Monumentum Ancyranum - 4
Total number of words is 4013
Total number of unique words is 2173
25.4 of words are in the 2000 most common words
36.8 of words are in the 5000 most common words
43.9 of words are in the 8000 most common words
Onun bu sayımlarla, özellikle eyaletlerde güttüğü amaç, yalnızca kuru ve elisıkı bir maliyecinin Roma'ya para, vergi sağlamak isteyen ve bu istatistiklerden halkın sağlığı ve gönenci için en ufak bir sonuç bile çıkarmayı aklına getirmeyen sömürgecinin amacıdır. Gallia'ya yolladığı Licinus adlı azatlı kölesinin, o ülkeye bu sayımla birlikte götürdüğü vergi ve soygunculuk düzenini, tarihçiler Roma için "Germania tehlikesinden de büyük" diye nitelemişlerdir. (Ferrero, V, s. 279-280, not: 1 ve s. 289.)
Augustus'un bu bölümde adı geçen reformlarının en önemlisi, ahlakta yapmak istedikleridir. Augustus, çıkarı için Sextus Pompeius'un çok yakın akrabası olan Scribonia ile evlenmiş; o çıkarın ortadan kalktığını sandığı andaysa (İÖ 38'de) onu kovmuştur. Aynı zamanda, sonradan oğul edindiği Tiberius Nero'yu, karısı olan Livia'yı kendisine bırakmaya zorlamış ve onunla evlenmişti. Asıl kötüsü, Livia ile evlendiği sırada, kadın kendisinden üç aylık gebeydi! (V. Duruy: His., Rom., 1909, 359.)
Böyle bir insanın ahlak reformu yapması insana ürperti verir. Ama Augustus'un Roma kadını için yapmak istedikleri gerçektir, çok önemlidir ve bu reformu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu reformun önemini anlamak için Roma'da kadının (iç savaşlardan sonra) düştüğü durumu kısaca anlatmak gerekir.
Hellenistik sanat ve uygarlık, yarı barbar bir kitle olarak bulduğu Roma ailesini çok değiştirmiştir. Kurallarının dışına çıkılmasına kesinlikle izin vermeyen; bükülmez bir kapalı çerçeve içinde yaşayan, amacıysa yalnızca evlenme yoluyla Romalı türünü üretmek olan eski ailenin yerini, utanmaz bir cinsel birleşme almıştı. Ne tören, ne dua, ne kayıt, evlenmeyi oluşturmuyordu; karşılıklı razı oluş, asıl olarak çiftleşmeye yetiyor; bu razı oluş yerine anlayışsızlık geçince de, çiftler ayrılıyordu. Birleşmede, hukuku ilgilendiren tek görünür şey, çeyizdi (drahoma). Kadını sürekli olarak elinde tutan vasilikten kalan tek izse, babası, anası, kocası bulunmadığı zaman herhangi bir vasi bulmasıydı. Bu dönemin soylu hanımında eksik olan; yalınlık, baş eğme, iş zevki ve namustu. Kadın, birçok özgürlük arasında namussuzluk özgürlüğünü de almıştı denebilir. Öyle bir özgürlük ki, sonunda ceza almaktan, boşanarak hemen kurtuluyordu. Evlenmeler, yurttaşlık görevi olmaktan çıkmış, güzelliğin, servetin, güçlü ailelere çatmanın gerektirdiği bir hesap işi olmuştu. Bu hesaplarında aldananlar hemen ayrılıyor, boyuna kadın değiştiriyorlardı. Çoğu kez de azatlı kölelerini odalık yapıyorlardı. Bu birleşmeler evlenme sayılmadığından, doğan çocuklar yasal çocuk sayılmıyor; bu da baba için (beğendiğini oğul edinme bakımından) ayrı bir kazanç oluyordu.
Çözülen ailenin kadınını fuhuşa götüren nedenlerin başında, yoklukla lüksten oluşan bir karşıtlıklar bileşimi bulunuyordu. Ele geçirilen ve her biri Hellenistik uygarlığın kural tanımaz zevkine ve eğlencesine boğulmuş olarak Roma'ya geçen Akdeniz ülkelerinden; iç savaşların yıktığı, öbek öbek yok olmuş kitlelerin çoğaldığı Roma dünyasına o denli çok fahişe, oyuncu, lüks eşya, karışık görenekler ve gelenekler yağıyordu ki, bunların arasında eski din bağlarını parçalamış olan Roma ailesinin kadını, sanki çırılçıplak, şaşırmış kalmıştı. Eski ataerkil (patriarcale) aile bağlarından sıyrılan Roma aile kadını, yeni ve sınırsız görülen özgürlüğü içinde ne yapacağını bilmiyordu. Aslında çalışma yaşamı, yaratma yaşamı bulunmayan Roma sitesinde; erkeğini elinden alan Yahudi, Mısırlı ya da Atinalı kokot; bu kadına örnek oluşturuyordu. "Yeşil zümrütlerle, Sur'un beyaz ve pahalı yünlerinden yapılmış kumaşlarla ya da ipek giysiler ve Kızıldeniz'den getirilen incilerle süslenen" bu yabancı ve düşük kadınlar; Roma'nın en yüksek aile erkeğini tutsak edebiliyordu. Evin, ocağın işlerine bağlı kalan Roma kadınını yalnızca alay ve aldatılma beklediğinden, onların da bu oyuncu ve yabancı kadınların yolunu tutması pek doğal oluyordu. O zaman, ailenin alçakgönüllü geliri bütün bu lükse yetmiyor; kadın da kendisine lüksü sağlayan insanı arıyor; bulunca da tek engel tanımadan onun oluyordu.
İç savaşlarda servetini batırmış olan şövalyelerin, senatörlerin ailelerinde, gün geçtikçe batmak üzere olan bir geminin yıkımı beliriyordu. Bu ailenin kadınları, "kocalarının batan servetini ellerinde bulunduran yeni zenginleri; güzellikleri, öpücükleri, namuslarıyla ellerine almak, servetlerini kısmen olsun ellerine geçirmek yolunda kocalarıyla anlaşıyorlardı". (Ferrero, V, s. 72.) Böylece fuhuş, soylu tabakanın hoş gördüğü garip bir alışveriş durumuna gelmişti. Bir zamanlar, namussuz kadını öldürme hakkı verilen koca, şimdi bu namussuzluğun ticaretiyle mutlu olmaya bakıyordu. Soylu ya da yüksek ya da yöneten tabakada bulunanlardan birçoğunun karısının satılık olduğu, Roma'da herkesin bildiği bir şeydi. Grachus kardeşlerin anasını yetiştiren Roma ailesinin düştüğü bu aşağılık durum, ne korkunçtur!
Erkeklerin de evlenme işinde kendilerini her türlü sorumluluktan kurtaran yolu tutmaları olağan bir şey olmuştu. Evlenme yerine, soylu aile kadınlarından birini ya da Roma toplumunda toplumsal bir değeri olmayan, bu nedenle çiftleşmesinden kaygı duyulacak bir sonuç çıkmayacak olan Suryalı, Yunanistanlı, İspanyalı dansözlerden, şarkıcılardan birini ya da şehvet oyunlarının her türlüsü öğretilerek yetiştirilmiş genç oğlanları seçmek, dünyaya egemen olan Roma soylu erkeğinin hiç kızarmadan yaşadığı gündelik bir yaşam olmuştur. Doğallıkla, çocuk sahibi olmamak, bütün bu toplumsal sapkınlıkların baş nedeniydi.
Çocuksuz, sorumsuz bu şehvet düşkünlüğü; Roma'da çarpışma ve savaşma isteğini ve gücünü kemiriyordu; yazın, "erotik" şiirleriyle toplumun çürüyüp dağılmasını, ahlak sınırlamalarından, erkeklik, yurtseverlik duygularından tümüyle uzak bir eğlence, bir sefahat mekanizmasının korkunç bir yayılmayla işlemesini hazırlıyordu. Tibulle ve Properce gibi Latin şairleri, zamanımızın Pierre Louis'inde gördüğümüz Yunan "erotizmi"ini Roma toplumuna yayarken, bütünüyle askerlik ve savaş düşmanı bir anlatım kullanmaktan çekinmiyorlardı. Ne tuhaftır ki, Tibulle'yi koruyan, Roma'nın güçlü devlet adamı Messala; Properce'i koruyan da, Augustus'un en yakın dostu, akıl hocası Mécène idi!
Bütün bu çirkin işler, Roma'yı yönetenlerin geçmişe dönmek, geçmişi bütün gelenekleriyle yeniden yaşatmak istedikleri bir zamanda oluyordu. Geçmişi yaşatmak isteyenler, onu çürüten, dağıtan şiiri, insanı aynı zamanda koruyor, benimsiyorlardı! Bu çelişki, Roma'nın içinde çalkandığı ahlaksal bunalımı göstermeye yeter sanırım.
Bu bunalıma, bu bunalımı yaratan bütün uğursuz, olumsuz etmenlere karşı, Roma'da bir tepki belirdi. Bu tepkiyi oluşturan kamuoyu, sıradan değildi. Bir kez gerçek halk vardı ki, yıllarca süren iç ve dış savaşlardan dolayı, depreme uğrayan yerlerin korkusuna, yoksulluğuna ve umutsuzluğuna düşmüşlerdi. Bunlar yeni zenginlerin keyfi ve zorba yönetiminin bitmesini; düzen, hak, adalet ve refah döneminin gelmesini sağlayacak işler bekliyor; bunu bir reform umuduna bağlıyorlardı.
Sonra Romalılığı kurtarmak isteyen idealistler, eski aile çocukları vardı. Bunlar azdılar, ama uyanıktılar; dünya egemenliğine uygun buldukları Roma'nın, içinde yuvarlandığı kararsız, renksiz, karaktersiz ve dinsiz durumdan kurtulmasını, yeni bir altın çağın açılması için tek umar kabul ediyorlardı. Bunun için de geçmişi, bütün kuralları ve büyüklüğüyle yeniden yaşatmak gerekiyordu. Bunun dinde, ahlakta, hatta şiir ve sanatta, geçmişten esinlenen bir reformla olabileceğini kabul etmişlerdi. Bir Vergilius, yıllarca ömür verdiği Aeneisini, işte bu kaygıyla hazırlayan idealistlerden biridir.
