Huzur - 10

Total number of words is 3151
Total number of unique words is 1852
32.0 of words are in the 2000 most common words
45.5 of words are in the 5000 most common words
51.6 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.

  Vapur hıncahınçtı. Şehirdeki işlerinden dönen küçük memurlar, gezmelerden, uzak plajlardan gelenler, genç mektepliler, zabitler, ihtiyar hanımlar, hayatlarınin üzüntüsü, günün yorgunluğu yüzlerinden akan bir yığın insan güvertede, bilerek bilmiyerek kendilerini bu akşam saatine teslim etmişe benziyorlardı. O bütün başları Hayyam'ın anlattığı testici gibi eline alıyor, içten ve dıştan işliyor çizgilerini değiştiriyor, boyuyor, vernik, cila sürüyor, gözleri dalgın, dudakları daha yumuşak yapıyor, gözlere hasretten, ümitten yepyeni ışıklar koyuyordu. Herkes bu aydınlığın ortasına kendisi olarak geliyor; fakat bir sihirin ortasına düşmüş gibi, onun değişmeleriyle değişiyordu. Bazen bir kalabalıktan biraz fazla gürültülü bir kahkaha yükseliyor, uzakta, ta başta, yalı çocukları ağız çalgıları çalıyorlar, tecrübesiz seslerle şarkı söylüyorlar, beraber yolculuk yapmağa alışmış olanlar birbirlerini çağırıyorlardı. Fakat bunlar pek az sürüyordu. Bin nevi bekleyişe benzeyen sessizlik yeniden sonsuz yapraklı ağacıyla büyüyor, hepsini örtüyordu.

  Bu ağacın kökü, orada, ufukta ince bir Herat cildinin tezhipleri arasında kıpkırmızı kavsi, bu altın oyunlarını gittikçe daha derin şekilde aydınlatan, her an eritip yeniden kendi fantezisine göre döken güneşteydi. Oradan dal dal etrafa yayılıyordu. Nuran bu aydınlıkta sertleşmiş yüzü, darılmağa hazır gibi duran küçük ve toplu çenesi, kısık gözleri, çantası üzerinde kilitlenen elleriyle, bu sükut ağacının bir meyvesi olmuştu.

  -O kadar ki akşamın bahçesinden sarkmış gibisiniz... O söner sönmez, yere düşeceksiniz, sanıyorum.

  -O zaman hepimizi birden gece toplıyacak... Çünkü siz de öylesiniz... Ve öyle oldu. Daha Üsküdar'a yaklaşmadan akşamın dört tarafa savurduğu güller solmuş, deniz kararmıştı. Herat tezhipli büyük kitap cildi şimdi mosmor bir bulut parçasıydı. Yalnız uzak minarelerin tepelerinde gecikmiş kuşlar gibi bir iki beyaz uçuş vardı. Karşı kıyıyı saran ışık dalgası, bir musıkinin son akisleri halinde sallanıyorlardı.

  Mümtaz, gece ilerledikçe havada, hala kıştan bir şeyin bulunduğunu sezer gibiydi. Garip bir üşüme hissiyle içine büzüldü.

  -Kışın Boğaz başka türlü güzel oluyor, dedi. Garip bir yalnızlığı var...

  -Ama, siz pek tahammül edemiyorsunuz.

  -Edemiyorum. Buna tahammül etmek için ya bulunduğu yere adamakıllı kök salmalı, yahut da hayatı çok zengin olmalı. Yani kafi derecede yaşamış olmalı. Halbuki ben...

  Sözünü birdenbire kesti; neredeyse, ben hala çocuk gibiyim, diyecekti. Hayatında bir yığın hulyadan başka ne vardı; yarın sabah, sen de bir hayal olmıyacak mısın?..

  -Benim en sevdiğim şey nedir, bilir misiniz? Ta çocukluğumdan beri kapalı, arkasında ışık yanmayan, yalı pencerelerinde ışık oyunları... Vapurla beraber yürüyen ve camdan cama değişen, bazen ateşten kavisler çizen ışıklar... Fakat şimdi bakmayın, madem ki dikkat etmediniz. İyi bir yerden, daha ileriden seyredin...

  Mümtaz bu kadarcık şeye nasıl dikkat etmediğine şaşıyordu. Boğaz'ın gece haritası benim için biraz da bu ışıklardır. Dediğiniz şey... İnsan burada bir hayalde yaşıyor, bazen kendisini bir masal sanıyor..

