Ölümsüz Antikite - 01

Total number of words is 3880
Total number of unique words is 2248
26.3 of words are in the 2000 most common words
38.1 of words are in the 5000 most common words
45.0 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
BİRİNCİ BÖLÜM
LARA
ya da
HIPPOLYTE
(Aseksüel Koloni)
( O, ezilen cinsin efsane lideriydi. Kavminin başında, sonuna kadar savaştı. Onun
sonu, onur ve şeref, adalet ve eşitlik için gövdelerini ateşlere atan pırıl pırıl ilahelerin
kavminin de sonunu başlattı. Onun eşsiz anısı, o ezilen cinsin, her umutsuz isyanında
bayrak oldu. Her nesil kendi Hippolyte’ini yarattı... O, boyun eğmeyi reddeden asil
kadın ruhunun efsanesiydi... Efsane nesilden nesile devam ediyor... Bayrak elden ele geçiyor... Efsane bugün de yaşıyor...)
1.
Lara, üzerinde aylardır çalıştığı yontunun yanıbaşında uyanmıştı o sabah. Olimpos antik kentine inen yamaçların arasına kurulu, kartal yuvasını andıran evin ön cephesindeki sürgülü camlar sonuna kadar açıktı. Birkaç kilometre ötede yeşil çam ağaçlarının arasından görüntüye giren Akdeniz mavisi, ilahi bir çağrının renklerini saçıyordu adeta. Henüz ilkbahardı. O yüzden, yaz mevsiminde, kavrulup kuruyacakmışçasına coşkuyla buharlaşan ve puslu bir mavilik yayarak izleyenleri hayal dünyalarına yönlendiren deniz henüz yeterince sahih imajlar veriyordu Akdeniz kıyısına kendini sürgün etmiş kent yorgunu insanlara.
Ilık bir Akdeniz rüzgarı esiyordu. Güneşin uyarıcı ışınlarını ruhuna katıp Lara’nın yarı çıplak gövdesini okşuyordu rüzgar. Garip bir haz duyuyordu bundan Lara. Kabul edilebilir düzeyde ruh temizliğine sahip bir erkek tarafından asla böyle okşanmamıştı yaşamında. Bundansa tuhaf çok tuhaf bir hüzün duyuyordu. Yaşamındaki bu büyük eksikliği gidermek için çırpındığı, fazlasıyla toy, saf, acemi yıllarını anımsadı. Minik bir gözyaşı süzüldü yanağından aşağı. Gözyaşı teninden kurtulup boşluğa bıraktığında kendini sanki öksüz gövdesi yalnızlığını en derin haliyle duyumsamış gibi ürperdi. Garip bir ağrı gelip kasıklarında düğümlendi. Kalp ağrısının, aşk hüsranının, hayal kırıklığının, yenik düşlerin, duygusal yıkımların ağrısını kalpte hissederken olduğu gibi kasıklarının orta yerinde derin bir burukluk odaklanıyordu. Bunu son zamanlarda o kadar çok hissediyordu ki... Kimi zaman kendinden utanıyordu... Yaşanılan tüm yıkımlara, satılmalara, aldatılmalara ve içine düşülen onulmaz kirliliklere rağmen bir kadının, doğasının tutsağı olmaya ve gövdesini kıyıcı, barbar, kaba, ruhsuz, kirli, egoist erkek taleplerine köle etmeye, sunmaya devam etmesinin ne tür bir kabul edilebilirliği olabilirdi?.. Bu, lanet bir paradokstu. Bir kadının olasılıkla hayattaki en büyük dramı buydu. Ve bundan kurtulmanın bir yolu olmalıydı.
Uzandığı yerden, kıpırdamadan başını yana çevirip Herakles’e baktı Lara. Bembeyaz yontu anıtsal bir edayla duruyor ve adeta bakışlarıyla uzak Akdeniz serüvenlerini tarıyordu. Onun kıpırtısız duruşu Lara’yı üzüyordu. Sanki kendisine yapılmış büyük bir haksızlık gibi geliyordu bu... Neden böyle bir erkek yoktu artık dünyada?.. Neden olamıyordu?.. Ve bir kadının kendi parmaklarıyla, tırnaklarıyla, kanıyla, canıyla, gözyaşıyla yarattığı böyle bir tanrısal yaratık neden canlanıp ete kemiğe bürünüp onun yalnızlık ve yaralanmışlıkla malul, alevlere gömülmüş, erimekte olan ruhunu serinletmek için üzerine yığılmıyordu. Soğuk mermer taşından oluşmuş o sertlik neden gövdesini delip sonsuz bir buzulun dehşetiyle içindeki ateşi zincire vurup kolye olarak asmıyordu tanrılar dağına... Neden, neden, neden?..