Devlet hizmetinde bulunanlardan bir bölümü de, içinde bulundukları koşulların Roma'yı yıkıma götürdüğünü görüyor; onlar da bir reform istiyorlardı. Devletin ve ulusun varlığını tehlikeye koyan alçakları, yeni zenginleri, sonradan görmeleri, bütün gelenekleri hiçe sayan ahlaksızları yola getirmek için, bir temizliğe şiddetle gereksinme vardı; öyle bir temizlik ki, bu kötüleri örnek alabilecek olan senatörleri, şövalyeleri ve ailelerini etkisi içine alsın.
Böylece, her bakımdan toplumu ayıklamak üzere bir ilke ve kurallara aşırı bağlılık, bir temizleme akımı doğmuştu. Bu akım; özellikle Actium'dan sonra, bütün güçleri elinde toplayan ve Roma dünyasında eşsiz bir saygınlık kazanmış olan Augustus'a yöneliyordu.
Augustus'un reformları, kendi isteğinden çok çevresinin baskısından doğmuştu, denebilir.
Yukarıda aile ve kadın konusunda reformlar yapacak olan bu Augustus'un gönül ve ahlak düzeyini gösterdik. Bu düzey dolayısıyla değil midir ki, Augustus'un kendisinin, (sürgün gibi) en şiddetli önlemleri almak zorunda kaldığı, hafifmeşreplikleriyle ünlenen kızları yetişmişti! Bu durum, ailede reformla çelişkiliydi; aslında İtalya, iç boğuşmalardan sonra baştan başa çelişkilerle çalkalanıyordu: Toplumsal yaşamda, Latin ilkeleriyle Grek ve doğu ilkeleri arasında karşıtlık; devleti bir egemenlik aracı bilenlerle onu bir kültür yüksekliğinin yarattığı ince araç bilenler arasında karşıtlık; Roma'daki askeri Cumhuriyet'le tüm-güçlü (kadir-i mutlak=omnipotent) imparatorların ve kralların elindeki Asya uygarlığı arasında karşıtlık! (Ferrero, V, 79.)
Sezar'ın moda durumuna getirdiği, kopya, bunun için de aşağılık maddeci ve dinsiz Epikürcülüğün çömezleri olan sonradan erme ve görmelerle, Stoacılığın ve Pitagorasçılığın avuntusunu benimseyen büyük halk kitleleri arasında karşıtlık vardı: Boğazına dek aşağılık duruma batmış, iflas etmiş (İskender'den sonraki) Grek ve Ege dünyasından kopya edilen Epikürcülükle Stoacılık çarpışıyordu. Bu çarpışma, Pitagorasçı anlayışın yardımıyla Stoacılıktan yana desteklenmişti. Epikürcülük, zamanın tanrısı kesilen insanın; Augustus'un yarattığı memurların, temsilcilerin (zenginlikten patlayan) dünyasını sarmıştı. Garip bir Pitagorasçı inançla gücü artan Stoacılıksa "Saflaştırmacılığı" (Puritanisme) doğurmuştu.
Augustus, reformlarına bu Saflaştırmacıların baskısı altında başlamıştır. Bunlar arasında Tiberius Nero ve Vergilius gibi soylular ve idealistler vardı; ama onulmaz kıskançlıkların kıvrandırdığı orta sınıf, çoğunluğu oluşturuyordu. Ötekiler kural tanımaz, dimdik zevke ve sefaya koşarken; yeni ve zengin soyluların lüksüne ve rahatına hiçbir yolla ulaşamayan bu kitle, bir yandan sonsuz yoksulluklarının, öte yandan inançlarının çitleriyle çevrelenmiş bulunuyordu. Böylece, "Roma'nın askerlik ve siyasetteki büyüklüğünün temeli dindir," diyen bir metafiziğin soylu duygularıyla kin, kıskançlık ve nefret duyguları, aynı Saflaştırmacılık kaynağından besleniyordu. Birey için aile duygusu neyse, uluslarda geleneklere saygı odur. Bu saygı, aşağılık duygusu, korku, çıkar ya da tutkuyla şaşırmamış olan her olağan insanla birlikte doğan iyi özelliklerdendir. Taşkın bir bencilliğin ya da sert bir zorbalık yönetiminin sonucu, dağılmak üzere bulunan toplumun karşısında duyulan içten kaygıyla geleneklere saygıyı birleştiren güç Saflaştırmacılıktı. Bu duygu ve bu kaygı, Vergilius'a Aeneis'i yarattırmıştı. Şair bu yapıtıyla, Roma'yı yükseltmek isteyenlere tarihin ve geleneğin bir dayanağını armağan ettiğine inanıyordu.
Aslında dağılmak üzere görünen Roma'nın geçmişteki büyüklüğüne duyulan özlem, o dönemde pek açıktı. Toplumun her işinde bu özlemi görebiliyoruz. İtalya'da büyük, klasik Avrupa Rönesansını yaratan güç, işte bu özlemdi. Bugünün Türkiyesinde, bu geçmişteki büyüklüğe özlem, mimarlıkta "Yeni-Türk biçemi" yaratmış, yazında halk şiirini ön plana geçirmiş, Osmanlı döneminin "Türk Ocakları"nda Türkçülükü devlet siyasetinin belkemiği yapmıştır. Roma'da bu özlem, "eski biçem"deki sanatı yaratmış; sıra sıra bunalımlar, göçüşler bütün toplumda (yalnızca büyük, yalnızca güzel, yalnızca sürekli parçaları yaşayan ve gözüken) geçmiş dönemin bu özlemini körüklemiştir.
Şu ünlü "Üçler Meclisi"nin kanlı üyesi, Philippi savaşının beceriksiz komutanı, deniz savaşlarının korkak ve yeteneksiz amirali, bir zamanlar "Velletri tefecisi" diye anılan Caesar'ın alay ve acıma konusu olan yeğeni Augustus, işte bu büyük özlemin odağı olmuştu!
Pitagorasçı felsefenin etkisiyle Roma'da bir söylence yayılmıştı. Vergilius'un ve Varron'un, yayılmasında büyük katkılarının olduğu bu söylence, yakında "altın çağ"ın geleceğini müjdeliyordu. Bu çağın geleceğiyle avunan halk, Mısır'ı beklenmedik bir kolaylıkla ele geçirerek hazinelerini Roma'ya aktarmış, rakiplerini (büyük talih eseri olarak) temizlemiş olan Augustus'u, "beklediği kahraman" diye karşılamıştır. Bu hazırlanmış "kamuoyu"nun içine giren Augustus; umut, acı, sevgi, güvenle dopdolu bu toplum vicdanının kucaklamasıyla, zaferlerden sonra komutanlara gelmesi doğal olan güven havası içinde yıkanmış, kirli geçmişinden arınmıştı denebilir. Başka türlü, ("Res gestae"de izlerini bulamadığımız) o büyük reformları gerçekleştirmeyi nasıl göze alabilirdi? Bu arınmayladır ki Roma'yı yeniden korumaya heveslenmiş; "kamuoyu"nun duraksız gösterileri, üstelemeleri ve dürtüklemeleriyle birçok eylem, yasa ve reform yapmıştır. Ama ne yazıktır ki, bu reformlarda çelişkilere düşmüştür. Örneğin "Lex Iulia de maritandis ordinibus" adıyla zamanımıza ulaşan aile reformunda, Augustus bir yandan yapmış, bir yandan yıkmıştır.
Böylece, bir yandan eski Cumhuriyet geleneğine dönme heveslisi görünmüş; öte yandan ruhunun ve döneminin doğal dürtüklemeleriyle o geleneği çiğnemiştir. Bekârlık konusundaki yasa, evlenmeyi, yaşı 60'ı geçmeyen erkek, 50'yi geçmeyen kadın için zorunlu kılmıştı. Yasanın iyi ve insanca yönü, odalık konusuyla, tutsak ve köle kadınlar konusunu ele alması; Romalı erkeklerle azatlıların evlenmesini yasal görmesiydi. Ancak, bu devrimci duygu, onun Roma soyluluğuna aşırı bağlılığına uymazdı. Bu soyluluksa, halkın Roma ailesine girmesinden tiksiniyor ve bunu, Romalı aile kızlarının aşağılanması sayıyordu. O zaman Augustus, hem devrimi yürütmüş olmak, hem de soyluları kışkırtmamak için şu yolu buldu: Senatörlerle onların çocuklarına ve torunlarına azatlılardan çocuk sahibi olmayı yasakladı; geri kalan bütün yurttaşları özgür bıraktı. Romalı aile kızlarına ya da kadınınaysa odalık olmayı kesin olarak yasak etti. O zaman; yalnızca bu yasayla üç sınıf kadın kabul edilmiş oluyordu:
1. Namuslu Roma kadını. Bu, evlenmelerin en önemli öğesi gibi görülüyordu; ancak yasal eş olabilirdi. "Ingenuae honestae" bunlardır.
2. Özgür kadın. Evlenmede, orta sınıfı oluşturuyordu. Bu sınıf, hem evlenmeye, hem odalık yapmaya elverişliydi. "Libertae" bunlardır.
3. Fahişeler, arabulucular, kadın tellalları, bu tellalların azat ettiği kadınlar ya da kızlar, kocalarına ihanet eden kadınlar, oyuncular, dansözler. Bunlar ve benzerleri, evlenmenin "plèbe"i sayılmaktaydı. Bunlar ancak odalık yapılabilirdi ve yasal eş olamazlardı.
Augustus, bu sınıfları kurup aralarında bu setleri yükselttikten sonra, evlenmeyi özgür bırakan devrimi yaptığını umuyordu. Bu koşullarda evlenme, özgür sayılabilir miydi? Bunu kendisi de anlamış olacak ki ortaya bir yığın ödül, bir yığın da ceza koydu! Örneğin, evli yurttaş, kaç çocuk sahibiyse, yasanın konsül olmak için istediği yaştan o kadar yıl önce konsüllüğe adaylığını koyabilirdi. Evlenen kadına eşit yurttaş gibi bakılır ve hemen vasilik altından çıkardı. Doğuran kadına bir tür nişan verilir, üç nişan alan, erkeğinin yetkesinden kurtulurdu.
