caklık sıfırın çok altında olmalı. Diğerlerini bulup sıcak
  giysiler alacağım.
  Devrilmiş kapıyı itti, önündeki dar yolu ışıkla taradı. Ana kabin ve kontrol odası karşılıktık içindeydi. Bir yaşam belirtisi bulabilmek için çevresine baktı. Sonra ötekilerin yanına döndü.
  — Bir fener daha buldum. Elbise arayacağım. Doktor
  nasıl ?
  — Ben iyiyim. Doktor gülümseyerek doğrulmaya çalış
  tı, ama kalkamadı. Kora kollarına ve ayaklarına masaj ya
  pıyordu.
  — Mürettebata ne olmuş?
  - Görebildiğim kadarıyla ölmüşler. Büyük bir delik açılmış ve içeriye kar dolmuş. Düşme anında ölmeyenler, donmuş olmalılar. Biz aşağıda olduğumuz için kurtulduk Sanırım altımızdaki motorlar da soğuktan donana kadar çalışmış.
  — Neredeyiz Ören?
  — Allah bilir. Bütün bildiğim dondurucu soğuğu ve
  solunabilir havası olan bir yerdeyiz. Düştüğümüzde kar sayesinde
  yanmaktan kurtulduk. Karın içine iyice gömülmüş
  durumdayız.
  —
  —
  
  
  Uzay vitesi odasında bir kaç çift bot bulmuştu. Soğuktan morarmış parmakları ısı elbiselerine ulaştı. Kora ve Doktor için de iki tane aldıktan sonra geri döndü.
  Zayıf bir inilti duyarak durdu. Ses neredeyse rüzgârın uğultusunda kaybolacaktı. Yabancı havlamaya başladı. Makine odasına doğru hareketlendi. Aşağıda genç bir tayfa inliyordu. Kızıl saçlı çilli genç ağlamaya başladı. Şükürler olsun Allahım!
  Ören eğildi ve ısı elbiselerini genç adamın omuzuna sardı.
  — Düştüğümüzde aşağıdaydım. Birbirine vuran dişle
  riyle, sözlerini sürdürdü. Yukarı çıkmaya çalıştığımda so
  ğuk elimi parçaladı. Ellerimi gevşetemiyorum.
  — Sakın ha! Bir parça iyileşene kadar yaranı elbise par
  çalarıyla sararım. Bekle. Şimdi dönerim.
  — Bir yere gideceğim yok.
  Şimdi hepsi ısı elbiselerinin içinde dört yabancı kişiydiler. Doktor hepsine ısıtıcı konserveler yedirmiş, vitamin hapları yutturmuştu.
  — Aşağıya inmeden önce son bir kontrol yapsak iyi olur
  dedi Ören. Eğrilmiş metal yığınlarının arasından kendile
  rine yol açtılar. Ören Rick'i buldu. Çeneleri birbirine ke
  netlenmişti.
  — "Zavallı" sabit gözlerle baktı. "Bir dünyayı daha Pallent'in
  ellerine teslim edemezdi. Sanırım, iyi bir şey yapa
  na kadar onun dümen suyuna gitmeye karar vermişti. Fa
  kat korkuyla karışık nefreti çok derinlerden geliyordu.
  Bunu şimdi yapması gerekiyordu ve Pallent de sabotajcı
  ları onun bulmasını istemişti."
  Her taraf dondurucu bir ölüm kokuyordu.
  - Altımızdaki motorlar, düşüşten sonra saatlerce sı
  cak kaldılar dedi doktor, Yoksa çoktan ölmüştük.
  Kızıl saçlı genç Bort, çevresine bakındı ve titredi: Hemen çıkalım bu mezardan.
  İhtiyaç duydukları her şeyi paketlere doldurdular ve çı-
  