Hayatta kalmak için son gücünü harcayan, kendisine yaşamsal iksiri geri verecek yaratığa doğru hamle etmek üzere küçük yaşam kıpırtılarıyla o tarafa yönelen bilinmedik bir tür gibi Herakles’e doğru yöneldi Lara. Parmağının ucunu Herakles’in ayak parmağına değdirdi. Bu, sanki bazı mucizelerin başlangıcı olabilirmiş gibi garip beklentiler vardı içinde. Hiç bir şey olmadı. Böyle olmasından dolayı şaşmış gibiydi Lara. Sırtını duvara dayamış gibi oturmuş, bir bacağını kırık olarak uzatmış, diğer bacağı aşağı sarkan, Roma alemlerindeki hedonist eğlencelerin seksüel bir anına denk gelmişçesine bakan yontunun bacaklarına doğru gezdirdi elini Lara. Kendini ona doğru çekti. Soğuk taş kıpırdamaksızın duruyordu. Yaratıcısının iç kanamalarını anlamanın çok ama çok uzağında gözüküyordu. Bu, Lara’yı yaralıyordu. Saçmaladığının fena halde farkındaydı ama yine de yaralanıyor ve haksızlığa uğramışlık hissine kapılıyordu.
Bezgince başını dizine dayadı Herakles’in. Akşamdan içilen iki şişe şarabın yarattığı ateşe iyi geldi bu. Ama yine de ağlamak, ağlamak ve ağlamak istiyordu Lara. Herakles’in dizlerinde ağlamak... Gözyaşları dökülmeye başladı Herakles’in dizlerine... Hala taş kalpli yaratık hiç bir canlılık emaresi göstermiyordu. Hala onu anlamıyordu. Oysa neredeyse sekiz aydır ondan başka bir şeyle uğraşmamıştı Lara. Bu ona yapılan büyük bir haksızlıktı. Hiç değilse düşlerine girmeyi deneyebilirdi... Bunu bile yapmamıştı... Oysa Lara yalnızdı, çaresizdi, ona ihtiyacı vardı, fena halde ihtiyacı vardı...
Elini Herakles’in baldırının altından geçirdi Lara... Usulca, sanki biri görmesin diye dikkat ederek özenle yontulmuş testislerini avucunun içine aldı. Bir yandan midesi bulanıyor, bir yandan kalbi çarpıyordu... Akşamdan kalmaydı. Başı da fena halde dönüyordu. Tırnaklarını kırmak istercesine dizlerinden tutup Herakles’in önüne geçti. Var gücüyle bir çığlık attı. Eğildi oraya... Ve ağlayıp hıçkırarak Herakles’in erekte vaziyette yontulmamış penisini ağzına aldı. Onu uyarıp canlandırmak ister gibi bir hali vardı. Bundan amacı fetişiyle oral seks yapmak değildi. Sadece Roma hedonist şölenleri sonrasında dolan midesini boşaltmak için gırtlağına kemik sokan generallerin tarzının bir benzerini uygulamaktı. Fetişinin yardımıyla kusmayı denemek ve rahatlamak istiyordu. Ve bunun için onun henüz yontulmamış amorf bırakılmış penisini kullanıyordu.
Ağlıyor, ölümcül çığlıklar atıyor, hırlıyor, boğulur gibi oluyor ve şekilsiz, taştan cismi boğazına kadar sokmaya çalışıyordu. Ama düşüncelerini kusmak fikri üzerinde yoğunlaştıramamıştı. Cinsel organındaki ıslaklığın yayılmaya başladığını hissediyordu. Bir elini oraya götürdü. Parmaklarıyla vargücüyle itip çekmeye başladı... Olay gerçek bir sapkınlık, gerçek bir çıldırma halini almıştı. Herakles’in suskun ve kıpırtısız duruşunun öcünü almak istercesine cinselliğine daldırıyordu parmaklarını. Çamurlara bulanmış bir bahar seli gibi kopup bir şeyler gelmek istiyordu içinden. O gidip geldikçe, sel de yerinden kopar gibi oluyordu. Ha koptu ha kopacaktı. Herakles yine mavi Akdeniz ufuklarını tarıyordu gözleriyle... Ve bir kopma, kopma, kopma anı tam gövdesini teslim almak üzereydi ki Lara’nın, deli gibi telefon çalmaya başladı... Lara su içerken yılan sokmuş ya da sevişme anında arkadan kurşun yemiş gibi oldu. Neye uğradığını şaşırdı. Zirve noktasından dönmüş orgazmının gövdesine yaydığı terörize hayal kırıklığı, Herakles’in çare bulmaz suskunluk ve soğukluğu, içinde bulunduğu hal, fetişist seksüel şölende basılmışlık ve akşamdan kalmanın dayanılmaz halleri... Ansızın kusmaya başladı Lara... Deli gibi kusuyordu. Telefon çalıp duruyordu... Ağlamakla, kusmakla ve yarım kalmış orgazmla harab olmuş gövde, amorf bir nesne gibi mermer yer döşemesine yığılıp yapışırken telefonun çalması susuyor. Yerini Lara’nın telesekreter mesajı alıyor. Önce bir müzik duyuluyor. 60’lı yıllardan bir melodi:
“Are you lonely like me?....”
Sonra Lara’nın ciddi iş kadınlarına benzeyen anonsu duyuluyor:
“Şu anda sizi yanıtlayamıyorum. Sinyal sesinden sonra not bırakabilirsiniz...”
Mesaj bırakılıyor:
“Ben Katre. Acilen beni ara. Çok önemli. Görüşmemiz lazım.”
Lara yattığı yerden doğrulmaya çabalıyor. Ama yetişemeyeceğini anlıyor. Aynı yere yığılıyor.