Bunları yaparken, amaç olarak göstermeye çalıştığı "eski Roma Cumhuriyeti'ne dönüş" bir yanda kalıyordu; üç çocuk doğurunca kadın erkeğinin buyruğundan çıkıyor; evlenince de aile denetiminden kurtuluyordu. Bunlar, Augustus'un, kendisini örnek vererek güçlendirmeye çabalar göründüğü (çünkü, Mécène gibi bir dostunun güzel karısı Térentia ile ilişkisi olduğu söylenirdi; kendisi bir zamanlar Livia'nın âşığı olmuş, sonra da Roma yasasına ve geleneklerine aykırı olarak, onunla evlenmişti) ataerkil Roma toplumunun yıkımı demekti. Bu durum karşısında, kadınlar evlenmeye can atsalar bile hangi erkek evlenmeyi göze alabilecekti?
Augustus, bu evlenme işinde başka bir devrim daha yaptı; bir vasiyetnameyi yerine getirecek olanlara, o vasiyetname dulluk ya da bekârlığı buyuruyorsa, buna başeğmeme hakkını tanıdı. Vasiyetnameyi bırakan baba ya da vasi evlenme işini önlüyorsa, vasilik altındakilerin, "Pretor"a başvurmalarıyla bu önlemeyi kaldırtmak hakları tanınıyordu. Bu, o zamana dek Roma hukukunun, bir din buyruğu ya da yasağı gibi saygı gösterdiği, dokunmadığı bir noktayı, vasiyetnameyi zorluyordu. Yani, burada da çelişki, gelenekle istek arasında çarpışma vardı.
Hele azatlılara verdiği özgürlük ve olanakla, patronların yetkesini birden sıfıra indiriyordu. Oysa kendisi bu yetkenin canlı bir gardiyanı, bir örneği olduktan başka; Roma toplumu, sınıfların gerçekten var olduğu ve inanılmaz bir nefretle ve acımasızlıkla çarpıştığı bir dünyaydı. Bu dünyada böyle bir yasa, gerçek bir devrimle eş değerdeydi.
Yeni yasayla, kocası ölen bir kadın, bir yıl; kocasından boşanan kadın, altı ay sonra yeniden evlenmek zorunda bırakılmıştı. Oysa Roma hukuku, böyle bir konuyu, zina denli günah ve ayıp sayardı. Augustus burada da gelenekle çarpışıyordu.
Roma'nın önemli yasalarından biri de, vasiyetname sonucu bağışlarla ilgiliydi. Dostlar dostlara vasiyetnamelerinde kesinlikle bir şeyler bırakırdı. Örneğin Vergilius öldüğünde, on milyon sestertlik servetinden dörtte birini Augustus'a bırakmıştı. Augustus yeni "bekârlık" yasasıyla ve genel çıkar adına, hem eski Roma hukukunu, hem de ölenin son isteğini tanımıyordu. Bundan daha kötü ne olabilirdi?
Bunların yanında Augustus, kadınların drahoma işini düzene koydu. O zamana dek erkek, karısının drahomasını ne isterse yapabilirdi. "Lex de adulteriis" ile satmak ya da başkasına devretmek yasak edildi. Ailenin ekonomik yapısına bunun büyük etkisi olmuştur.
Fuhuşa karşı hazırlamak zorunda olduğu yasalar, hem fuhuşu önlemek, hem de Roma ailesini iki yüz yıldır kirleten kargaşadan kurtarmak istiyordu. Burada da devlet, Roma ailesinin başında bulunan insanın hakkına saldırmış oluyordu. Bu yasa, eski ataerkil aile başkanına tanınan haklardan bir tanesini korumayı sürdürmüştür; fuhuşu yapan kadınla suç ortağını, suç ortaya çıkar çıkmaz öldürme hakkını! Bundan başka, kocanın da, karısının âşığını (evde yakalamak koşuluyla) öldürme hakkını tanıyordu; ama bu âşığın ya tiyatrocu, ya şarkıcı, ya da dansçı ya da ailenin azat ettiği bir köle olması gerekti. Suç evde işlenmişse, kadın da yakalanırsa, onu da öldürme hakkı verilmekteydi.
Roma yurttaşı olan kadının zinası ortaya çıkınca, kocaya; koca davranmazsa, babaya, 60 gün içinde suçu Pretor'a haber vermek hakkı bağışlanıyordu. Koca ve baba, bu 60 günde mahkemeye başvurmazsa herhangi bir Roma yurttaşı bu işi yapabilecekti. Çünkü zina, bu yasaya göre (Lex Iulia de pudicitia et de coercendis adulteriis), genel suçlar arasındaydı; tıpkı babayı öldürmek, kalpazanlık yapmak gibi!
Zina yapan erkeğin cezası, sonsuza dek sürgündü; mallarının yarısını da devlet zorla alıyordu. Kadın için bu ceza, sonsuza dek sürgün ve drahomasının yarısını, elindeki mülkün üçte birini devletin zorla almasıydı; ayrıca, evlenmek hakkından da yoksun bırakılıyordu. Evini zinaya araç yapan, karısının namussuzluğundan yararlanmak isteyen (6) ya da zina suçunun ortaya çıkmasından sonra da yanında alıkoyan koca, zina yapan erkek gibi ceza görecekti.
Buna karşı; kadın, evlenmemiş bir kadınla ya da namuslu Roma yurttaşı olmayan bir kadınla ilişkide bulunduğundan dolayı kocasını şikâyet edemeyecekti. Erkeğin bu ikinci sınıf kadınla ilişkisi ortaya çıkarsa, karısını aldattığı için değil, başkasının karısıyla zina yaptığı için suçlandırılıyor, ceza görüyordu.
Augustus, bekârlık ve evlenme üzerine, İÖ 18'de çıkarttığı bu yasalarla (Ferrero, cilt V, s. 239, not: 1'de, yasaların çıkarıldığı bu tarihi dikkatle tartışır), Roma'yı kasıp kavuran zinaya ve bekârlığa, yani sorumsuz zevki ve şehveti arayan yaşam biçimine, iyi bir darbe vurmuş oluyordu. Roma ailesine sağlam temel, bu ailede Roma kentlisi olan kadına gerçek bir güvenlik sağlamış gibiydi. Bu yasalar, Romalı olan ama zengin bir çeyizi bulunmayan kızın, evde kalmasını da önlüyordu. Aynı zamanda, kurulmuş kadın-erkek ilişkilerini yasallaştırma fırsatı veriyor; azat edilmiş yığınla kölenin durumunu düzeltiyor; çocuk sahibi olanlara birtakım ayrıcalıklar ve umutlar veriyordu.
Bütün bunlar; özgür birleşmelerle, kötü ve eksik eğitimle, kötü dostlarla, erotik yazınla, büyük drahoma ya da çeyizle her çeşit ayıbı işlemeye haklı gibi bir duruma gelen aile kadınını akla, yasaya döndürerek yuvanın güvenini, dinginliğini sağlamayı amaç biliyor; kendi kendisine yetmeyen ailenin yardımına, yasa koşmuş oluyordu.
Bununla birlikte; yukarda işaret ettiğimiz haklardan başka, şu noktalar da vardı: Bu bekârlık ve evlenme yasası, tümüyle Roma kentlisini, onlar içinde de belli yeri olan yüksek tabakayı, yani zenginliği ve ünüyle çevresinde kıskançlık ve nefret uyandıran senatörleri ve şövalyeleri vuruyordu. Karaçalma ve kin dalgaları bu tabakayı boğabilirdi.
Yalnız bu görünüm bile, bu tabakayla o denli iyi geçinmek isteyen Augustus'un, bu yasayı hangi tabakanın zoruyla yürürlüğe koyduğunu gösterir. Bu yasaları, o denli çekindiği ve dostluklarını kazanmayı amaç edindiği soylulara karşı çıkarması; onun gelenekçi ruhuna uymaktadır. Soyluları temizleme ve güçlendirme yoluyla Roma'yı yeniden kurmaya yarayacak bu reformlar, Augustus'un yurtsever yönünü de aydınlatır. Onun bin kıvrım, bin maske arkasında gizlenen iyi, temiz bir yanını ortaya koyar sanırım.
Augustus, Roma'nın zengin soylularını böyle bir yığın zorunluk altına soktuktan sonra, onlara yeni, büyük ayrıcalıklar da verdi. Bunlar, Augustus'a göre, Roma soylularına ve Roma'yı yeniden kurmaya gerekli ayrıcalıklardı. Örneğin, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, devlet adamı (magistrat) olabilme hakkını, çıkardığı yasayla, 400.000 sestertten aşağı geliri olanlara kapadı. Böylece yoksul, orta halli yuttaşların yüzyıldır yararlandıkları olanağı ortadan kaldırıp; devleti, geliri ("cens"i) olanların, yani her nasıl ve ne araçla olursa olsun, zengin soyluların eline teslim etti. Zenginler ve soylular, asıl şimdi bu yasayla ve kimsenin ağzını açamayacağı bir yasallık perdesi altında, Augustus'un sayesinde, Roma İmparatorluğu'na egemen olmuşlardı. Hem de tek tehlikeye, tek sorumluluğa katlanmadan; bütün ayrıcalıkları elde ederek! C. Gracchus'un gerçekleşmesi yoluna can verdiği demokratik olanak ve buna dayanan Halk Partisi sonsuza dek yıkılıp gitmişti!
Augustus'un, bu bekârlık-evlilik-zina yasalarıyla birlikte çıkardığı "lüks yasası" (Dion'da bu yasanın adı: "Lex sumptuaria" diye geçer; Ferrero, V, s. 240, not: 1'den aktararak Dion, LIV'üncü, kitap, XVI'ncı bölüm) ayrı bir reformdur. Sonradan görme ve yıkımları sömürerek gelişen zenginlerin, yoksul milyonlar karşısında, her türlü aşağılık yaşam biçimini hak bilen küstahlığını, Augustus bu yasayla önlemeye çalışmıştır. Roma kadınlarına, ipek giysiler giyme ve mücevher takma çılgınlığını hemen hemen yasak etmiş; soylu zenginlerin sınır ve utanma bilmeden, kendileri için oyunlar verme ve şölenler düzenleme konusundaki sarhoşluklarını kösteklemiştir.
Buna karşı oyun, gösteri ve giyim kuşam işleriyle uğraşan Pretor'a, bütün halka oyunlar ve eğlenceler düzenleme giderlerini üç katına çıkarabilme yetkisini tanımıştır. Bütün öteki çelişkilere ek olarak, garip bir halkçılık, (bu baskıcı soylular dönemi için) garip bir demokrasi biçimi, böylece, bu alanda oluşmuştur!