  Mümtaz beraberce daldıklari bu hissilikten utanır gibi oldu. Üsküdar'dan sonra gecenin tam saltanatı başladı. Tepelerde keskin sokak fenerlerinin hudutlandırdığı büyük ev kitleleri, aralarındaki karanlık uçurumlariyle olduklarından daha haşin, daha esrarlı ve hayali görünüyorlardı. İskele meydanları daha geniş bir hayat vadeden ışıklariyle bu ahengi kırıyordu. Hemen her penceresi aydınlık, çok eski bir yalı, uzun zaman suda kalmış, bütün kesafetini kaybetmiş bir cisim gibi önlerinden geçti.

  -Ne kadar çok insan var... dedi.

  Filhakika her pencerede birkaç baş görünüyordu. Hepsi üst üste yığılmış, vapuru seyrediyordu. Bir vapur düdüğü öttü.

  -Daha vapur düdükleri yazlık seslerini bulmadı...

  İkisi de birbirlerine dikkatlerini söylüyorlardı. İki küçük çocuk gibiydiler. Ayrı ayrı, önlerinden geçtikleri şeylere bakıyorlar, tek tük konuşuyorlardı. Genç kadın eliyle pancursuz, karanlık bir pencereyi göstererek: -Bakın, dedi, nasıl hareli bir kumaş gibi dokunuyor... Sonra kavisler... İşte bir tane daha, sanki akan bir yıldız gibi... Daha yukarılarda, bizim tarafta bu akislere balıkçı sandallarının feneri de karışır. Fakat en güzeli bu kavislerdir... Işıktan bir riyaziye...-

  Sonra beraberce eğildikleri bir kitabın üstünden başlarını kaldırır gibi doğruldular ve birbirlerine baktılar. İkisi de gülümsüyordu.

  -Sizi evinize kadar götüreceğim, dedi.

  -Sokağın başında ayrılmanız şartiyle... Eğer annemi kalbden öldürmek istemiyorsanız...

  Mümtaz içinden kızdı. Annesi... Yarabbim, ne kadar çok engeli var, diye düşündü. Genç kadın bu düşüncenin farkındaymış gibi:

  -Ne yaparsınız, hayatımızı olduğu gibi kabul etmek lazım. İnsan istediği kadar hür olamıyor... Bilir misiniz ki, bu yaşta hesap vermeğe mecburum. Geleceğimi bilseydi meraktan çıldırmıştı. Şimdi sevdiği kızı için, en aşağı yetmiş beş türlü felaket düşünür.

  Sonra birdenbire lafı değiştirdi:

  -Yalnız, eski musıki mi seversiniz?

  -Hayır, hepsini... Tabii, anlıyabildiğim kadar... Musıki hafızam zayıftır ve çalışmadım. Siz de seviyorsunuz galiba?

  -Bana bakmayın... Bizde eski musıki aile yadigarıdır, dedi. Baba tarafından Mevlevi, anne tarafından Bektaşiyiz... Hatta annemin dedesini İkinci Mahmud, Manastır'a sürmüş. Eskiden evimizde küçükken her akşam fasıllar yapılır, büyük eğlenceler olurdu.

  -Biliyorum, dedi, Mevlevi kıyafetiyle eskiden çekilmiş bir resminizi vaktiyle görmüştüm. Babanızdan gizli çekmişler.

  İclal'in adını söylememeğe dikkat etmişti. Bu bir nevi korkaklıktı. Fakat ikide bir başka bir kadının adını onun yanında anmak istemiyordu.

  -Tabii İclal de... dedi. Yarabbim, bu kız için gizli hiçbir şey yok. Onu tanıyanlar camdan evde oturuyorlar.

  Mümtaz:

  -Ama fotoğrafı bana o göstermedi. Hatta siz olduğunuzu ben kendim tahmin ettim, dedi.

  Genç kadın bu hatıra ile olduğu yerden o kadar gerilere atlayacağını hiç sanmamıştı. Babasını elinde ney, büyük sofanın sediri üstünde gördü. -Gel, otur...- diye sanki ona işaret ediyordu. Bütün çocukluğu bir kuş kafesi gibi bu ney sesleri içinde geçmişti. Başkalarında bin türlü duyumdan kurulan dünya, onun içinde sanki yalnız sesten ve musıkiden kurulmuştu. Tıpkı aynı sofanın avizesinin altında sarkan, yeni dünya dedikleri o donuk renkli camdan küreden akseden eşya gibi, sadece hayal bir kainatla işe başlamıştı.

  -Onu çektirdiğim zaman babam hala yaşıyordu. Fakat Boğaz'da değildik. Libade'de oturuyorduk. Bilmem, Çamlıca'yı tanır mısınız?