Katre mesajı bırakmadan önce çalan şarkının son sözlerini anımsıyor Lara, minik dudak kıpırtılarıyla yineliyor onları... “Baby stop, you’re crying...”
Daha da çok ağlamak geliyor içinden.
Herakles yontusu ise hiç kıpırdamadan Akdeniz’in pesimizm yayan bitimsiz mavisine boş boş bakıp duruyor...
2.
Taşların üzerine yapışık bir halde, ne kadar kalakaldığını hatırlayamıyordu bile. Güneşin varmış olduğu noktadan öğlen suları olduğunu kavramak mümkündü. Şınav çekmeye hazırlanmanın öncel hamlelerine başlarken gösterilen çevik kararlılığı andıran bir sıçrayış ile ellerinin üzerinde yüzüstü doğruldu. Uzun düşünce adımlarının sığabildiği fakat toplam bir saniyeyi geçmeyen bekleyişten sonra ok gibi çekip dizlerini karnına, ayağa fırladı. Güne başlamalıydı. Her şeye rağmen başlamalıydı. Üstelik yardımcılara yaptırılması gereken işleri kendi yaparak başlamalıydı. Yarıçıplak bir halde, yontusunun yanına yöresine kusmuş bir kadının zafiyet dolu görüntülerini ortalık yerde herkese göstermenin ve hayat hakkındaki kırıklık, eksiklik ve tatminsizlikleri ele vermenin hiçbir anlamı yoktu.
Usulca banyoya yöneldi. Yerleri sileceği ‘vileda’sını su ve deterjanla doldurup tekmeleye tekmeleye salona getirdi. Herakles’in seks kölesi, halayığı, cariyesi, geyşası, kapatması, yosması yerleri silecekti. Ve o zalim taş yine kıpırdamadan bakacaktı. “Olsun!” diye fısıldadı kendi kendine... “Hiç değilse o yok! O yok veya cansız! O aslında kölesi olmak için benim yarattığım bir nesne... O aslında benim!”
* * * *
Oysa kendi bencil amaçlarına hizmet ettirmek için binbir güç kazanımı entrikasını adım adım uygulayan aşağılık erkek terörizminin kaç yıl hizmetinde olduğunu sayamıyordu bile Lara... O yıllarda hep bir kutsal amaç vardı. Ya para, ya kariyer, ya ulaşılması gereken standart için yapılması gereken son fedakarlıklar, ya konut kredisinin son taksitleri, ya soylu aile kavramına bağlılık, ya şu ya bu... Erkek ideolojisi mutlaka bir şeyler icat edip kadının sırtına semer etmenin yolunu bulurdu. Ve bir şekilde ekonomik atraksiyonlar marifetlice organize edilip kadın rehin alınırdı. Rehinelikten kurtulmanın tek çaresi çırılçıplak olarak kaçıp kendini kurtarmak sokaklarda sürünen bir sürtük haline dönüşmekti. Kısa süre sonra da çok daha aşağı düzeyden erkeklerin eline düşüp ehlileştirilmek kaçınılmaz olurdu böylece...
Erkeklerin sistemi buydu. Tezgahı iyi kurmuşlardı. Dünyada hala orman kanunlarının geçtiğini biliyorlardı. O yüzden ormanın en geçerli meziyetini ellerinde bulundurmak için birbirlerinin gözlerini oymaktan kaçınmıyorlardı. Para ve güç için yapamayacakları yoktu. Ve biliyorlardı ki bir kere bunları ele geçirdikten sonra kadınları köleleştirmek hiç de fazla sorun olmayacaktı. Aslında erkek öyle garip bir yaratıktı ki sadece kadını köleleştirmek peşinde değildi... Türünün bütün diğer üyelerini de ezmek, yok etmek, sakatlamak, güçsüzleştirmek, boyun eğdirmek, kaçırmak, sistem dışı etmek gibi terörist ruha sahip terminatör bir yaratıktı.
Doğa bunu biliyordu. Ve erkeklerden hoşlanmıyordu. Doğa her zaman kadınları sevmişti. O yüzden her yediğimiz dana eti erkek yavruların etiydi. Dişi dana büyüyecek, uysal uysal kırlarda gezecek, otlayacak, süt verecek, doğuracak, doğayla uyum içinde yaşayacak ve hakkına razı olacaktı... Oysa eşit sayıda erkek dananın büyüyüp birer boğa olduğu anın dehşetini doğa niçin taşımak istesindi ki?... Üstelik üretmek adına hiçbir rolü olmayan bu yaratığın saçtığı sorunları temizlemek için hayatı yeniden düzenlemek!.. O yüzden en doğrusu doğar doğmaz mezbahaya sevketmekti erkeği... Hayvanlar alemini terbiye etmişti doğa. Bir erkek kafiydi. Diğerleri doğruca mezbahaya... Ya insanların kurduğu mezbahalara, ya da doğanın kendi çarklarının oluşturduğu öğütücü çarklara... Doğa bu uyumsuz, egoist ve terminatör ruhlu yaratığı sevmiyordu. Bir tanesini saklıyordu zor günler için, üremedeki şifresi için. Basit bir spermi için... Onun dışında ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktu. Ne doğanın, ne dünyanın, ne diğer türlerin ne de kendi dişisinin...