Bekârlık, zina ve lüks yasalarıyla aynı zamanda (yani İÖ 18'de), Augustus başka bir önemli reforma girişmişti. İç savaşlar dolayısıyla hemen hemen ele geçen herkes, özellikle emekli lejyonerler, senatör seçtirilmişti. Zorba Caesar'a ve çoğu asker olan yandaşlarına düşman soylular Senato'dan atılmadıkça, "Üçler Meclisi"ne rahat yoktu. Bunun için Augustus gibi öteki "Üçler" de Senato'nun kendi yandaşlarıyla doldurulmasına uğraşmışlar; senatörlerin sayısını dokuz yüze kadar çıkarmışlardı.
Augustus'un "Res gestae"de hemen her bölümde, kendisini onurlara ve rütbelere boğduğunu, kendisine akla gelen ve gelmeyen her gücü vermekte duraksamadığını sonsuz övünçlerle belirttiği Senato'nun aslı budur.
Büyük çoğunluğu (Caesar yöntemine göre) asker yani gereksinmeye uygun olarak toplanmış halk tabakasından olan bu senatörler; ayaklanmaya katılmış, önderin başarısını hazırlamış emektarlardır. Bunları önder, Roma'nın en yüksek, en paralı yerlerine yerleştirerek, Roma'ya egemen olan milyonerler durumuna eriştirmişti. Ama, bu uydurma kitle içinden, örneğin İÖ 25'te Questorluk için yirmi aday bulunamamıştı (Ferrero, V., 94). Tek elden (mutlakçı) yönetimlerin yarattığı adam kıtlığını burada da görmekteyiz. Roma'nın seçim yöntemine dayanan örgütü, Augustus'un aylık ve yıllık ücret kuralını koymasına karşın iyi işlemiyordu. Bu, eski ayaklanma, öldürü ve yağma arkadaşları, ister herhangi bir devlet adamı, ister senatör olsun; Augustus'un artırdığı aylıklarını alıyor; etliye sütlüye karışmıyorlardı. Hele senatörler, önderin kendilerine sağladığı etkinliği, parayı bir kuştüyü yastık gibi başlarının altına alıyor ve.. uyuyorlardı! Toplantılara gelmiyorlar; gelirlerse konuyla ilgilenmiyorlar, konuşmalara can vermiyorlardı. Her türlü kararı Augustus'un vermesini, kendilerine de yalnızca sonucu bildirmesini ya da yalnızca oylarını toplamasını istiyorlardı. (Ferrero, V, 94-95.)
Augustus'un yarattığı böyle insanlardan toplanmış olan bu Senato'nun hangi değerde, hangi kimlikte olduğunu görmek için; İÖ 23-24'te Roma'ya gelen "Part Elçilik Kurulu" işi, ağır bir örnektir. Roma'nın o sırada dış konu olarak ele aldığı en çetin iş, kuşkusuz ki Partlarla ilişkilerin düzenlenmesiydi. Bu gelen elçilik kurulu dolayısıyla, Roma dünyasının beyni olup olmadığını göstermek, Senato'ya düşüyordu. Augustus'un (biraz sonra nedenleri üstünde duracağımız) bütün güçlerini birkaç yıl önce (İÖ 27'de) Senato'ya geri verdiği düşünülürse, Senato'nun kendi varlığıyla ilgili böyle bir fırsatı kaçırmamasını pek doğal olarak beklemek gerekiyordu. Ama, her biri ayrı ayrı köle ve kukla olan bu sonradan görmeler topluluğu; kendi hakkını, yetkisini kullanmayı aklına bile getirmedi ve işleri Augustus'un yürütmesini diledi. Augustus, Partların kuruluyla yalnız başına konuşup barışa karar verdiği bu tarihte (İÖ 23) imparator olmuştu denebilir! Ona, kendi eliyle imparatorluğun temelini attıran Senato; para, rütbe, şehvet, lüks dolaplarına dalıp gitmiş; dış politikada artık bir işe yaramadığını herkese bildirmiş; bütün Roma dünyasının en önemli dış konusunu düşünecek ve çözecek zekâdan da, gözüpeklikten de, uygarlık yeteneğinden de uzaklaştığını göstermiştir. Cicero gibi büyük Cumhuriyetçileri parçalayan ünlü "Üçler Meclisi", Senato'ya, işte bu türlü insanları toplamıştı. Roma'nın demokrasiyi gömmesi, insanlığa uzun yüzyıllar baskı yönetiminin en çılgın örneğini veren tek elden yönetimin, imparatorluğu yaratması işte buradan başlar. (7)
Romalı, tutucu, dindar Augustus; raslantıların yükselttiği yerinde, yani dünyaya egemen olan iktidar tahtında; Roma'yı sonsuzlaştırmak görevini üstlenince, Senato denen yüce mekanizmanın bu perişanlığını elbette görmüştü. Augustus'un, ilkin her şeyini borçlu olduğu Caesar yöntemiyle benimsediği demokrasiye benzeyen oligarşi yüzünden ele aldığı bu adamlar; "memur kafası" ve "tembellik" hastalığına tutulmuştu. Bu Meclis'te, iç savaşların darmadağın ettiği, her aşağılık durumu kabule hazır; aç, yılgın, piçleşmiş başka bir köle sürüsü durumunda soylular da vardı. Bu kıran artığı kitle, ilkin ne Augustus'a, ne de çevrelerindeki devrimci emekliler sürüsüne ağız açacak durumdaydılar. Bütün güç, iç savaşın utku kazanmış ortaklarında toplanmıştı. Ama yukarda, Questor seçimi dolayısıyla söylediğimiz gibi, adam gereksinmesi, Augustus'un eşsiz bir güce ulaşması sonucunda Roma dünyasında doğan dinginlik, soyluları yavaş yavaş kendine getirmişti. Devlet hizmetlerinde onlara da olanaklar veriliyordu. İlkin Caesar'ın demokrasiye benzeyen davranışlarına öykünen Augustus, birçok kaygı ve hesapla bu yolu bıraktı; soylularla anlaşmayı ve dahası, o partiyi canlandırmayı, politikasının asıl ilkesi yaptı. Oysa, Augustus (yani Caesar'ın oğlu ve soylu, herkesi ölümün kara listesine geçiren adam; şu ünlü "Üçler Meclisi" üyelerinden biri) için en ağır şey, soylularla barışabilmekti. Bu değişiklikte, özellikle İÖ 28-27'de, Augustus'un elinde topladığı olağanüstü yetkileri halka, Senato'ya geri verme işinde nelerin etken olduğunu uzun uzadıya aramayacağız. Çok önemli olan ve Augustus'un siyasal yaşamını damgalayan "Res gestae"yi ona bu böyle yazdırtmış olan bu değişiklik ve bunun etkenleri arasında, soylularla anlaşmak da vardı. Onlar, yedikleri darbeler ve düştükleri aşağılık düzey yüzünden çekinilecek bir güç olmaktan artık çıkmışlardı.
Bu etmenler arasında bir başkası da, onun bu soylulardan duyduğu korkudur. Birinci etmenle uzlaşmaz gibi görünen bu ikinci etmeni anlatmak için, Augustus'un kişiliğini, kendi konumu için düşünüleni, bu değişiklikten önce Augustus'un varmak istediği hedefi belirtmemiz gereklidir.
İkinci "Üçler Meclisi"nin sonuna dek (İÖ 31) Augustus, Cumhuriyetçilerce, yani soylularca, yalnızca zorba olarak bilinmişti. İÖ 31-30'de, Mécène ile Agrippa'nın bastırdığı suikast girişimini yöneten genç Lepidus'tu ve çevresindekiler soylulardı. (V. Duruy, His., s. 374.) Augustus, kendisi için bu türlü düşünen ve davrananlardan korkuyor; Roma'yı kurmuş olan tabakanın çocuklarıyla anlaşmayı, kendi amacı için temel saymaya başlıyordu. Kendisi aslında bir kentsoyluydu; bu nedenle de, Roma'nın kurucuları karşısında ancak silah elde kalarak üstünlük bulabiliyordu. Kendisine bu üstünlüğü sağlayan lejyonlar ise Perousa savaşları sırasında (İÖ 41-40), kendilerini bir parça bekleten Augustus'a karşı homurdanacak ve susturmak isteyen bir tribünü ırmağa atacak denli azmış bulunuyorlardı. (Duruy, s. 356.) Bu karışık, disiplinsiz ülkede, kendisinin çabucak babalığı Caesar'ın yanına yollanması kolaydı.
Caesar'ı öldürenler işte bu soylulardı. Bunun nedeni de, Caesar'ın imparator olmayı kararlaştırmış olmasıydı. Roma, dar bir toprak üstünde, az sayıda bir halk için bir yönetim mekanizması kurmuştu. Cumhuriyet olan bu rejim, yine az sayıda bir soylu kitlesinin elindeydi. Akdeniz çevresindeki utkular, bu yönetim alanını pek çok genişletince, ufak soylular sınıfının bütün bu alana yetmesi güçleşti. Sylla ve Caesar'ın yol açtığı iç savaşları buraya bağlamak gerekir. Olağan ve yasal olarak yönetilemeyen yerler, diktatörlükle yönetilmek istenmişti!
Augustus da bu yoldaydı; ama o, açık bir imparatorluk ve diktatörlük yolunu seçmeyecek kişiliklerdendi. Bu kişilik, hiç de sanıldığı gibi gözüpek değildir. Bencil ve kuru bir akıl adamıdır. Hırstan ve gururdan çok, sonuca önem verir. Yapı bakımından sıtmalıdır; kansızdır ve kan hücumlarının sık sık tehdidi altındadır. (8) Bu yüzden zamanından önce yaşlanmış görünür. Bu yapıyla onun korkaklığı nasıl da uyuşur! Caesar'la, Antonius'la arasındaki ayrım büyüktür. İskenderiye'de Antonius'un kendisiyle dövüşmek isteyişini soğuk bir gülüşle karşılamıştır. (İÖ 30'da.) (9) Kendisini garip bir çocuk yerine koyan Cicero'ya, aylarca "Baba" diye yalvarmaktan çekinmemişti. Bekletildikleri için kendisine karşı gelen, Tribünü ırmağa atan askerlerine karşı, (örneğin, bizim Yavuz'un yeniçerilere Çaldıran'dan az önce yaptığı gibi) öfke gösterip aşağılayamamış; gülerek sitemlerde bulunmuştur. Şu üç olay bile, bu hastalıklı adamın, korkak olduğu denli hesaplı, soğukkanlı, sakıngan olduğunu gösterir.