  Fakat Mümtaz düşüncesini fotoğraftan ayıramıyordu:

  -Tuhaf bir resimdi; eski minyatürlere benziyordunuz... Elbise hiç de aynı olmamakla beraber, mesela, Ali Şir Nevai'ye şarap kadehini sunan gence... Gülerek ilave etti: O oturuşu nereden buldunuz?..

  -Dedim ya, ecdat mirası... Uzviyetimde var. Onlarla doğmuşum.

  Biraz sonra o günün üçüncü mühim hadisesi oldu. Kandilli'ye beraber çıktılar. Sanki her zaman böyle oluyormuş gibi iskelenin tahta döşemesi üzerinde beraberce yürüdüler, Mümtaz kapıdaki memura ikisinin biletini birden verdi ve adam hiç şaşırmadan aldı. İskele meydanından beraberce geçtiler: Yokuş yukarı yürümeğe başladılar. Birbirlerinin varlığına sarılmış yürüyorlardı. Biraz sonra genç kadının ayağı bir taşa takıldı; Mümtaz koluna girdi. Solda bir sokağa saptılar. Sonra küçük bir yokuş daha çıktılar. Genç kadın dar bir sokağın başında ondan ayrıldı:

  -Bu bizim bahçe... Ev öbür tarafta, siz gelmeyin artık, dedi.

  Başlarının üstünde bir sokak feneri, büyük bir çınarı sanki içinden aydınlatıyordu. Üstlerine yaprak yaprak dökülen bu aydınlığın altında, bahar kokuları, çeşme ve kurbağa sesleri içinde birbirinden ayrıldılar. Mümtaz bir daha buluşup buluşmıyacaklarını sormadığına pişmandı. İçinde onu bir daha görmemek ihtimalinin verdiği korku vardı. Bu korku ile, geldikleri yollardan biraz mahzun; fakat genç kadının cazibesinden bir yığın şeyle zengin, kalbi hiç tanımadığı bir dostluğa açılmış, döndü.

  V

  Birkaç gün sonra Nuran, İclal'in güle güle evden içeri girdiğini gördü. Genç kız, iskelede Mümtaz'a rastlamış, beraber oturmuş, kahve içmişlerdi. Sonra Mümtaz onu yolun yarısına kadar çıkarmıştı.

  Eve girdiği zaman bile, hala onun anlattığı şeylere gülmekteydi. Bu Mümtaz'ın ayak üstünde uydurduğu bir köpek hikayesiydi.

  Genç adam beş gün, elbette birinden birine rastlarım diye, Kandilli önlerinden ayrılmamıştı. Şüphesiz isteseydi doğrudan doğruya İclal'den bunu rica eder, yahut da İhsan'ın vasıtasiyle Tevfik Bey'i görmeğe giderdi. Fakat hislerinden bir başkasına bahsetmek istemediği için, sessiz sedasız sahili muhasarayı tercih etmişti. Henüz yelken mevsimi değildi. Fakat Boğaz'da kayık mevsim işi değildir. O, Boğaz'ın tabii vasıtası, her saat başvurulan çare, her mizaca göre spor, eğlencedir. O kadar ki, bir Newyorklunun neden bir Ford veya başka bir marka otomobille doğmadığına şaşmıyanlar bile, Boğaz'da doğan çocukların beraberinde bir sandalla dünyaya gelmediklerine şaşırabilirler. Onun için hiç kimse Mümtaz'ı sandalında ve bu sandalı Kandilli iskelesinde görünce şaşırmadı. Uyanır uyanmaz kayığa atlıyor, sırasına göre yelkenle, bazen motörle iskeleye geliyor, orada balık avlamağa çalışıyor, kahvede kitap okuyor, ihtiyar bahçıvanlarla ve semtin eskileriyle konuşuyor, çok bunaldığı, denizde iş bulamadığı zamanlar, yukarılara çıkıyor, Nuran'ın evinin etrafından uzak durmak şartıyle tepelerde dolaşıyor, Boğaz baharının o sert rüzgarında kır çiçeklerinin, otların arasında geziniyordu.

  Beşinci günü sabrının mükafatını gördü. İclal vapurda idi. Bu tesadüfün sevinciyle yerinden sıçramaktan kendini zor menetti. Genç kızı iskelede yakaladı. İclal onu burada bulacağını hiç zannetmiyordu. Mümtaz, bir arkadaşına söz verdiğini, çocuğun hala gelmediğini söyledi.

  Nuran, Mümtaz'ın bu kadar çapraşık yollardan becerikli olmaya kalkacağını hiç sanmamıştı. İclal'in hikayesini dinleyince o da güldü:

  -Niye alıp getirmedin?