Çok zaman erkeklerin arta kalanlarını birbirine kırdırıyordu doğa. Dövüştürüyor, savaştırıyor, avlarda telef ettiriyor ve kadının elde edilebileceği ana kadar avda, savaşta ve terörize serüvenlerde, kısacası azapta bulunmasını sağlıyordu. Ya da en temizinden, güç skalasında bir üstte bulunan tür, onları çoğaltırken erkeklerini doğar doğmaz yok ediyordu... Yola devam etmek için tüm dişiler lazımdı. Fakat bir erkek kafiydi... İşte skalanın en üst canlısı ademoğlu, sığır, at, kümes hayvanları, çiftlik hayvanları vs. hepsini keyfi için, boğazlayıp yemek için çoğaltırken erkek türünü hemen yok ediyordu. Dişiler her şeye yetiyordu. Üremeye de üretmeye de, yaşanılabilir bir sulh ortamına da... Ve fakat ademoğlunun sergilediği vandallık aslında, zincirin son halkasında gelip kendini de bulmak zorundaydı. İnsan türünün erkekleri de birbirinin kurdu olmak ve birbirini kırmak zorundaydı... Ahhh, doğanın bu ilahi talebine yardım etmek ne kutsal bir çaba olurdu!...
Erkeklerin dilinden doğa anlıyordu. Bir tek insan türü bu konsepte direnebiliyordu. Erkek doğayı terbiye etmeye, ehlileştirmeye, değiştirmeye çalışıyordu. Hatta bu konuda yeterince güçlü olmak için tüm erkekler birleşip kadim bir akit bile yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre kadınları bölüşmüşlerdi. Herkese bir kadın... Herkesin bir kadını olsun!.. Herkese bir tane dağıtalım bela çıkmasın. En kalitelisini kimin alacağına dair bir yarışma olsun sadece. Bunun kuralı da çok basit olmalıydı. Herkes kendini bu yarışmanın gönüllü bir figürü olarak bulabilmeli, coşkuyla ve istekle bu yarışa katılmalıydı. Ne olabilirdi bu yarışma konusu? Güç... Gücün kadar alabilecektin. Gücünün karşılığı neyse, terazinin orasına denk gelen estetiği, kutsanmış güzelliği, ruhunu yatıştıracak beyaz yumuşaklığı, büyülü sesler çıkaran o vazgeçilmez tanrısal yaratığı alacaktın... Güç skalasında yerin değiştikçe, irtifa kazandıkça, seçme hakkını düzeltip daha yükseğe gözünü dikebilecektin. Bunun için mevzi, tekil kavgalar, çatışmalar, arsızlıklar, aymazlık ve açgözlülükler, kıyıcılıklar sergileyebilirdin. Ama sistemi çökertecek, bir konsept değişikliğine yol açacak çaplı devrimlere girişmeye hakkın yoktu. Eğer bunu yapmaya kalkışırsan sistem seni lanetleyebilir ve yok edip ortadan kaldırabilirdi. Buna izin vermezdi. Çünkü senin kalkışman başarıya ulaştığında sen zaten sistemi yok etmeyi başarmış olacaktın.
Lara, erkekler bıkkınıydı... Yorgunuydu... Belki bu tanımlamalar çok yetersizdi onun duyguları yanında... O aslında nefret ediyordu. Erkeklerden nefret ediyor ve onları hayatında istemiyordu. Belki o yüzden bu düşünceler sıklıkla beynine hücum ediyordu son zamanlarda. Ve en yaralayıcısı da şuydu ki, alkolün tutsağı olunan bir gecenin sabahında ezilmişliği altında kıvranılan fetiş yine bir erkekti... Yaratıcısı kendi bile olsa bu böyleydi. Bu acıydı. Bu katlanılmazdı... Bu çok fena bir şeydi.
Lara artık buna dayanamıyordu...
3.
“Katre’yi aramak gerekiyor... Katre’yi aramak gerekiyor...” diye mırıldanarak yerlere saçılmış kusmukları temizliyor Lara. Katre’yi aramak istemediğini farkediyor. Katre ile konuşmanın şu an için ona ağır geleceğini düşünüyor. Onun çocuksu, saf, budala bir adanmışlıkla, adeta yaşama bu misyonla gelmişçesine ideal erkeğini arama hezeyanlarından bıktığını düşünüyor. Katre’yi aslında çok sevdiğini kendi kendine sıklıkla itiraf ettiğini, hatta buna itiraf bile denemez, adeta unutulmasın diye otomatik olarak yinelediğini biliyor. Ama sıkılıyor. Bazı şeylerden artık çok sıkılıyor. Katre’nin erkeklere dair öykülerini artık dinlemiyor. Çünkü bunları dinlemekle giderek Katre’ye olan saygısını da yitirmekte olduğunu farkedeli çok zaman oluyor. Oysa o, Katre’yi kaybetmek istemiyor. Katre’yi seviyor. Bu, lezbiyen bir aşk ya da eğilim değil. İnsan olarak onun değerli biri olduğunu biliyor.