Augustus'un bu bölümde adı geçen reformlarının en önemlisi, ahlakta yapmak istedikleridir. Augustus, çıkarı için Sextus Pompeius'un çok yakın akrabası olan Scribonia ile evlenmiş; o çıkarın ortadan kalktığını sandığı andaysa (İÖ 38'de) onu kovmuştur. Aynı zamanda, sonradan oğul edindiği Tiberius Nero'yu, karısı olan Livia'yı kendisine bırakmaya zorlamış ve onunla evlenmişti. Asıl kötüsü, Livia ile evlendiği sırada, kadın kendisinden üç aylık gebeydi! (V. Duruy: His., Rom., 1909, 359.)
Böyle bir insanın ahlak reformu yapması insana ürperti verir. Ama Augustus'un Roma kadını için yapmak istedikleri gerçektir, çok önemlidir ve bu reformu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu reformun önemini anlamak için Roma'da kadının (iç savaşlardan sonra) düştüğü durumu kısaca anlatmak gerekir.
Hellenistik sanat ve uygarlık, yarı barbar bir kitle olarak bulduğu Roma ailesini çok değiştirmiştir. Kurallarının dışına çıkılmasına kesinlikle izin vermeyen; bükülmez bir kapalı çerçeve içinde yaşayan, amacıysa yalnızca evlenme yoluyla Romalı türünü üretmek olan eski ailenin yerini, utanmaz bir cinsel birleşme almıştı. Ne tören, ne dua, ne kayıt, evlenmeyi oluşturmuyordu; karşılıklı razı oluş, asıl olarak çiftleşmeye yetiyor; bu razı oluş yerine anlayışsızlık geçince de, çiftler ayrılıyordu. Birleşmede, hukuku ilgilendiren tek görünür şey, çeyizdi (drahoma). Kadını sürekli olarak elinde tutan vasilikten kalan tek izse, babası, anası, kocası bulunmadığı zaman herhangi bir vasi bulmasıydı. Bu dönemin soylu hanımında eksik olan; yalınlık, baş eğme, iş zevki ve namustu. Kadın, birçok özgürlük arasında namussuzluk özgürlüğünü de almıştı denebilir. Öyle bir özgürlük ki, sonunda ceza almaktan, boşanarak hemen kurtuluyordu. Evlenmeler, yurttaşlık görevi olmaktan çıkmış, güzelliğin, servetin, güçlü ailelere çatmanın gerektirdiği bir hesap işi olmuştu. Bu hesaplarında aldananlar hemen ayrılıyor, boyuna kadın değiştiriyorlardı. Çoğu kez de azatlı kölelerini odalık yapıyorlardı. Bu birleşmeler evlenme sayılmadığından, doğan çocuklar yasal çocuk sayılmıyor; bu da baba için (beğendiğini oğul edinme bakımından) ayrı bir kazanç oluyordu.
Çözülen ailenin kadınını fuhuşa götüren nedenlerin başında, yoklukla lüksten oluşan bir karşıtlıklar bileşimi bulunuyordu. Ele geçirilen ve her biri Hellenistik uygarlığın kural tanımaz zevkine ve eğlencesine boğulmuş olarak Roma'ya geçen Akdeniz ülkelerinden; iç savaşların yıktığı, öbek öbek yok olmuş kitlelerin çoğaldığı Roma dünyasına o denli çok fahişe, oyuncu, lüks eşya, karışık görenekler ve gelenekler yağıyordu ki, bunların arasında eski din bağlarını parçalamış olan Roma ailesinin kadını, sanki çırılçıplak, şaşırmış kalmıştı. Eski ataerkil (patriarcale) aile bağlarından sıyrılan Roma aile kadını, yeni ve sınırsız görülen özgürlüğü içinde ne yapacağını bilmiyordu. Aslında çalışma yaşamı, yaratma yaşamı bulunmayan Roma sitesinde; erkeğini elinden alan Yahudi, Mısırlı ya da Atinalı kokot; bu kadına örnek oluşturuyordu. "Yeşil zümrütlerle, Sur'un beyaz ve pahalı yünlerinden yapılmış kumaşlarla ya da ipek giysiler ve Kızıldeniz'den getirilen incilerle süslenen" bu yabancı ve düşük kadınlar; Roma'nın en yüksek aile erkeğini tutsak edebiliyordu. Evin, ocağın işlerine bağlı kalan Roma kadınını yalnızca alay ve aldatılma beklediğinden, onların da bu oyuncu ve yabancı kadınların yolunu tutması pek doğal oluyordu. O zaman, ailenin alçakgönüllü geliri bütün bu lükse yetmiyor; kadın da kendisine lüksü sağlayan insanı arıyor; bulunca da tek engel tanımadan onun oluyordu.
İç savaşlarda servetini batırmış olan şövalyelerin, senatörlerin ailelerinde, gün geçtikçe batmak üzere olan bir geminin yıkımı beliriyordu. Bu ailenin kadınları, "kocalarının batan servetini ellerinde bulunduran yeni zenginleri; güzellikleri, öpücükleri, namuslarıyla ellerine almak, servetlerini kısmen olsun ellerine geçirmek yolunda kocalarıyla anlaşıyorlardı". (Ferrero, V, s. 72.) Böylece fuhuş, soylu tabakanın hoş gördüğü garip bir alışveriş durumuna gelmişti. Bir zamanlar, namussuz kadını öldürme hakkı verilen koca, şimdi bu namussuzluğun ticaretiyle mutlu olmaya bakıyordu. Soylu ya da yüksek ya da yöneten tabakada bulunanlardan birçoğunun karısının satılık olduğu, Roma'da herkesin bildiği bir şeydi. Grachus kardeşlerin anasını yetiştiren Roma ailesinin düştüğü bu aşağılık durum, ne korkunçtur!
Erkeklerin de evlenme işinde kendilerini her türlü sorumluluktan kurtaran yolu tutmaları olağan bir şey olmuştu. Evlenme yerine, soylu aile kadınlarından birini ya da Roma toplumunda toplumsal bir değeri olmayan, bu nedenle çiftleşmesinden kaygı duyulacak bir sonuç çıkmayacak olan Suryalı, Yunanistanlı, İspanyalı dansözlerden, şarkıcılardan birini ya da şehvet oyunlarının her türlüsü öğretilerek yetiştirilmiş genç oğlanları seçmek, dünyaya egemen olan Roma soylu erkeğinin hiç kızarmadan yaşadığı gündelik bir yaşam olmuştur. Doğallıkla, çocuk sahibi olmamak, bütün bu toplumsal sapkınlıkların baş nedeniydi.
Çocuksuz, sorumsuz bu şehvet düşkünlüğü; Roma'da çarpışma ve savaşma isteğini ve gücünü kemiriyordu; yazın, "erotik" şiirleriyle toplumun çürüyüp dağılmasını, ahlak sınırlamalarından, erkeklik, yurtseverlik duygularından tümüyle uzak bir eğlence, bir sefahat mekanizmasının korkunç bir yayılmayla işlemesini hazırlıyordu. Tibulle ve Properce gibi Latin şairleri, zamanımızın Pierre Louis'inde gördüğümüz Yunan "erotizmi"ini Roma toplumuna yayarken, bütünüyle askerlik ve savaş düşmanı bir anlatım kullanmaktan çekinmiyorlardı. Ne tuhaftır ki, Tibulle'yi koruyan, Roma'nın güçlü devlet adamı Messala; Properce'i koruyan da, Augustus'un en yakın dostu, akıl hocası Mécène idi!
Bütün bu çirkin işler, Roma'yı yönetenlerin geçmişe dönmek, geçmişi bütün gelenekleriyle yeniden yaşatmak istedikleri bir zamanda oluyordu. Geçmişi yaşatmak isteyenler, onu çürüten, dağıtan şiiri, insanı aynı zamanda koruyor, benimsiyorlardı! Bu çelişki, Roma'nın içinde çalkandığı ahlaksal bunalımı göstermeye yeter sanırım.
Bu bunalıma, bu bunalımı yaratan bütün uğursuz, olumsuz etmenlere karşı, Roma'da bir tepki belirdi. Bu tepkiyi oluşturan kamuoyu, sıradan değildi. Bir kez gerçek halk vardı ki, yıllarca süren iç ve dış savaşlardan dolayı, depreme uğrayan yerlerin korkusuna, yoksulluğuna ve umutsuzluğuna düşmüşlerdi. Bunlar yeni zenginlerin keyfi ve zorba yönetiminin bitmesini; düzen, hak, adalet ve refah döneminin gelmesini sağlayacak işler bekliyor; bunu bir reform umuduna bağlıyorlardı.
Sonra Romalılığı kurtarmak isteyen idealistler, eski aile çocukları vardı. Bunlar azdılar, ama uyanıktılar; dünya egemenliğine uygun buldukları Roma'nın, içinde yuvarlandığı kararsız, renksiz, karaktersiz ve dinsiz durumdan kurtulmasını, yeni bir altın çağın açılması için tek umar kabul ediyorlardı. Bunun için de geçmişi, bütün kuralları ve büyüklüğüyle yeniden yaşatmak gerekiyordu. Bunun dinde, ahlakta, hatta şiir ve sanatta, geçmişten esinlenen bir reformla olabileceğini kabul etmişlerdi. Bir Vergilius, yıllarca ömür verdiği Aeneisini, işte bu kaygıyla hazırlayan idealistlerden biridir.
Devlet hizmetinde bulunanlardan bir bölümü de, içinde bulundukları koşulların Roma'yı yıkıma götürdüğünü görüyor; onlar da bir reform istiyorlardı. Devletin ve ulusun varlığını tehlikeye koyan alçakları, yeni zenginleri, sonradan görmeleri, bütün gelenekleri hiçe sayan ahlaksızları yola getirmek için, bir temizliğe şiddetle gereksinme vardı; öyle bir temizlik ki, bu kötüleri örnek alabilecek olan senatörleri, şövalyeleri ve ailelerini etkisi içine alsın.
Böylece, her bakımdan toplumu ayıklamak üzere bir ilke ve kurallara aşırı bağlılık, bir temizleme akımı doğmuştu. Bu akım; özellikle Actium'dan sonra, bütün güçleri elinde toplayan ve Roma dünyasında eşsiz bir saygınlık kazanmış olan Augustus'a yöneliyordu.
Augustus'un reformları, kendi isteğinden çok çevresinin baskısından doğmuştu, denebilir.