  -Doğrusu aklıma geldi ama, cesaret edemedim. Sana sormadan...

  -Biz onunla tanıştık...

  -Ada vapurunda... Adile Hanım'la berabermişsiniz. Sana selamı var... İsterseniz öğleden sonra gelin, sizi gezdireyim, dedi.

  İskeleye indikleri zaman Mümtaz kayıkta tembel tembel sıya yapıyordu. Onları gülerek karşıladı:

  -Geleceğinizi umuyordum, dedi.

  Nuran onun yüzünü zayıflamış ve güneşten yanmış buldu. Kadınlar sandala binince o da arkaya geçti.

  -Ne o, yelken açmıyacak mıyız?

  İclal'le Nuran, yelkeni, onun tehlikelerini, dalgalarla beraber gelen o küçük sarhoşluğu tercih ediyorlardı. İki kıyının yalpa vurması, iyi bir kavalye ile dansa benziyen o mihverinden çıkmalar, aydınlığın, suyun içinden süzülmeler. Fakat Mümtaz, yelken zamanı değil, diyordu. Hakikaten bu lezzeti tatmaları için daha çok vardı. Sonra kadınların elbiselerinin harap olmasından korkuyordu. Böyle bir gezinti için giyinmiş değillerdi.

  İclal lacivert döpiyesiyle bir çaya gider gibiydi. Nuran gri pardesüsünü ona vermişti. Sırtında kırmızı çizgili bej rengi bir kostüm, ceketin altında, kıvrılan kenarından, boynun dışarıda kalan kısmını daha yumuşak, daha kadifeli yapan sarı bir süeter vardı. Saçlarını en son dakikada sağa sola iki üç tarakla düzelttiği belliydi.

  Daha ziyade içinde son dakikaya kadar süren tereddüdü meydana koyan bu acele tuvaletle başı daha güzeldi. Mümtaz bu saçların gecesine yüzünü gömmek arzusuyle damarlarının tutuştuğunu hissediyordu. Bütün uzviyetinde senelerdir uyku uyumamış bir insanın yorgunluğu vardı.

  İclal kayığı beğenmişti. -Anlamam ama, güzel,- diyordu. Nuran deniz işlerini daha yakından biliyor gibi, onun fikrini tamamladı:

  -Güzel sandal, balığa, gezintiye, yelkene, herşeye gelir. Hem de yeni...

  Mehmet sandalın ucundan bir eli rıhtımda:

  -Ben İzmit'e kadar giderim, bununla... diye cevap verdi.

  Genç kadınların kıyafetlerinden, hallerinden hoşlanmıştı. Ağabeysinin -Mümtaz'a ağabey derdi- ilk defa böyle arkadaşları olduğunu görüyor ve onun hesabına seviniyordu. Fakat kayığa atlarken, kendisine bir yığın cam eşya emanet edilmiş gibi ürktü. Onun kadını başka türlüydü. O, mesela Boyacıköyü'ndeki kahveci çırağının sevgilisi cinsinden kadınları seviyordu. Onlara hayatın her safhasında güvenilebilirdi. Bunlar dayanıksız olmalıydı; fakat güzelliklerine bir diyeceği yoktu.

  -Balığı sever misiniz?

  -Babam ölmeden evvel çıkardık... Daha doğrusu evlenmeden evvel...

  Bu ikindi saatinde rüzgar muayyen sevkülceyş noktalarına çekilmiş gibiydi. İlk önce aşağıya, Beylerbeyi'ne doğru indiler. Sonra tekrar geldikleri yoldan geriye döndüler. Anadoluhisarı'nı, Kanlıca'yı geçtiler. Akıntıburnu'nda rüzgar ve dalga, hakikaten engine çıkmışlar gibi, onları kucakladı.

  Bir adım ötelerinde bahçeler, çocukların uçurtma denedikleri yol, çiçek açmış meyve dalları, olta ile sabır terbiyesi yapanlar vardı. Fakat altlarında deniz geniş su tabakalariyle kayıyor, garip, keskin, büyük davetlerin sesi ve kokusuyle onları taşıyordu.

  Mümtaz ömrünün hazinesini taşıyordu. Onun için korktu:

  -Ben şimdi hem Sezarım, hem de kayıkçısı. Onun için, buradan ilerisi yok.