Büyük kentlerin kaldırımlarını tak tak çınlatan özgüvenli kadın topuk seslerinin en önemli yayıcılarından birinin Katre olduğunu biliyor. Onun döpiyes içinde bond çantalar taşırken, ucube adliye koridorlarına dalarken, cübbesini savururken kaç tane erkeğin düşlerini harab edip bitirdiğini çok iyi biliyor ve bu ona iyi geliyor. Onun tek bir kabul edilemez yönü var... Erkeklere dair budalalıkları... Bu yaratığın şifrelerini keşfedememiş olması... Bu lanet mahluktan hiçbir bok olamayacağını anlayamaması... Ve ağzı açık ayran budalası gibi, her kalıbı yerinde, giyimi düzgün, sakal traşı nizami erkekte bir keramet olabileceği fikri ile onları incelemeye alması, yemeklere çıkması, konserlere gitmesi, hafta sonu serüvenleri yaşamaya çalışması... Ve her yeni gelen erkekle birlikte yeni hayal kırıklıklarını yaşayıp yeni keşiflerde bulunması... Peki bir kadının gerçekleri anlayabilmesi ve hayatta nelerin olamayacağına dair şifreleri çözebilmesi için kaç tane hayal kırıklığı yeterlidir?... İşte Katre’de aksayan bu... O, sonsuza kadar umudunu yitirmeyecek gibi gözüküyor. Ve bu çok aptalca... Bu türün artık ne olduğunu çoktan anlaması ve gerçek bir kadın gibi zekice davranması gerekirdi...
Belki onun henüz otuz iki yaşında olması yani kendisinden altı yaş daha genç olması bazı şeyleri keşfedememesi için bağışlatıcı bir gerekçe olabilirdi. Belki inanılması ne kadar zor olursa olsun, zor beğenirliğin ve mükemmeli arayışın peşinde geçen, kentsoylu inceliklere sahip yaşamında bu yaşa kadar bakire kalabilmiş olması, bazı iğrençlikleri bilememesi, görememesi, kavrayamaması için bir neden teşkil edebilirdi. Ama bu da komik değil miydi? İdealin peşinde koşarken ahmaklaşmak!.. Sulanmış, yıkkın, yanan vajinalar, iç derinlikleri zorlayan bir boşluk çekimi duygusu ile uyanılan yalnız yataklarda geçen yıllar... Tatminsiz, gergin, titrek kalkılıp yine de beğenilmek arzusuyla süslenilip kent sokaklarına düşülen depresif sabahlar... Ve tüm bunların arasında, kentsoylu kültürün garip bir frekansına sıkışıp kendine göre rafine bir hayat içinde umutlar beslemek... Bunların hepsi de saçmaydı.
Katre henüz hiç evlenmemiş olduğu için, bir erkekle birlikteliğin cinsellik ötesi sorunlarından ve yaralayıcılığından da bihaberdi. Belki de bunu başka türlü değerlendirmek daha doğru olurdu... O, bunları bilmek istemiyordu. Bilmekten kaçıyordu. Bunlar hep rüyaların karanlık perdeleri arasında umutla beklensin istiyordu. Bir oyundu sonuç olarak bunlar... Sadece beklentisinde tatlar bulunan bir garip oyun... Oysa Lara için bedbinlik ve bezginlik aşamasına yükseltgenmek, bu oyunları reddedip hep gerçeklerin yaralayıcığının doruklarında gezerek başlamıştı. Dört evlilik... Bazan durup düşünmeden edemiyordu Lara... O bunu neden yapmıştı?... Nasıl bu kadar saçmalamayı başarmıştı?... Bunun neresinde farkındalık mertebesine ulaşmışlık gerekirdi?... O bunu neden başaramamıştı?..
Bunları her düşündüğünde karnına bıçaklar saplanıyordu. Kalbine yüz kiloluk bir taş çöküyordu, cinsel organında katlanılmaz kompleksler duyumsamaya başlıyordu. O kanaldan ilerleyen ne çok kir gövdesine ortak olabilmişti geçmişte... Korkaklık, garanticilik, umut ve beklentilerin acımasız tuzaklarında nasıl da izin verebilmişti bunlara?... Bunların hepsi de çok küçültücüydü... Ama hiç değilse bir yadsıma noktasına varmışlık vardı onun benliğinde ve Katre’de olmayan bu töz Lara’yı korkulara sürüklüyordu. Ne olacaktı bu tatlı kız?... Onu ne kadar çok saçmalıktan korumak zorunda olduğunu düşünüyordu. Ve tüm bunlar ona zor geliyordu... Kötü sonuçlandığında hayatın kayacağı bir sınava gitmek için sabah uyanıp soğuk kent bulvarlarına düşüldüğünde içinde olunan isteksizlik ve depresyona benzer şeyler duyuyordu bunları hatırladığında...
Aramayacaktı Katre’yi... Bunu ne kadar ertelese kardı. Bazı budalalıkları ne kadar geç öğrense yaşamda o kadar daha az acı çekmiş olacaktı. Bu formülü keşfetmişti. Ve artık pek çok şeyi olduğu gibi Katre’nin içinde yoğrulduğu platonik sapkınlıkları da öğrenmek istemiyordu.