Yukarıda aile ve kadın konusunda reformlar yapacak olan bu Augustus'un gönül ve ahlak düzeyini gösterdik. Bu düzey dolayısıyla değil midir ki, Augustus'un kendisinin, (sürgün gibi) en şiddetli önlemleri almak zorunda kaldığı, hafifmeşreplikleriyle ünlenen kızları yetişmişti! Bu durum, ailede reformla çelişkiliydi; aslında İtalya, iç boğuşmalardan sonra baştan başa çelişkilerle çalkalanıyordu: Toplumsal yaşamda, Latin ilkeleriyle Grek ve doğu ilkeleri arasında karşıtlık; devleti bir egemenlik aracı bilenlerle onu bir kültür yüksekliğinin yarattığı ince araç bilenler arasında karşıtlık; Roma'daki askeri Cumhuriyet'le tüm-güçlü (kadir-i mutlak=omnipotent) imparatorların ve kralların elindeki Asya uygarlığı arasında karşıtlık! (Ferrero, V, 79.)
Sezar'ın moda durumuna getirdiği, kopya, bunun için de aşağılık maddeci ve dinsiz Epikürcülüğün çömezleri olan sonradan erme ve görmelerle, Stoacılığın ve Pitagorasçılığın avuntusunu benimseyen büyük halk kitleleri arasında karşıtlık vardı: Boğazına dek aşağılık duruma batmış, iflas etmiş (İskender'den sonraki) Grek ve Ege dünyasından kopya edilen Epikürcülükle Stoacılık çarpışıyordu. Bu çarpışma, Pitagorasçı anlayışın yardımıyla Stoacılıktan yana desteklenmişti. Epikürcülük, zamanın tanrısı kesilen insanın; Augustus'un yarattığı memurların, temsilcilerin (zenginlikten patlayan) dünyasını sarmıştı. Garip bir Pitagorasçı inançla gücü artan Stoacılıksa "Saflaştırmacılığı" (Puritanisme) doğurmuştu.
Augustus, reformlarına bu Saflaştırmacıların baskısı altında başlamıştır. Bunlar arasında Tiberius Nero ve Vergilius gibi soylular ve idealistler vardı; ama onulmaz kıskançlıkların kıvrandırdığı orta sınıf, çoğunluğu oluşturuyordu. Ötekiler kural tanımaz, dimdik zevke ve sefaya koşarken; yeni ve zengin soyluların lüksüne ve rahatına hiçbir yolla ulaşamayan bu kitle, bir yandan sonsuz yoksulluklarının, öte yandan inançlarının çitleriyle çevrelenmiş bulunuyordu. Böylece, "Roma'nın askerlik ve siyasetteki büyüklüğünün temeli dindir," diyen bir metafiziğin soylu duygularıyla kin, kıskançlık ve nefret duyguları, aynı Saflaştırmacılık kaynağından besleniyordu. Birey için aile duygusu neyse, uluslarda geleneklere saygı odur. Bu saygı, aşağılık duygusu, korku, çıkar ya da tutkuyla şaşırmamış olan her olağan insanla birlikte doğan iyi özelliklerdendir. Taşkın bir bencilliğin ya da sert bir zorbalık yönetiminin sonucu, dağılmak üzere bulunan toplumun karşısında duyulan içten kaygıyla geleneklere saygıyı birleştiren güç Saflaştırmacılıktı. Bu duygu ve bu kaygı, Vergilius'a Aeneis'i yarattırmıştı. Şair bu yapıtıyla, Roma'yı yükseltmek isteyenlere tarihin ve geleneğin bir dayanağını armağan ettiğine inanıyordu.
Aslında dağılmak üzere görünen Roma'nın geçmişteki büyüklüğüne duyulan özlem, o dönemde pek açıktı. Toplumun her işinde bu özlemi görebiliyoruz. İtalya'da büyük, klasik Avrupa Rönesansını yaratan güç, işte bu özlemdi. Bugünün Türkiyesinde, bu geçmişteki büyüklüğe özlem, mimarlıkta "Yeni-Türk biçemi" yaratmış, yazında halk şiirini ön plana geçirmiş, Osmanlı döneminin "Türk Ocakları"nda Türkçülükü devlet siyasetinin belkemiği yapmıştır. Roma'da bu özlem, "eski biçem"deki sanatı yaratmış; sıra sıra bunalımlar, göçüşler bütün toplumda (yalnızca büyük, yalnızca güzel, yalnızca sürekli parçaları yaşayan ve gözüken) geçmiş dönemin bu özlemini körüklemiştir.
Şu ünlü "Üçler Meclisi"nin kanlı üyesi, Philippi savaşının beceriksiz komutanı, deniz savaşlarının korkak ve yeteneksiz amirali, bir zamanlar "Velletri tefecisi" diye anılan Caesar'ın alay ve acıma konusu olan yeğeni Augustus, işte bu büyük özlemin odağı olmuştu!
Pitagorasçı felsefenin etkisiyle Roma'da bir söylence yayılmıştı. Vergilius'un ve Varron'un, yayılmasında büyük katkılarının olduğu bu söylence, yakında "altın çağ"ın geleceğini müjdeliyordu. Bu çağın geleceğiyle avunan halk, Mısır'ı beklenmedik bir kolaylıkla ele geçirerek hazinelerini Roma'ya aktarmış, rakiplerini (büyük talih eseri olarak) temizlemiş olan Augustus'u, "beklediği kahraman" diye karşılamıştır. Bu hazırlanmış "kamuoyu"nun içine giren Augustus; umut, acı, sevgi, güvenle dopdolu bu toplum vicdanının kucaklamasıyla, zaferlerden sonra komutanlara gelmesi doğal olan güven havası içinde yıkanmış, kirli geçmişinden arınmıştı denebilir. Başka türlü, ("Res gestae"de izlerini bulamadığımız) o büyük reformları gerçekleştirmeyi nasıl göze alabilirdi? Bu arınmayladır ki Roma'yı yeniden korumaya heveslenmiş; "kamuoyu"nun duraksız gösterileri, üstelemeleri ve dürtüklemeleriyle birçok eylem, yasa ve reform yapmıştır. Ama ne yazıktır ki, bu reformlarda çelişkilere düşmüştür. Örneğin "Lex Iulia de maritandis ordinibus" adıyla zamanımıza ulaşan aile reformunda, Augustus bir yandan yapmış, bir yandan yıkmıştır.
Böylece, bir yandan eski Cumhuriyet geleneğine dönme heveslisi görünmüş; öte yandan ruhunun ve döneminin doğal dürtüklemeleriyle o geleneği çiğnemiştir. Bekârlık konusundaki yasa, evlenmeyi, yaşı 60'ı geçmeyen erkek, 50'yi geçmeyen kadın için zorunlu kılmıştı. Yasanın iyi ve insanca yönü, odalık konusuyla, tutsak ve köle kadınlar konusunu ele alması; Romalı erkeklerle azatlıların evlenmesini yasal görmesiydi. Ancak, bu devrimci duygu, onun Roma soyluluğuna aşırı bağlılığına uymazdı. Bu soyluluksa, halkın Roma ailesine girmesinden tiksiniyor ve bunu, Romalı aile kızlarının aşağılanması sayıyordu. O zaman Augustus, hem devrimi yürütmüş olmak, hem de soyluları kışkırtmamak için şu yolu buldu: Senatörlerle onların çocuklarına ve torunlarına azatlılardan çocuk sahibi olmayı yasakladı; geri kalan bütün yurttaşları özgür bıraktı. Romalı aile kızlarına ya da kadınınaysa odalık olmayı kesin olarak yasak etti. O zaman; yalnızca bu yasayla üç sınıf kadın kabul edilmiş oluyordu:
1. Namuslu Roma kadını. Bu, evlenmelerin en önemli öğesi gibi görülüyordu; ancak yasal eş olabilirdi. "Ingenuae honestae" bunlardır.
2. Özgür kadın. Evlenmede, orta sınıfı oluşturuyordu. Bu sınıf, hem evlenmeye, hem odalık yapmaya elverişliydi. "Libertae" bunlardır.
3. Fahişeler, arabulucular, kadın tellalları, bu tellalların azat ettiği kadınlar ya da kızlar, kocalarına ihanet eden kadınlar, oyuncular, dansözler. Bunlar ve benzerleri, evlenmenin "plèbe"i sayılmaktaydı. Bunlar ancak odalık yapılabilirdi ve yasal eş olamazlardı.
Augustus, bu sınıfları kurup aralarında bu setleri yükselttikten sonra, evlenmeyi özgür bırakan devrimi yaptığını umuyordu. Bu koşullarda evlenme, özgür sayılabilir miydi? Bunu kendisi de anlamış olacak ki ortaya bir yığın ödül, bir yığın da ceza koydu! Örneğin, evli yurttaş, kaç çocuk sahibiyse, yasanın konsül olmak için istediği yaştan o kadar yıl önce konsüllüğe adaylığını koyabilirdi. Evlenen kadına eşit yurttaş gibi bakılır ve hemen vasilik altından çıkardı. Doğuran kadına bir tür nişan verilir, üç nişan alan, erkeğinin yetkesinden kurtulurdu.
Bunları yaparken, amaç olarak göstermeye çalıştığı "eski Roma Cumhuriyeti'ne dönüş" bir yanda kalıyordu; üç çocuk doğurunca kadın erkeğinin buyruğundan çıkıyor; evlenince de aile denetiminden kurtuluyordu. Bunlar, Augustus'un, kendisini örnek vererek güçlendirmeye çabalar göründüğü (çünkü, Mécène gibi bir dostunun güzel karısı Térentia ile ilişkisi olduğu söylenirdi; kendisi bir zamanlar Livia'nın âşığı olmuş, sonra da Roma yasasına ve geleneklerine aykırı olarak, onunla evlenmişti) ataerkil Roma toplumunun yıkımı demekti. Bu durum karşısında, kadınlar evlenmeye can atsalar bile hangi erkek evlenmeyi göze alabilecekti?
Augustus, bu evlenme işinde başka bir devrim daha yaptı; bir vasiyetnameyi yerine getirecek olanlara, o vasiyetname dulluk ya da bekârlığı buyuruyorsa, buna başeğmeme hakkını tanıdı. Vasiyetnameyi bırakan baba ya da vasi evlenme işini önlüyorsa, vasilik altındakilerin, "Pretor"a başvurmalarıyla bu önlemeyi kaldırtmak hakları tanınıyordu. Bu, o zamana dek Roma hukukunun, bir din buyruğu ya da yasağı gibi saygı gösterdiği, dokunmadığı bir noktayı, vasiyetnameyi zorluyordu. Yani, burada da çelişki, gelenekle istek arasında çarpışma vardı.