  Bunu genç kadının gözlerine bakarak söylemişti. Fakat Nuran yalnız etrafla ve biraz da kendisiyle meşguldü. Beş gündür kafasında bir yığın kararlar vermiş, kah evini ve hayatını can sıkıcı bulmuş, genç adamın daveti için sabırsızlanmış, kah çocuğunun kendi yatağının yanıbaşında duran karyolasına bakarak, dışarıdan gelecek hiçbir şeyin kendi sükunetini bozamıyacağını sanmıştı. Fakat işte, üç saat süren bir didişmeden sonra gelmişti. Bu bir zaaf mıydı? Yoksa tabii bir hakkı kullanmak mı? Bunu bilmiyordu. Yalnız, bütün ömrüyle bu kayığa yıkıldığını, orada külçelendiğini biliyordu. Dönüşte Emirgan'a çıktılar. Kahvenin mevsimi başlamıştı. Her cinsten, her yaşta insan vardı. Hava biraz serinlerse kalkıp gitmek karariyle yaklaşan akşamı ve baharı tadıyorlardı.

  Bahar bir nekahet sıtması gibi derin ve ürperticiydi. Bütün gezinti boyunca bu ürpermeyi duymuşlardı. Sanki herşey, taze ve yumuşak yaprağın, parlak renklerin, beyaz aydınlıkta kendisini gölgesiyle bulmanın telaş ve sevinciyle birbiriyle kaynaşıyordu. Mor, kırmızı, erguvani, pembe, yeşil, kümelendikleri sırtlardan insanın derisine hücum ediyorlardı.

  Fakat burada, bu meydan kahvesinde bahar sadece bir küçük ürperme, bir yaşama hasretiydi. Sıcak çay, topluluk, biraz evvel geçtikleri yerleri şimdi karşıdan ve büsbütün başka ışıkta seyretmenin insana verdiği o garip hisle birbirlerine sokulmuşlardı.

  -Peki, anlatın bakalım, bizim Kandilli'yi neden böyle muhasara altına aldınız?

  Mümtaz yüzünün kızardığını göstermemek için başını eğdi:

  -Bilmem buna muhasara denir mi? Kara yolları baştan başa açıktı. Ben sadece iskeleyi zaptettim. Elimden bu kadarı geliyordu, ne yapayım? der gibi bir işaretle güldü. Fakat çehresiyle -bu hafta çok sıkıntı çektim- diyordu. Bu gülüşte, gözlerin ve dudağın kenarlarında ancak farkedilen; fakat bütün yüze ıstırabı kabule hazırmış gibi bir mana veren bir şey vardı.

  -Anlatsana şu Kandilli sarayını, Mümtaz?

  Mümtaz sabahleyin genç kıza anlattığı şeyleri zihninde aradı:

  -Hayal... Duman. Bir mısraın peşine takıldık. Hakikaten şimdi hepsi hayaldi. Fakat bir şey söylemesi lazımdı.

  -Bu sarayın tamiri için söylenmiş bir tarih. Tabii ne saray, ne temeli var şimdi. Ne de eski bahçeler. Fakat mısra duruyor:

  Yeniden şule-bar-ı sahil oldu köhne Kandilli

  İşte bir mısraın bana ettiği bir oyun. Sonra Kandilli'den, Kanlıca körfezinden, Çengelköyü ve Vaniköy'den bahsetti.

  Garip bir erüdisyonu vardı. Bilgiden ziyade, vaktiyle yaşanmış hayatların peşindeydi:

  -Asıl mühim olan şey insandır. Gerisinden bana ne?.. Belki bir insan hayatı zamanın fırınında ateşe attığımız bir kağıt kadar çabuk yanıyor. Belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur. Tam bir ümitsizlik içinde bir yığın karar kılıklı tereddüt ve küçük, ümitsiz savunmalardır, hatta hulyadır. Ama, gerçekten yaşamış bir insanın ömrü yine mühim bir şeydir. Çünkü ne kadar gülünç olursa olsun, biz yine hayatı tam inkar edemiyoruz. Onda kafamızın vehimleri olsa bile, iyi, kötü diye kıymetler arıyoruz. Aşka, ihtirasa yer veriyoruz. Sanatkarcasına yaşamanın, küçük hesap ve israflarda kaybolmanın farklarını buluyoruz.

  -Peki, ya hareket... Nuran eliyle bir işaret yaptı. Aksiyon manasına söylüyorum. Büyük yollarda kendisini denemek.

  Mümtaz şüphe içindeydi:

  -Yolun büyüğü, küçüğü yoktur. Bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır. Fatih, yirmi bir yaşında İstanbul'u fethetmiş. Descartes da yirmi dört yaşında felsefesini yapar. İstanbul bir kere fethedilir. Usul Üzerinde Konuşma da bir kere yazılır. Fakat dünyada milyonlarca yirmi bir, yirmi dört yaşında insan vardır. Fatih veya Descartes değillerdir diye, ölsünler mi? Kesif yaşasınlar yeter. Yani büyük yollar dediğiniz şeyin büyüklüğü bizim içimizdedir.