  kışa doğru yürüdüler. Uzun bir buz tünelinden geçtiler. Sanki buzdan duvarlı bir alt geçitti. Yürümek oldukça zordu. Bot zincirlerini almak için geri döndüler.
  Yukarı çıkış oldukça yavaştı. Fenerleri duvarlardan yansıyan ışığın altında gökkuşakları meydana getiriyordu.
  Sonra...
  Bart, "Bakın!" diye bağırdı.
  Yarı saydam çıkış kapısı bulutlu gökyüzüne açılıyordu. Bart yaratıkları ilk görendi. Bulutların altında bir dizi dev şekil yaklaşıyordu. Sonra hepsi birden durdular ve gözetlemeye başladılar.
  — Aman Allahım! Ne kadar iriler! diyen Bart silahını
  çekti.
  — "Bekle!" Dr. Corwin Bart'ın kolunu aşağıya indirdi.
  "Tehlikeli olup olmadıklarını bilmiyoruz. Düşünsene. On
  lar burada büyümüşler. Nasıl yaşanılacağım biliyorlar. On
  lara ihtiyacımız olabilir."
  — Bir düzine olmalılar diye ekledi Ören Ne olursa ol
  sun onlara ihtiyacımız olabilir.
  — Ne kadar çirkinler diye ürperdi Kora.
  Ören yavaş yavaş ilerlediklerini farketti. Bu saçlı devlerin en kısası 4,5 metre boyundaydı. Göğüsleri varil gibiydi ve düz yüzlerinde burun yoktu. Uzun bacaklarının ucundaki taraklı ayakları, kar ayakkabılarıyla daha da genişliyordu. Hepsi uçlarında sivri kayalar bağlı mızraklar taşıyordu.
  En iri ve çirkinleri silahını doğrultarak ilerledi, bağırması rüzgârda kaybolmuştu.
  Dünyalılar durdu.
  Devlere bakarak beklediler. Soluklarından çıkan buhar rüzgârla dansediyordu. Yabancı da, Kora ve Oren'in arasına girmiş bakıyordu.
  Sonunda vahşiler sessizliği bozdular. Bulundukları yerden gelen karışık sesler bir karara varamadıklarını belirtiyordu. Bazıları mızraklarını savuracakmış gibi kaldırdılar.
  Bir mızrak havayı delerek bir kaç metre önlerinde buza saplanınca Bart silahını çekti.
  - Hayır! diye bağırdı Ören.
  Çok geçti. Bart silahını doğrultmuş ve ateşlemişti. Mızrağı savuran yaratık tam göğsünden yaralandı ve karların ortasına yuvarlandı. Birden öteki mızraklar da yağmaya başladı. Biri Bart'in boynuna, öteki de göğsüne saplandı. Sendeledi ve kan kusarak yere yığıldı.
  Ören ölen genç için ağlarken, doktora döndü, ve silahını çekti. Ne yapacağız şimdi.
  - Hâlâ çok geç olmayabilir.
  Rüzgâr, topluluktan çeşitli sesleri getirdi. Birden şaşkınlık verici bir şey oldu. Başkanları dizlerinin üstüne çöktü, diğerleri de ona uydu.
  Dr. Corwin rahatlatıcı bir işaret yaptı. Eski öykü. Biz gökten geldik, biz Tanrı'yız. Bart birini ateş kusan silâhla öldürünceye kadar emin değildiler.
  - Şimdi Tanrılar gibi mi davranacağız? diye sordu
  Ören.
  Dr. Corwin başını salladı. Unutma! İlkeller eğer Tanrılarından umduklarını alamazlarsa, her zaman kendi Tanrılarına dönerler.
  Kendilerini beyaz karların üzerinde taşıyan kızak, bu devler için yapılmıştı. İki hayvan tarafından çekiliyordu. Yeni Tanrılar yumuşak kürkler arasında oturmuştu. Kan-guru-fil karışımı hayvanların korkutucu bağırışlarıyla birlikte arkalarında kar tozları bırakarak hareket ettiler. Avcılar arkalarında duruyordu.
  Ufukta testere dişleri gibi bir dizi karlı dağ yükseliyordu. Kızağı çeken hayvanlar o yöne doğru atılıp, yolcuları dev mağaralara götürdüler. Devlerin başkanları Dünyalıları kızaktan çıkardı. Meşalelerin ışığı altında yeni Tanrılar kayaların arasından aşağıya indiler.
  - Tüm dağ, bal peteği gibi olmalı dedi Ören.
  
  — Evet duvarlar da sıcak şimdi. Bizim vahşiler de bu
  rada yaşıyorlar. Varlıklarını bu mağaralara borçlular.
  — İyice yoruldum diye Kora sızlandı.
  Yolculuk, bir dizi karanlık ve içinde ufak ufak mağaralar olan dev kayalara geldiklerinde bitti. Ortada büyük bir ateş yanıyor, çevresinde küçük devler ve kadınlar çömel-nıiş yemek yapıyorlardı. Dünyalıları özel bir yere oturttular. Bir kadın düz bir taş tabak içinde yemek getirdi.
  - Bu köpekler yemek de mi yiyorlar? Kora şaşırmıştı.
  Gözlerini yarı pişmiş ete ve mantarlara kaydırdı.
  Ören ona bir tabak yemek uzatırken, Nasıl yaşıyorlar ya? dedi.
  - Et fena değil dedi doktor. Bu büyük mantarlar mağa
  ralarda yetişiyor olmalı.
  Yemeklerini yerken Kora dışardaki yaratıkları inceliyordu. "Amma büyükler, Ürpertiyorlar beni."
  Ören sugeçirmez çantasından gitarını çıkardı: Bu vahşileri veya hayvanları eğlendirmek için bir, iki şarkı söyleyeyim mi?
  - Elde edebileceğimiz en iyi koşullara sahibiz dedi Dr.
  Corwin. Bana, teorilerimi hiç kanıtlayamayacakmışım gibi
  geliyor.
  Kora mırıldandı:
  - Bana da hep buradaymışız gibi geliyor.
  Ören gitarının tellerine dokunup, şarkısını söylemeye başladı. Bir süre sonra kadınlar ve çocuklar da yerlerinden kımıldadılar. Kıllı yüzler, sarkıtlara doğru döndü. Ören dev çocuklara neşeli bir denizci şarkısı söyledi. Bir çocuk sendeleyerek Kora'ya yaklaştı. Kora çocuğun kıllı pembe yüzüne şefkatle dokundu. Birden büyük bir anne gölge gibi göründü ve çocuğu geri çekti. Çocuk böğürmeye başladı.
  "Hışş, küçük bebeğim, sesini çıkarma, Annen sana kuş alacak..."
  Oren'in tatlı sesi mağaranın duvarlarında yankılar ya-
  