Hele azatlılara verdiği özgürlük ve olanakla, patronların yetkesini birden sıfıra indiriyordu. Oysa kendisi bu yetkenin canlı bir gardiyanı, bir örneği olduktan başka; Roma toplumu, sınıfların gerçekten var olduğu ve inanılmaz bir nefretle ve acımasızlıkla çarpıştığı bir dünyaydı. Bu dünyada böyle bir yasa, gerçek bir devrimle eş değerdeydi.
Yeni yasayla, kocası ölen bir kadın, bir yıl; kocasından boşanan kadın, altı ay sonra yeniden evlenmek zorunda bırakılmıştı. Oysa Roma hukuku, böyle bir konuyu, zina denli günah ve ayıp sayardı. Augustus burada da gelenekle çarpışıyordu.
Roma'nın önemli yasalarından biri de, vasiyetname sonucu bağışlarla ilgiliydi. Dostlar dostlara vasiyetnamelerinde kesinlikle bir şeyler bırakırdı. Örneğin Vergilius öldüğünde, on milyon sestertlik servetinden dörtte birini Augustus'a bırakmıştı. Augustus yeni "bekârlık" yasasıyla ve genel çıkar adına, hem eski Roma hukukunu, hem de ölenin son isteğini tanımıyordu. Bundan daha kötü ne olabilirdi?
Bunların yanında Augustus, kadınların drahoma işini düzene koydu. O zamana dek erkek, karısının drahomasını ne isterse yapabilirdi. "Lex de adulteriis" ile satmak ya da başkasına devretmek yasak edildi. Ailenin ekonomik yapısına bunun büyük etkisi olmuştur.
Fuhuşa karşı hazırlamak zorunda olduğu yasalar, hem fuhuşu önlemek, hem de Roma ailesini iki yüz yıldır kirleten kargaşadan kurtarmak istiyordu. Burada da devlet, Roma ailesinin başında bulunan insanın hakkına saldırmış oluyordu. Bu yasa, eski ataerkil aile başkanına tanınan haklardan bir tanesini korumayı sürdürmüştür; fuhuşu yapan kadınla suç ortağını, suç ortaya çıkar çıkmaz öldürme hakkını! Bundan başka, kocanın da, karısının âşığını (evde yakalamak koşuluyla) öldürme hakkını tanıyordu; ama bu âşığın ya tiyatrocu, ya şarkıcı, ya da dansçı ya da ailenin azat ettiği bir köle olması gerekti. Suç evde işlenmişse, kadın da yakalanırsa, onu da öldürme hakkı verilmekteydi.
Roma yurttaşı olan kadının zinası ortaya çıkınca, kocaya; koca davranmazsa, babaya, 60 gün içinde suçu Pretor'a haber vermek hakkı bağışlanıyordu. Koca ve baba, bu 60 günde mahkemeye başvurmazsa herhangi bir Roma yurttaşı bu işi yapabilecekti. Çünkü zina, bu yasaya göre (Lex Iulia de pudicitia et de coercendis adulteriis), genel suçlar arasındaydı; tıpkı babayı öldürmek, kalpazanlık yapmak gibi!
Zina yapan erkeğin cezası, sonsuza dek sürgündü; mallarının yarısını da devlet zorla alıyordu. Kadın için bu ceza, sonsuza dek sürgün ve drahomasının yarısını, elindeki mülkün üçte birini devletin zorla almasıydı; ayrıca, evlenmek hakkından da yoksun bırakılıyordu. Evini zinaya araç yapan, karısının namussuzluğundan yararlanmak isteyen (6) ya da zina suçunun ortaya çıkmasından sonra da yanında alıkoyan koca, zina yapan erkek gibi ceza görecekti.
Buna karşı; kadın, evlenmemiş bir kadınla ya da namuslu Roma yurttaşı olmayan bir kadınla ilişkide bulunduğundan dolayı kocasını şikâyet edemeyecekti. Erkeğin bu ikinci sınıf kadınla ilişkisi ortaya çıkarsa, karısını aldattığı için değil, başkasının karısıyla zina yaptığı için suçlandırılıyor, ceza görüyordu.
Augustus, bekârlık ve evlenme üzerine, İÖ 18'de çıkarttığı bu yasalarla (Ferrero, cilt V, s. 239, not: 1'de, yasaların çıkarıldığı bu tarihi dikkatle tartışır), Roma'yı kasıp kavuran zinaya ve bekârlığa, yani sorumsuz zevki ve şehveti arayan yaşam biçimine, iyi bir darbe vurmuş oluyordu. Roma ailesine sağlam temel, bu ailede Roma kentlisi olan kadına gerçek bir güvenlik sağlamış gibiydi. Bu yasalar, Romalı olan ama zengin bir çeyizi bulunmayan kızın, evde kalmasını da önlüyordu. Aynı zamanda, kurulmuş kadın-erkek ilişkilerini yasallaştırma fırsatı veriyor; azat edilmiş yığınla kölenin durumunu düzeltiyor; çocuk sahibi olanlara birtakım ayrıcalıklar ve umutlar veriyordu.
Bütün bunlar; özgür birleşmelerle, kötü ve eksik eğitimle, kötü dostlarla, erotik yazınla, büyük drahoma ya da çeyizle her çeşit ayıbı işlemeye haklı gibi bir duruma gelen aile kadınını akla, yasaya döndürerek yuvanın güvenini, dinginliğini sağlamayı amaç biliyor; kendi kendisine yetmeyen ailenin yardımına, yasa koşmuş oluyordu.
Bununla birlikte; yukarda işaret ettiğimiz haklardan başka, şu noktalar da vardı: Bu bekârlık ve evlenme yasası, tümüyle Roma kentlisini, onlar içinde de belli yeri olan yüksek tabakayı, yani zenginliği ve ünüyle çevresinde kıskançlık ve nefret uyandıran senatörleri ve şövalyeleri vuruyordu. Karaçalma ve kin dalgaları bu tabakayı boğabilirdi.
Yalnız bu görünüm bile, bu tabakayla o denli iyi geçinmek isteyen Augustus'un, bu yasayı hangi tabakanın zoruyla yürürlüğe koyduğunu gösterir. Bu yasaları, o denli çekindiği ve dostluklarını kazanmayı amaç edindiği soylulara karşı çıkarması; onun gelenekçi ruhuna uymaktadır. Soyluları temizleme ve güçlendirme yoluyla Roma'yı yeniden kurmaya yarayacak bu reformlar, Augustus'un yurtsever yönünü de aydınlatır. Onun bin kıvrım, bin maske arkasında gizlenen iyi, temiz bir yanını ortaya koyar sanırım.
Augustus, Roma'nın zengin soylularını böyle bir yığın zorunluk altına soktuktan sonra, onlara yeni, büyük ayrıcalıklar da verdi. Bunlar, Augustus'a göre, Roma soylularına ve Roma'yı yeniden kurmaya gerekli ayrıcalıklardı. Örneğin, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, devlet adamı (magistrat) olabilme hakkını, çıkardığı yasayla, 400.000 sestertten aşağı geliri olanlara kapadı. Böylece yoksul, orta halli yuttaşların yüzyıldır yararlandıkları olanağı ortadan kaldırıp; devleti, geliri ("cens"i) olanların, yani her nasıl ve ne araçla olursa olsun, zengin soyluların eline teslim etti. Zenginler ve soylular, asıl şimdi bu yasayla ve kimsenin ağzını açamayacağı bir yasallık perdesi altında, Augustus'un sayesinde, Roma İmparatorluğu'na egemen olmuşlardı. Hem de tek tehlikeye, tek sorumluluğa katlanmadan; bütün ayrıcalıkları elde ederek! C. Gracchus'un gerçekleşmesi yoluna can verdiği demokratik olanak ve buna dayanan Halk Partisi sonsuza dek yıkılıp gitmişti!
Augustus'un, bu bekârlık-evlilik-zina yasalarıyla birlikte çıkardığı "lüks yasası" (Dion'da bu yasanın adı: "Lex sumptuaria" diye geçer; Ferrero, V, s. 240, not: 1'den aktararak Dion, LIV'üncü, kitap, XVI'ncı bölüm) ayrı bir reformdur. Sonradan görme ve yıkımları sömürerek gelişen zenginlerin, yoksul milyonlar karşısında, her türlü aşağılık yaşam biçimini hak bilen küstahlığını, Augustus bu yasayla önlemeye çalışmıştır. Roma kadınlarına, ipek giysiler giyme ve mücevher takma çılgınlığını hemen hemen yasak etmiş; soylu zenginlerin sınır ve utanma bilmeden, kendileri için oyunlar verme ve şölenler düzenleme konusundaki sarhoşluklarını kösteklemiştir.
Buna karşı oyun, gösteri ve giyim kuşam işleriyle uğraşan Pretor'a, bütün halka oyunlar ve eğlenceler düzenleme giderlerini üç katına çıkarabilme yetkisini tanımıştır. Bütün öteki çelişkilere ek olarak, garip bir halkçılık, (bu baskıcı soylular dönemi için) garip bir demokrasi biçimi, böylece, bu alanda oluşmuştur!
Bekârlık, zina ve lüks yasalarıyla aynı zamanda (yani İÖ 18'de), Augustus başka bir önemli reforma girişmişti. İç savaşlar dolayısıyla hemen hemen ele geçen herkes, özellikle emekli lejyonerler, senatör seçtirilmişti. Zorba Caesar'a ve çoğu asker olan yandaşlarına düşman soylular Senato'dan atılmadıkça, "Üçler Meclisi"ne rahat yoktu. Bunun için Augustus gibi öteki "Üçler" de Senato'nun kendi yandaşlarıyla doldurulmasına uğraşmışlar; senatörlerin sayısını dokuz yüze kadar çıkarmışlardı.
Augustus'un "Res gestae"de hemen her bölümde, kendisini onurlara ve rütbelere boğduğunu, kendisine akla gelen ve gelmeyen her gücü vermekte duraksamadığını sonsuz övünçlerle belirttiği Senato'nun aslı budur.