Üzerine bir tişört geçirdi. Göbeğini açıkta bırakan minik bez parçası ve altındaki şortun yaydığı seksüel çağrıdan dolayı onu rahatsız edecek kimse yoktu çiftlikte. Dört atına bakmakla yükümlü olan seyisi bazı harika özelliklerinden dolayı işe almıştı. Adam sağır ve dilsizdi. Ve öylesine çirkin bir köylüydü ki olasılıkla bu fizyonomisinden dolayı taşıdığı kompleksler ömrü boyunca kasıklarının arasında taşıdığı nesnenin varlığını ortaya çıkarmasına izin vermemişti. Bir erkek böyleyken iyi diye düşündü Lara... “Bu iyi, bu çok iyi...” diye tekrarladı kendi kendine yüksek sesle... “Keşke hepsi böyle olabilseydi!” diye ekledi.
Kapıdan çıktığında güneşin yakıcı saldırısıyla karşılaştı. Bundan hoşnutluk duydu. Atların ahırına doğru yöneldi. Bir at gezintisi için iyi bir saat sayılmazdı. Ama onların varlığını bilmek, bir kere daha görmek güzeldi. Lara son zamanlarda uyandığında ilk iş olarak bunu yapıyordu. Beygirlerini, kısraklarını ziyaret ediyor ve seyisi bir şekilde uzaklaştırıyordu. Sonra elleriyle onlara dokunuyor muhtelif yerlerini sıvazlıyordu. Birkaç kere beygirlerin erkeklik organlarını bile muayene etmişti. Onların kocaman testislerini avuçlarının içine almış hafif seksüel fanteziler kurmanın ötesine taşarak düşünsel boyutlara ulaşmıştı. Bir beygirin onun talepleri doğrultusunda iğdiş edilebilir bir erkek canlı olması ona hep iyi duygusal çağrışımlar taşıyordu. Bunu bilmek hoş bir şeydi. Bir erkek bu zaptedilmiş, enterne haliyle çok güzeldi...
O sabah fazla kalmadı orada Lara... Sadece atlar, yontu sanatı ve okçuluktan ibaret Olimpos günlerinin sonuncu uğraşısı çekti onu. Son model yayını aldı. Gerçek bir Amazon gibi onu gerdi. Karşıdaki hedef tahtasını dikkatliçe ölçtü biçti. Kol kaslarının çelik bir yay gibi kabarıp derisini zorlamasını keyifle izledi. Ve oku bıraktı. Çok iyi bir atış değildi. Ama hedefi yakın sayılabilecek bir yerinden vurmuştu. Birkaç ok daha attı. Sonra birkaç tane daha... Evdeki yardımcıları yanına kadar gelmiş arkasına sığınmış onu izliyorlardı hayranlıkla. Henüz reşit olmuş iki kızdı bunlar. Lara onların adeta tanrıçasıydı. Öylesine bir öykünme ve hayranlıkla bakıyorlardı ona. O sırada Amazonas Çiftliği’nin eteklerine kondurulduğu tepeden uçuşa geçen bir paraşüt iki yüz metre üzerlerinden uçarak sahile doğru süzülmekteydi. Paraşüt atlayışları için bu tepeyi keşfetmiş turistlerin varlığı Lara’yı rahatsız etmiyordu. Arada bir üzerlerinden süzülen o rengarenk nesne garip bir haz veriyordu Lara’ya. Sanki yaşamın sürprizlerle dolu dünyasında yeni bir renk ortama girip onlara yeni heyecanları anımsatmak istiyordu. Bir kaç gündür bu uçuşlara bakıp mutlulukla gülümsüyor Lara hayaller kuruyordu.
Yeni bir ok germeye başlamıştı Lara. Kolundaki güçten dolayı gurur duyuyordu. Tam oku bırakmak üzereydi ki elli metre ilerideki evden telefon sesi duyulmaya başlandı yine. Bütün konsantrasyonu bozuldu Lara’nın.
“Lanet olası Katre sus artık!” diye haykırdı.
Telefon ısrarla çalıyordu. Yayı germiş vaziyette kalakalmıştı Lara. Telefonun susmasını bekliyordu oku atmak için. Telesekreter yine devreye girmişti. Yayı bıraktı Lara. Telesekreterin susmasını beklerken yine gerdi yayı. Telefon yine acı acı çalmaya başladı. Vargücüyle boğuk bir çığlık attı Lara.
“Lanet olası Katre, kendi pisliklerini neden bana temizlettirecekmişsin! Lanet olası platonik sapık!” diye çığlık attı. Oku bıraktı. Bütün kontrol elinden kaçmıştı. Ok gökyüzündeki bir kuş sürüsüne doğru yol alırken telesekreter bir daha devreye girdi:
“Are you lonely like me?... Need a friend....”
Bulunduğu yere çöktü Lara. Kanadından okla vurulmuş küçük bir turna uzun çimenlere doğru süzülüyordu gökyüzünden. Lara’nın iki Dalmaçyalı’sı çocuklar gibi şen, ava doğru havlayarak koşmaya başlamışlardı.
“İşte bu felaket!” dedi Lara. “Tanrı çok kötü bir işaret yolluyor! Katre, Katre lanet olası Katre... Yaptığını görüyor musun?”
4.