  Nuran dikkatle genç adama bakıyordu:

  -Hareket, hareketten bahsetmiyorsunuz?

  -Bahsettim işte... Herkes bir şey yapmağa mecbur. Herkesin bir talihi var. Ne bileyim, ben, bu talihi kendinden, iç dünyasından bir şeyler katarak yaşamağı seviyorum. Yani sanatı seviyorum. Belki o bizi ölümün en iyi, en rahatça kabul edebileceğimiz çehreleriyle karşılaştırıyor. Şurası muhakkak ki, bir insanın hayatı bazen bir sanat eseri kadar güzel olabiliyor. Onu bulduğum zaman...

  -Mesela...

  -Mesela Şeyh Galib... Genç yaşta, en parlak devrinde ölüyor. Başlıbaşına hikmet olan bir terbiyeden geçmiş. Bu terbiye onda birçok şeyleri, muzır şeyleri, başında öldürmüş. Ne sabahı, ne ikindisi var. Sakin bir akşam gibi, hareket, ışığın oyunundan, sevilen şeylere sadakatten ibaret. Mesela, Dede. Bine yakın eseri var. Hayatına bakıyoruz; herhangi bir hayat. Fakat sade kendisinin.

  -Devir de yardım etmiyor mu bunlara?..

  -Elbette. Fakat istisnaları devrin üstünde gibi görünüyor. İnsan neredeyse şartların üstünde yaşıyor, sanacak. Mesela bunların hiçbiri dünyayı ıslaha kalkmıyor. Halbuki sizin komşunuz Vani Efendi, o kalkıyor, insanoğlunun huzuruyle, saadetiyle oynuyor. Ümitsizlik onu yenmiş... Birinciler nefsine sadık olarak yaşamanın sırrını bulmuşlar. Öbürleri kendilerini aldatıyorlar gibi geliyor bana...

  Mümtaz, hiç istemeden girdiği bu karışık bahisten çıkmak ister gibi etrafına bakındı. Akşam, geniş musıki faslına başlamıştı. Aydınlığın bütün sazları güneşin veda şarkısını söylemeğe hazırlanıyordu. Ve herşey aydınlığın sazıydı. Hatta Nuran'ın yüzü, kahve kaşığı ile oynayan eli bile...

  -Bir yere gitsek mi dersiniz?..

  -Nereye mesela?..

  -Büyükdere'ye, İstinye'ye...

  Gün burada bitiyordu. Halbuki onun bitmesini istemiyordu. Belki oralarda, daha ötelerde güneş devam edecekti.

  Şu ümitsizlik dediğinizi anlatsanıza...

  -Ümitsizlik, ölümün şuuru, yahut bizdeki terbiyesi... Onun hayatımızdaki bir yığın kıskacı... Dört tarafımızı saran mengene dişleri, ne bileyim. Her hareket, cinsi ne olursa olsun, onun neticesidir. Hatta şu devrimizde olduğu yerde kabuklaşmadan korku var ya... Sevilen şeylerin birbiri peşinden inkarı. Babam gibi olacağım korkusu. Nihayet, ne yapsam bir türlü ölümden kurtulamıyacağım. Hiç olmazsa beni bir uçta, bir kutup yolculuğunda bulsun. Yahut toplu bir halde enternasyonal söylerken, yahut, kaz ayağı adım atarken... Kendisi de, bu anda, biraz bu korkunun içindeydi. Karşı sahilde evlerin pencerelerinde, dalgalarda sarı bir ışık vardı. Kendilerini yalnız bu ışığın kurtardığını sanıyordu. O da olmazsa burada, bu çınar dibinde boğulacaklar, gömüleceklerdi. Hakikatte mesuttu ve saadeti içinde bir şeyler yapmak istiyordu. Eski tuzak, onda da çalışıyordu.

  Nuran artık bir şey sormuyordu. Kendi düşünçesine dalmıştı. Bu biraz da akşamın iradesine kendisini bırakıştı. Açık hava onu yormuştu. İkide bir önüne bu sual çıkıyordu:

  -Sonu ne olacak bu işin? En iyisi, unutmak, bir şey düşünmemekti. Yaşadığı ana kendisini bırakmanın sükunetini tadıyordu. Fakat İclal düşünüyordu. İclal akşamın iradesine tabi değildi. O ölümün terbiyesini bir kere bile aklına getirmemişti. Küçük, temiz, etrafındaki herşeyde vefalı genç kız hayatını yaşıyordu. Önünde sayısız günler vardı ve onları küçük kuklalar gibi ümitleriyle giydiriyordu. Aşkın, arzunun, sakin evin, çalışma saatlerinin, beklemenin, hatta icap ederse çalışmanın, dostlukların kumaşlariyle, süsleriyle hepsini giydiriyordu. Üstlerinde olan herşeyi biliyordu, fakat yüzlerini göremiyordu; yüzleri gelecek dediğimiz duvara dönüktü. Saati gelince bu yüzler geriye dönüyor, İclal'le karşılaşıyor, önünde bir reverans yapıyorlar, sırtından o süslü elbiseleri, parlak kumaşları yavaşça ve hiçbir şikayetsiz çıkarıyor, ben değilmişim, muhakkak öbürüdür, diye uzaktakilerden birini işaret ediyorlar, sonra arkasına geçiyorlar, orada kendinden evvelkilerin yanına diziliyorlardı. İşte bu bahar da böyleydi. Bu bahar, kışın ortasında o kadar beklediği, özlediği bahar...

  -Köşkü gezsek mi? Bunu İclal istemişti, hazır buraya gelmişken...

  -Bu akşam saatinde?..

  -Niçin olmasın. Hem daha akşam değil ki... Burası kuytu, bize öyle geliyor. Daha saat altı yok. Sonra konuştuğumuz şeyler. Kolay değil, hemen hemen bir haftadır kimseyi görmedim. İçimde çok şey birikti.

  Nuran bu hareketi inkar eden adamı, kayığı içinde iskeleyi muhasara altına almış gördü. Tam ümitsizlik içinde bir teşebbüs... Bu toy adam bir kadının hayatına yerleşmenin yolunu biliyordu. İçinde ona karşı garip bir merhamet ve beğenme hissi vardı. Dişisini çağırmasını biliyordu. Fakat bu kadar kuvvetle ve sabırla çağırabilmek için ne kadar yalnız olması lazımdı? Hiç olmazsa başındakilerin hepsini dağıtmış olmalı idi.

  Nuran köşkü hiç de hayal ettiği gibi bulmadı. Fevkaladeliği yoktu. Dördüncü Murad, gözdesine hemen hemen küçük bir ev yaptırmıştı. Ancak Mümtaz'la kendisinin oturabileceği kadar bir yer. Ve bu düşünce ona köşkü sevdirdi. Planı bir gün lazım olur diye, ezberlemek istiyordu. Hiç olmazsa bu gece Mümtaz'ı yatağında düşünürken. Mümtaz onlara burasının, asıl binanın denize bakan kısmı olması lazım geldiğini söyledi. -Belki de yukarıdaki koru ilk önce buraya aitti.- Fakat o değilse bile, muhakkak yerinde başka bir büyükçe köşk vardı.

  Nuran duvarlardaki yazıları okumağa çalışarak, eski aynalarda kendi hayalini seyrederek dolaşıyordu. Herşeyde garip bir mazi kokusu vardı. Bu, tarih içinde kendi kokumuzdu, ne kadar bizdik.

  Nuran geçmiş yılların imbiğinden çekilmiş bu iksiri tadıyordu. Mümtaz'ın muhayyilesi başka türlü çalışıyordu. Nuran'ı bir geçmiş zaman dilberi, Dördüncü Murad devrinin bir ikbali gibi giydiriyordu. Mücevherler, şallar, sırmalı kumaşlar, Venedik tülleri, gül şeftali pabuçlar... Etrafında bir yığın yastık. Düşüncesini genç kadına söyledi:

  -Yani bir odalık gibi, değil mi? Hani şu Matis'inkiler cinsinden. Ve gülerek başını şalladı. Hayır, istemiyorum. Ben Nuran'ım. Kandilli'de otururum. 1937 senesinde yaşıyor, aşağı yukarı zamanımın elbisesini giyiyorum. Hiçbir elbise ve hüviyet değiştirmeğe hevesim yok. Hiçbir ümitsizlik içinde değilim ve bu aynalar beni korkutuyor.

  Bununla beraber çıkmak istemiyordu. Gezdikçe köşkün zevkini tatmıştı. Burada çok basit şeylerin güzelliği vardı. İllüstrasyon'da veya İngiliz mecmualarında resimlerini seyrettiği şatolar, on sekizinci asır köşkleri gibi bolluk ve lüks içinde değildi. Burası içten zengin bir yerdi. İnsanı kendi içinde topluyordu. Tıpkı babasının kendisine öğrettiği o Hint şalı renkli, ağır, işlenmemiş mücevher parıltılı besteler gibi... Ve içinde o bestelerin hüznünü duyuyordu.