  
  parken küçük aile grupları da uykuya daldı. Ören bir uzay şarkısı söyledi.
  "Nerede, nerede bize yol gösterecek yıldız, şimdi? Nerede bizim kaybolan hayallerimiz?.."
  Hayali, yeşil tepelerde yuvarlanmak, denizlerde yüzmekti. Fakat kötü kaderin bir eseri olarak bir şeyin ters gitmesi yüzünden yok olmuştu... Kendini topladı. Kora'ya ve doktora baktı. Huzur içinde uyuyorlardı. Büyük ateş de sönmek üzereydi; ama yine de Kora'nın elmacık kemiklerinde ve boynunda hoş gölgeler oluşturuyordu.
  Bir anda farkına vardı.
  Yabancı gitmişti.
  Öteki tarafa gitti. Kora! diye fısıldadı. Doktor? Kora içini çekerek uyandı, Dr. Corwin hayvani bir horultuyla ayağa fırladı.
  - Ne var? Ne oldu?
  Ören fenerini en karanlık köşelerde dolaştırdı. Islık çaldı. Her zaman bu ıslığa koşar gelirdi Yabancı. Ama bu kez gelmedi.
  — Birkaç dakika daha bekle." Doktor hâlâ gözlerini
  oğuşturuyordu.
  — Hayır! Onu bulmak zorundayız. Böyle nedensiz çe
  kip gitmezdi.
  — Bende geleceğim. Kora'nın sesinden kararlı olduğu
  anlaşılıyordu.
  — Gelmek zorundaysan gel. Doktorun sesi oldukça alay
  lıydı.
  Ören kendinin ve Kora'nın çantasını almıştı. Hep beraber kalmak en iyisi olacaktı. "Ören, Yabancı senin için niye bu kadar önemli?"
  Ören bakışlarını doktora çevirdi. "Önemli de ondan."
  - Tamam, sadece sordum.
  Uzak duvarlara doğru ateşin çevresinden dolaşarak yola koyuldular. Ören hâlâ ıslık çalıyordu, gelen yanıtlar sadece mağaranın derinliklerinden çınlayan yankılardı.
  
  — Bu büyük geçit diğerlerinden farklı. Neden öyle bil
  miyorum. İçeri doğru yürüdü. Kora ve doktor da peşin
  deydi.
  — Evet, bu farklı doktor. Doktor ıslık çaldı. Yakındaki
  duvara feneri tuttu.
  — Bakın ne kadar düz. Şu küçük çentikler. Bu mağara
  ötekiler gibi doğal olarak biçimlenmemiş. Bildikleri kada
  rıyla bu tüneli kazıp cilalamışlar. Tabana bak. Arkada birsürü
  eşyanın karışıklığı ve kötü kokusu var. Bu tüneli aça
  bilmek için çok acı çekmişler. Ne demektir bu?
  Kora lafa karıştı: Meksikalıların güzel bir deyişi vardır! Evimiz bir kilise kadar temiz olmalı.
  — Tamam. Bu tünel onların ibadet ettikleri yere gidi
  yor.
  — Tanrı olarak tahminime göre, doğru yöndeyiz, diye
  rek güldü Ören.
  Tünel hafif eğimliydi. Ayak sesleri, gelen mırıltılara karışmıştı. Düz duvardaki bir boşlukta konuşuyorlardı.
  — Sonuna geldik.
  — Bir kapı var burada. Ören ışığı açıp kapayarak her
  tarafı inceledi. Daha doğrusu öyle olmalı. Fakat sürekli
  kullanıldığı belli. Bu ilkellerin bunu yapabileceğini kırk
  yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
  — Belki de onlar yapmadılar. İlkel bilimler her zaman
  rahiplerle başlar. Daha hiçbirini görmedik. Antropolojik
  olarak konuşmak gerekirse, avcılardan belki bir taş atımı
  öndedirler.
  — Öyleyse kapıyı açalım.
  — Neden? Yabancı da açamazdı bu kapıyı. Geride bir
  yerlerde olmalı. Belki de onu gören çocuklardan birinin
  aklına minyatür bir evcil hayvan istediği için gelmiştir.
  — Belki. Ören kapının dibine çömeldi, parmaklarıyla
  duvarı taramaya başladı. İşte. Gevşek bir kayanın üstüne
  bastırması sonucunda bir mekanizma çalışmıştı. Önlerin
  deki engel yana kaydı. Buzlu bir rüzgâr esti.
  