Katre öyle dakika başı Olimpos’u arayan zevzek bir kadın değildi. O yüzden Lara, aradan geçen süreler boyunca endişelere sürüklendi. Yavaş yavaş bazı kaygılar, tedirginlikler dolmaya başladı içine. Kadınlara mahsus sezgiler bu sefer gerçekleşmesin diye dua ediyordu bir yandan. Bu garip duygu kadınlık serüveninde hep rahatsız etmişti Lara’yı. En eski mitolojik referanslarda yer alan Kassandra senromu en budala kadında bile öyle işlek bir vaziyette hayatiyet buluyordu ki... Bu lanet bilicilik hep korkutuyordu Lara’yı. Ve daha da acı olanı şuydu ki kadim tragedyalar her zaman tanrısal bir bilinç gibi haklıydılar. Öyle ki her kadın bir yandan Kassandra kadar kahin ruhla dopdoluyken yine tıpkı onun gibi, olagelecek hiçbir trajedinin önüne geçemiyordu. Bu, ezik kadınlar için, erkek dehşetinin ortasında güçsüz bırakılmış çaresiz kadınlar için tastamam geçerliyken, Lara gibi aşkın iddiaların sahibi güçlü kadınlar için de kaçınılmaz olarak hayata geçiyordu. Lara olacak kötülükleri daima ve şaşmaz bir şekilde bilebiliyor ve ne yaparsa yapsın bunların önüne geçemiyor, uyarı ve önlemlerini kimseye dinletemiyordu.
“Nedimeler,” görünümü veren iki genç yardımcısının önü sıra eve doğru yöneldi Lara. Onun kızgın anlarını bilen yardımcıları süt dökmüş kedi gibi ardı sıra yürüyorlardı. Kraliçenin dehşeti her an onları çarpabilirmişçesine korku doluydular. Lara’nın böyle anlarını bilirlerdi. Lara’ya böyle anlarında kölece servis vermenin sonraki yaşamlarını ne kadar kolaylaştırdığını ve ne tür olanaklara kavuşmalarını sağladığını çok iyi bilirlerdi. O yüzden bu anın ayrı bir önemi ve hatta denebilir ki tılsımı vardı.
Hizmetçi değil, yardımcılarım demeye özen göstererek genç gururlarını hep ayakta tuttuğu iki köy güzelini yanına alalı çok olmuştu. İç savaş yıllarında ailelerini yitirmiş iki sarışın Kürt kızıydı bunlar. Kuzen olmalarının yanısıra taşıdıkları en büyük avantaj, feodal toplum düzeni içerisinde binlerce akrabaya sahip olan diğer Kürt köylülerinden çok farklı olmalarıydı. Lara’nın çok sorgulamak istemediği bir şekilde kimsesizdiler. Bu konuyu kurcalamamak Lara’nın hep işine gelmişti. Belki de dağılmış Kürt gerilla gruplarının aranan birer üyesiydiler. Ve kanun tarafından aranıyor olmak onların saklanmak zorunluluklarını arttırıyor, itaatkarlıklarını zorunlu kılıyor ve Lara’ya mahkum olmalarını sağlıyordu. Lara böylesi bir avantajın varlığını duyumsuyordu ama bunu alenen söz konusu ya da çıkar vesilesi yapmaktan kaçınıyordu. Suskunluk ve iyi niyetle sürdürüyordu bu avantajını.
Belki de dağlarda yıllar geçirmişti bu iki sarışın Kürt kızı. Belki ölümlerden dönmüş, sayısız çatışmada bulunmuşlardı. Kürt olduklarından bile emin değildi Lara. Bunu tahmin ediyor ve kurcalamıyordu sadece. Konuşmaları Türk Türkçesi değildi. Kürt Türkçesi’nin kaba saba vurguları vardı aksanlarında. Ama Olimpos’taki kaçınık yaşamında Lara’ya büyük destek olan kişilikleri vardı. Bir kere çok iyi silah kullanıyorlardı. Atletik ve çeviktiler. Kaslı kolları, uzun boyları vardı. Zaten at merakını Lara’ya aşılayan da onlardı. At üzerinde bir kızılderili kadar maharetli olabiliyorlar, adeta atlarla konuşuyorlardı.
Başlardaki çapulcu giysilerden Lara’nın özenli çabaları sonucunda kurtulup kişilikli giyinmeye başladıklarında garip, efsunlu birer dişi ilahe olup çıkmışlardı. Hırçın, hırpalanmış, sert, mücadeleci, doğa insanlarına benzeyen görüntüleri, kentsel modanın pastoral eğilimleriyle kuşatılıp, agresiv aksesuarlarla bezendiğinde ortaya gerçek birer mitolojik motif çıkıvermişti sanki. Kürt sarısı saçları Lara’nın tezgahından geçip bukleli oluverince ve rocker bileklikleri bileklerini, zincirleri gövdelerini çevreleyince ve paçaları yırtık deri etekler doğanın akışına uygun bir yıpratılmışlıkla görüntüde yerini alınca sözkonusu motifler neredeyse ete kemiğe bürünmüş vaziyette tanrılar dağındaki yerlerini almışlardı.
Kuşkusuz ilaheleri ve öykündükleri kişi Lara idi. Lara’nın bir seksenlik cüssesi yanında uzun boylulukları pek bir şey ifade edemiyordu doğallıkla. Sarışınlıkta ise yine Lara’nın gerisindeydiler. Belki Lara’dan daha iyi ata biniyorlardı ama Lara’nın kasları, tutku saldığı okçuluk sporu dolayısıyla çok güçlüydü.