  Çıktılar. İclal:

  -Şimdi ne yapacağız, dedi.

  -Eve döneceğiz. Bu ümitsizlik içindeki adam bizi yokuşa kadar çıkaracak. Ona zahmetine mükafat olarak biraz yemek yedireceğiz. Beş gündür belki de açlıktan ölmüştür. Sonra isterse iskeledeki muhasarasına devam eder.

  Konuşurken Mümtaz'ın yüzüne biraz evvelki karanlık bir aynanın önünde öpüştükleri anın sıcaklığını duya duya bakıyordu. Dibinde tanımadığı, hiç görmediği yüzlerce insanın hayatından bir şeyler uyuyan aynanın sularında başları ve elleri birdenbire birleşmişti. Bu o kadar ani olmuştu ki, ikisi de hayret içindeydiler. Nuran'ın neşesi biraz da bu şaşkınlığı örtmek arzusundan geliyordu.

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Huzur - 11
  • Parts
  • Huzur - 01
    Total number of words is 3262
    Total number of unique words is 1841
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.2 of words are in the 5000 most common words
    52.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 02
    Total number of words is 3261
    Total number of unique words is 1795
    33.0 of words are in the 2000 most common words
    48.2 of words are in the 5000 most common words
    55.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 03
    Total number of words is 3247
    Total number of unique words is 1802
    32.1 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    54.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 04
    Total number of words is 3114
    Total number of unique words is 1903
    30.2 of words are in the 2000 most common words
    42.4 of words are in the 5000 most common words
    49.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 05
    Total number of words is 3306
    Total number of unique words is 1849
    30.5 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    50.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 06
    Total number of words is 3232
    Total number of unique words is 1863
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    51.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 07
    Total number of words is 3245
    Total number of unique words is 1844
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 08
    Total number of words is 3237
    Total number of unique words is 1819
    30.5 of words are in the 2000 most common words
    42.8 of words are in the 5000 most common words
    49.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 09
    Total number of words is 3176
    Total number of unique words is 1789
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 10
    Total number of words is 3151
    Total number of unique words is 1852
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    51.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 11
    Total number of words is 3204
    Total number of unique words is 1785
    32.5 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 12
    Total number of words is 3333
    Total number of unique words is 1912
    30.2 of words are in the 2000 most common words
    42.1 of words are in the 5000 most common words
    49.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 13
    Total number of words is 3267
    Total number of unique words is 1951
    28.1 of words are in the 2000 most common words
    41.1 of words are in the 5000 most common words
    48.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 14
    Total number of words is 3178
    Total number of unique words is 1854
    29.5 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    51.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 15
    Total number of words is 3231
    Total number of unique words is 1940
    28.8 of words are in the 2000 most common words
    41.5 of words are in the 5000 most common words
    48.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 16
    Total number of words is 3268
    Total number of unique words is 1862
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    44.8 of words are in the 5000 most common words
    50.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 17
    Total number of words is 3195
    Total number of unique words is 1846
    29.0 of words are in the 2000 most common words
    42.8 of words are in the 5000 most common words
    49.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 18
    Total number of words is 3249
    Total number of unique words is 1783
    32.6 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 19
    Total number of words is 3177
    Total number of unique words is 1832
    33.2 of words are in the 2000 most common words
    46.4 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 20
    Total number of words is 3255
    Total number of unique words is 1888
    31.5 of words are in the 2000 most common words
    43.5 of words are in the 5000 most common words
    51.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 21
    Total number of words is 3354
    Total number of unique words is 1956
    28.4 of words are in the 2000 most common words
    39.5 of words are in the 5000 most common words
    46.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 22
    Total number of words is 3393
    Total number of unique words is 1881
    26.5 of words are in the 2000 most common words
    38.5 of words are in the 5000 most common words
    45.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 23
    Total number of words is 3259
    Total number of unique words is 1741
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    47.4 of words are in the 5000 most common words
    54.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 24
    Total number of words is 3211
    Total number of unique words is 1768
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 25
    Total number of words is 3196
    Total number of unique words is 1800
    31.6 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    54.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 26
    Total number of words is 3166
    Total number of unique words is 1788
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 27
    Total number of words is 3214
    Total number of unique words is 1767
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 28
    Total number of words is 3279
    Total number of unique words is 1845
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    43.3 of words are in the 5000 most common words
    51.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 29
    Total number of words is 3362
    Total number of unique words is 1865
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 30
    Total number of words is 3119
    Total number of unique words is 1802
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    42.9 of words are in the 5000 most common words
    51.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Huzur - 31
    Total number of words is 2997
    Total number of unique words is 1633
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    47.8 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.