Büyük çoğunluğu (Caesar yöntemine göre) asker yani gereksinmeye uygun olarak toplanmış halk tabakasından olan bu senatörler; ayaklanmaya katılmış, önderin başarısını hazırlamış emektarlardır. Bunları önder, Roma'nın en yüksek, en paralı yerlerine yerleştirerek, Roma'ya egemen olan milyonerler durumuna eriştirmişti. Ama, bu uydurma kitle içinden, örneğin İÖ 25'te Questorluk için yirmi aday bulunamamıştı (Ferrero, V., 94). Tek elden (mutlakçı) yönetimlerin yarattığı adam kıtlığını burada da görmekteyiz. Roma'nın seçim yöntemine dayanan örgütü, Augustus'un aylık ve yıllık ücret kuralını koymasına karşın iyi işlemiyordu. Bu, eski ayaklanma, öldürü ve yağma arkadaşları, ister herhangi bir devlet adamı, ister senatör olsun; Augustus'un artırdığı aylıklarını alıyor; etliye sütlüye karışmıyorlardı. Hele senatörler, önderin kendilerine sağladığı etkinliği, parayı bir kuştüyü yastık gibi başlarının altına alıyor ve.. uyuyorlardı! Toplantılara gelmiyorlar; gelirlerse konuyla ilgilenmiyorlar, konuşmalara can vermiyorlardı. Her türlü kararı Augustus'un vermesini, kendilerine de yalnızca sonucu bildirmesini ya da yalnızca oylarını toplamasını istiyorlardı. (Ferrero, V, 94-95.)
Augustus'un yarattığı böyle insanlardan toplanmış olan bu Senato'nun hangi değerde, hangi kimlikte olduğunu görmek için; İÖ 23-24'te Roma'ya gelen "Part Elçilik Kurulu" işi, ağır bir örnektir. Roma'nın o sırada dış konu olarak ele aldığı en çetin iş, kuşkusuz ki Partlarla ilişkilerin düzenlenmesiydi. Bu gelen elçilik kurulu dolayısıyla, Roma dünyasının beyni olup olmadığını göstermek, Senato'ya düşüyordu. Augustus'un (biraz sonra nedenleri üstünde duracağımız) bütün güçlerini birkaç yıl önce (İÖ 27'de) Senato'ya geri verdiği düşünülürse, Senato'nun kendi varlığıyla ilgili böyle bir fırsatı kaçırmamasını pek doğal olarak beklemek gerekiyordu. Ama, her biri ayrı ayrı köle ve kukla olan bu sonradan görmeler topluluğu; kendi hakkını, yetkisini kullanmayı aklına bile getirmedi ve işleri Augustus'un yürütmesini diledi. Augustus, Partların kuruluyla yalnız başına konuşup barışa karar verdiği bu tarihte (İÖ 23) imparator olmuştu denebilir! Ona, kendi eliyle imparatorluğun temelini attıran Senato; para, rütbe, şehvet, lüks dolaplarına dalıp gitmiş; dış politikada artık bir işe yaramadığını herkese bildirmiş; bütün Roma dünyasının en önemli dış konusunu düşünecek ve çözecek zekâdan da, gözüpeklikten de, uygarlık yeteneğinden de uzaklaştığını göstermiştir. Cicero gibi büyük Cumhuriyetçileri parçalayan ünlü "Üçler Meclisi", Senato'ya, işte bu türlü insanları toplamıştı. Roma'nın demokrasiyi gömmesi, insanlığa uzun yüzyıllar baskı yönetiminin en çılgın örneğini veren tek elden yönetimin, imparatorluğu yaratması işte buradan başlar. (7)
Romalı, tutucu, dindar Augustus; raslantıların yükselttiği yerinde, yani dünyaya egemen olan iktidar tahtında; Roma'yı sonsuzlaştırmak görevini üstlenince, Senato denen yüce mekanizmanın bu perişanlığını elbette görmüştü. Augustus'un, ilkin her şeyini borçlu olduğu Caesar yöntemiyle benimsediği demokrasiye benzeyen oligarşi yüzünden ele aldığı bu adamlar; "memur kafası" ve "tembellik" hastalığına tutulmuştu. Bu Meclis'te, iç savaşların darmadağın ettiği, her aşağılık durumu kabule hazır; aç, yılgın, piçleşmiş başka bir köle sürüsü durumunda soylular da vardı. Bu kıran artığı kitle, ilkin ne Augustus'a, ne de çevrelerindeki devrimci emekliler sürüsüne ağız açacak durumdaydılar. Bütün güç, iç savaşın utku kazanmış ortaklarında toplanmıştı. Ama yukarda, Questor seçimi dolayısıyla söylediğimiz gibi, adam gereksinmesi, Augustus'un eşsiz bir güce ulaşması sonucunda Roma dünyasında doğan dinginlik, soyluları yavaş yavaş kendine getirmişti. Devlet hizmetlerinde onlara da olanaklar veriliyordu. İlkin Caesar'ın demokrasiye benzeyen davranışlarına öykünen Augustus, birçok kaygı ve hesapla bu yolu bıraktı; soylularla anlaşmayı ve dahası, o partiyi canlandırmayı, politikasının asıl ilkesi yaptı. Oysa, Augustus (yani Caesar'ın oğlu ve soylu, herkesi ölümün kara listesine geçiren adam; şu ünlü "Üçler Meclisi" üyelerinden biri) için en ağır şey, soylularla barışabilmekti. Bu değişiklikte, özellikle İÖ 28-27'de, Augustus'un elinde topladığı olağanüstü yetkileri halka, Senato'ya geri verme işinde nelerin etken olduğunu uzun uzadıya aramayacağız. Çok önemli olan ve Augustus'un siyasal yaşamını damgalayan "Res gestae"yi ona bu böyle yazdırtmış olan bu değişiklik ve bunun etkenleri arasında, soylularla anlaşmak da vardı. Onlar, yedikleri darbeler ve düştükleri aşağılık düzey yüzünden çekinilecek bir güç olmaktan artık çıkmışlardı.
Bu etmenler arasında bir başkası da, onun bu soylulardan duyduğu korkudur. Birinci etmenle uzlaşmaz gibi görünen bu ikinci etmeni anlatmak için, Augustus'un kişiliğini, kendi konumu için düşünüleni, bu değişiklikten önce Augustus'un varmak istediği hedefi belirtmemiz gereklidir.
İkinci "Üçler Meclisi"nin sonuna dek (İÖ 31) Augustus, Cumhuriyetçilerce, yani soylularca, yalnızca zorba olarak bilinmişti. İÖ 31-30'de, Mécène ile Agrippa'nın bastırdığı suikast girişimini yöneten genç Lepidus'tu ve çevresindekiler soylulardı. (V. Duruy, His., s. 374.) Augustus, kendisi için bu türlü düşünen ve davrananlardan korkuyor; Roma'yı kurmuş olan tabakanın çocuklarıyla anlaşmayı, kendi amacı için temel saymaya başlıyordu. Kendisi aslında bir kentsoyluydu; bu nedenle de, Roma'nın kurucuları karşısında ancak silah elde kalarak üstünlük bulabiliyordu. Kendisine bu üstünlüğü sağlayan lejyonlar ise Perousa savaşları sırasında (İÖ 41-40), kendilerini bir parça bekleten Augustus'a karşı homurdanacak ve susturmak isteyen bir tribünü ırmağa atacak denli azmış bulunuyorlardı. (Duruy, s. 356.) Bu karışık, disiplinsiz ülkede, kendisinin çabucak babalığı Caesar'ın yanına yollanması kolaydı.
Caesar'ı öldürenler işte bu soylulardı. Bunun nedeni de, Caesar'ın imparator olmayı kararlaştırmış olmasıydı. Roma, dar bir toprak üstünde, az sayıda bir halk için bir yönetim mekanizması kurmuştu. Cumhuriyet olan bu rejim, yine az sayıda bir soylu kitlesinin elindeydi. Akdeniz çevresindeki utkular, bu yönetim alanını pek çok genişletince, ufak soylular sınıfının bütün bu alana yetmesi güçleşti. Sylla ve Caesar'ın yol açtığı iç savaşları buraya bağlamak gerekir. Olağan ve yasal olarak yönetilemeyen yerler, diktatörlükle yönetilmek istenmişti!
Augustus da bu yoldaydı; ama o, açık bir imparatorluk ve diktatörlük yolunu seçmeyecek kişiliklerdendi. Bu kişilik, hiç de sanıldığı gibi gözüpek değildir. Bencil ve kuru bir akıl adamıdır. Hırstan ve gururdan çok, sonuca önem verir. Yapı bakımından sıtmalıdır; kansızdır ve kan hücumlarının sık sık tehdidi altındadır. (8) Bu yüzden zamanından önce yaşlanmış görünür. Bu yapıyla onun korkaklığı nasıl da uyuşur! Caesar'la, Antonius'la arasındaki ayrım büyüktür. İskenderiye'de Antonius'un kendisiyle dövüşmek isteyişini soğuk bir gülüşle karşılamıştır. (İÖ 30'da.) (9) Kendisini garip bir çocuk yerine koyan Cicero'ya, aylarca "Baba" diye yalvarmaktan çekinmemişti. Bekletildikleri için kendisine karşı gelen, Tribünü ırmağa atan askerlerine karşı, (örneğin, bizim Yavuz'un yeniçerilere Çaldıran'dan az önce yaptığı gibi) öfke gösterip aşağılayamamış; gülerek sitemlerde bulunmuştur. Şu üç olay bile, bu hastalıklı adamın, korkak olduğu denli hesaplı, soğukkanlı, sakıngan olduğunu gösterir.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Monumentum Ancyranum - 5
- Parts
- Monumentum Ancyranum - 1Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4105Total number of unique words is 204522.2 of words are in the 2000 most common words32.0 of words are in the 5000 most common words38.5 of words are in the 8000 most common words
- Monumentum Ancyranum - 2Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4009Total number of unique words is 202523.7 of words are in the 2000 most common words33.6 of words are in the 5000 most common words39.8 of words are in the 8000 most common words
- Monumentum Ancyranum - 3Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4056Total number of unique words is 214324.5 of words are in the 2000 most common words35.9 of words are in the 5000 most common words43.1 of words are in the 8000 most common words
- Monumentum Ancyranum - 4Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4013Total number of unique words is 217325.4 of words are in the 2000 most common words36.8 of words are in the 5000 most common words43.9 of words are in the 8000 most common words
- Monumentum Ancyranum - 5Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2661Total number of unique words is 154927.0 of words are in the 2000 most common words37.0 of words are in the 5000 most common words43.8 of words are in the 8000 most common words