  - Yine buz kutusuna döndük dedi Kora titrek sesiyle.
  Ören fenerini üstünde durdukları kayaya tuttu. Geniş
  mağara buzla kaplıydı. Yukarıda duvarların bittiği yerde sarkıtlar başlıyordu.
  - Tıpkı bir katedral dedi Ören.
  Islığına dar bir kayanın üzerinden yanıt gelmişti. Kısık bir havlama sesiydi bu yanıt.
  — Yabancı! diye bağırdı Ören. Şu kayanın hemen üze
  rinde. Kapı mekanizmasını o çalıştırdı. Kendisini izleme
  mizi istiyor.
  — inanılmaz! Dr. Corwin sesi yine horultu gibiydi.
  — Yabancı'yi tanımıyorsun. O yüzden sana inanılmaz
  gibi geliyor.
  — Belki de bir seraptır dedi Kora.
  — Neden? Zaten bir serap görüyoruz. Ören buzlu mer
  divenlerde kaymaması için ellerinden tuttu. İkiniz de dik
  katli olun düşerseniz, ölürsünüz.
  Rüzgâr yukardan canlı sesler getiriyordu. Buzlu sarkıtlar titreşiyordu.
  — Bütün bu yerler rahipler için hazırdı. Her şeyin zor
  olmasından hoşlanıyorlar. Güçlerine ve prestijlerine kat
  kıda bulunuyor.
  — Çabuk olun! diye bağırdı Ören. Rüzgâr sizi bir daki
  ka içersinde aşağıya uçuracak!
  Kısa boylu bilgin başını salladı ve peşlerinden yürüdü. Merdivenin sonunda başka bir tünele açılan bir kapı vardı. Ören açma mekanizmasını bu kez ayağı ile buldu.
  - Gerçekten köpekler için düzenlenmemiş diyerek
  güldü. Herhalde rahipler bu işi bir "Açıl susam açıl" nu
  marasıyla büyü gibi gösteriyorlardı.
  Dr. Corwin kök halatlarını ve dengelenmiş kayalar sistemini incelemek için dinledi. Dahice! Fakat işe yarıyor.
  - "Anne!" Onlar mühendislik sistemini incelemeye
  dalmışken Kora ileri bakıyordu. "Bakın!"
  Birkaç metre ilerde daha küçük bir mavi buz çemberi
  vardı. Duvarları yarı saydamdı. Gün ışığı tertemiz buzun üzerinde parıltılar yapıyordu. Fenerleri yanmadığı halde sarkıtlardan yansıyan güneş ışığı buzların üzerinde gökkuşakları oluşturmuştu.
  Soğuğu kesen sadece bu ışık yayılması değildi. Öteki tarafta, buzların tam ortasında bir yer kürsü gibi kalmıştı. Bu yuvarlak buz kürsünün üzerinde bir blok ve bir adam vardı.
  — İnanılmaz! İnsana benziyor. Fakat emin olamam.
  Bu giysi doğuluların giydiği cinsten. O bronz yüz ve ke
  mikli yapısı, kesinlikle insan bu.
  — Çok yaşlı görünüyor.
  Kora heyecanla bağırana kadar bu buzdan yaratığın etrafında kaldılar. "Yalnız değiliz."
  Tünelin dışında bir sıra dev duruyordu; ama bunlar diğerlerinden farklıydı. Varil gibi vücutlarındaki kıllar, koyu mor derileri gözüksün diye kırpılmıştı. Geniş başları beyaza boyanmıştı. Başlarından omuzlarına kadar inen deri togaları ölü kanı kırmızılığındaydı...
  Yedinci Bölüm
  — UNUTMA biz Tanrıyız. Korkunu açığa vurma. Dr.
  Corwin beyaz yüzlü canavarlara doğru gülünç ve tuhaf bir
  şekilde yürüdü.
  — Bunlar rahip doğal olarak. Şimdi neden Tanrı oldu
  
Has leído el texto 1 de Turco literatura.