Issız ve sıkıntılı geçen Olimpos günlerinde monotonluğu bölmek için Lara’nın bazı meydan okumalarını seve seve kabul ederlerdi. Güreş ve judoda utangaçlıklarını yenerek göze göz dişe diş mücadelelere girerlerdi patroniçeleriyle. Ne yazık ki öldürücü sertlikte geçen gerillalık yıllarının eğitimine rağmen kent kadını Lara’yı bir türlü alt edemezlerdi. Tırnakların, pençelerin, dirsek ve yumrukların pervasızca devreye sokulduğu bu mücadelelerden kan revan içinde çıktıkları olurdu. O günlerin gecelerinde yanan odun sobasının başında birbirlerinin yaralarını temizlemekten çok hoşlanırlardı. Hatta bir hafta önce çok ilginç bir serüven yaşamışlardı. Lara’nın özenle biriktirdiği koleksiyonundaki Amazon giysilerini ve silahlarını kuşanıp gezintiye çıktıkları gece, birer Amazon savaşcısından farksızdılar. Cuşkuyla, naralar atarak çiftliği terketmişlerdi. Çılgın bir fantezi yaşamak ister gibiydiler o gece...
* * *
Paraşüt atlayışı yapan turistlerin üzerlerinden uçup durduğu günün gecesinde, yaşadıkları o büyük utkuyu anımsadı Lara... Nasıl da mutlu olmuşlardı?.. Atlarının üzerinde masal prensesleri gibi yükselen üç ilahe dere yatağının bittiği yerde ani bir hamle ile yola çıkmışlardı. Bir jeep geçmekteydi yoldan. Bir anda yola fırlayan üç atlı ve üç köpeği gören jeep şaşkınlıkla frene asılmıştı. Kontrolünü yitirmiş olarak patinaj halinde çapraz ata ata yolun kenarındaki ağaca çarpıp durmuştu jeep. Üzeri açık jeep’teki hanot kılıklı esmer adam Lara, Zara ve Maya’yı görünce şaşkınlıktan donakalmıştı.
Lara yardımcılarına bakmıştı. Aklına şeytani fikirler hücum etmişti. Ağaca bindirmiş jeep’teki adam yavaş yavaş kendine gelmekteydi. Peri kızları kadar güzel üç Amazon’u görünce yaptığı kazayı unutmuş yavaş yavaş sırıtmaya başlamıştı. Esmer, bıyıklı, altın kolye takan, turist kızları düzmek için olmadık soytarılıklar yapan adamlardan biri olduğu her halinden belliydi. Bir film setine düştüğünü sanmıştı adam. Gözlerine inanamamıştı. Usulca arabadan sıyrılıp aşağı inmişti. Üç Amazon gelip karşısında durmuşlardı. Lara çevik bir hamleyle atından inmişti. Sonrası şöyle gelişmişti:
“Geçmiş olsun!” dedi Lara.
“Sağolun,” dedi adam.
“Size yardım edelim,” dedi Lara.
“Önemli değil, önemli değil, siz Antalya’daki film stüdyolarına bağlı çalışan oyuncular mısınız?” diye sordu.
“Evet,” dedi Lara biraz düşündükten sonra.
“Prova mı?” dedi adam sırnaşıkça.
“Evet,” dedi Lara.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Ölümsüz Antikite - 02
  • Parts
  • Ölümsüz Antikite - 01
    Total number of words is 3880
    Total number of unique words is 2248
    26.3 of words are in the 2000 most common words
    38.1 of words are in the 5000 most common words
    45.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 02
    Total number of words is 3945
    Total number of unique words is 2169
    30.5 of words are in the 2000 most common words
    43.5 of words are in the 5000 most common words
    50.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 03
    Total number of words is 3881
    Total number of unique words is 2238
    26.5 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 04
    Total number of words is 3881
    Total number of unique words is 2191
    28.0 of words are in the 2000 most common words
    41.5 of words are in the 5000 most common words
    50.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 05
    Total number of words is 3812
    Total number of unique words is 2089
    29.0 of words are in the 2000 most common words
    42.6 of words are in the 5000 most common words
    50.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 06
    Total number of words is 3900
    Total number of unique words is 2025
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 07
    Total number of words is 3945
    Total number of unique words is 2127
    30.2 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    53.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 08
    Total number of words is 3746
    Total number of unique words is 2199
    27.7 of words are in the 2000 most common words
    40.5 of words are in the 5000 most common words
    48.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 09
    Total number of words is 3842
    Total number of unique words is 2153
    27.2 of words are in the 2000 most common words
    40.3 of words are in the 5000 most common words
    47.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 10
    Total number of words is 3722
    Total number of unique words is 1990
    29.0 of words are in the 2000 most common words
    43.8 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 11
    Total number of words is 3859
    Total number of unique words is 2027
    29.4 of words are in the 2000 most common words
    43.2 of words are in the 5000 most common words
    51.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 12
    Total number of words is 3840
    Total number of unique words is 2020
    30.2 of words are in the 2000 most common words
    44.9 of words are in the 5000 most common words
    53.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 13
    Total number of words is 3819
    Total number of unique words is 2252
    25.4 of words are in the 2000 most common words
    38.4 of words are in the 5000 most common words
    45.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Ölümsüz Antikite - 14
    Total number of words is 2343
    Total number of unique words is 1529
    28.9 of words are in the 2000 most common words
    43.8 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.