Gülün Öteki Adı - 1

Total number of words is 3840
Total number of unique words is 2305
22.5 of words are in the 2000 most common words
34.1 of words are in the 5000 most common words
40.0 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Önsöz
Uygarlığın tanyeri kolay ağarmadı. İnsanoğlu ateşi ne zaman buldu, bilinmiyor. Ateş gece karanlığında küçük bir aydınlıktır; ama insan aklının aydınlanması için tarih babanın sabrıyla uzun süre beklemek gerekiyordu.
Karanlığın koyuluktan alacalığa dönüşmesi için ne kadar süre geçti, sorusunu yanıtlamak da güçtür. Zifir rengindeki göğün ötesinden berisinden belli belirsiz ışınlarla delinmesi, sonra karanlığın daha da yoğunlaşıp toplumların üstüne çökmesiyle geçen yüzyıllar, kaç kuşağı toprağa gömdü?
Tarihte örnekleri var; kimi zaman tanyeri ağarır gibi olmuş; insan "gün doğuyor" diye umutlanmış, sonunda yıkıcı bir düş kırıklığına uğramıştır.
Geçmişin bir evresinde din bağnazlığı, dünyanın her yerinde birbirinden ayrı gibi görünen, ama özde bir sayılan düzenler kurmuştu. Düzenlerin temel kuralı neydi? İnanacaksın, tapacaksın, düşünmeyeceksin, kuşkulanmayacaksın, yalnız emirleri yerine getireceksin; Tanrı adına yeryüzünde egemenliği elinde tutan buyurganların kurduğu düzeni, aklın süzgecinden geçirmeden benimseyeceksin.
Kim ki bu düzeni değiştirmeye kalkar, yine Tanrı adına katli vaciptir.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye gezegenimizi saran bu düzene -yine tanrılar adına- başkaldıranların karanlığı dağıtmak yolunda katkıları büyüktür. Batıda "Reform"devinimi "Uyanış" ve "Aydınlanma" çağlarının belirleyicisi değil mi? Luther'in Roma'daki Papa'ya kafa tutması, yine din adınaydı; dinsel mantığa dayanıyordu, ama akıl yolunu açarak insan düşüncesine kilisenin kubbesi altında sıcak bir mum yaktı.
Peki, Luther'den öncesi yok muydu? Tarihte hep öncüller ve ardıllar vardır. Hiçbir olgu, bir oluşumun omurgasına eklemlenmeden gerçekleşemez. Ayrıca Kathar Şövalyeleri'ni tanıdığımız zaman, insanlığın soyağacında Şeyh Bedreddin'e ne kadar yakın bir dal oluşturduğunu düşünüyoruz, iki akımın da karanlığın cellatlarına boğdurulması, yazgılarındaki benzerliği vurguluyor.
Kathar Şövalyeleri kilisenin buyruğuyla odun ateşlerinde yakıldılar. Biliyoruz ki tarihin karanlığında yakılan her insan geleceğin aydınlığında bir kıvılcım oluşturmuştur ve her kanlı yenilgi daha sonraki dönüşümlerin tohumlarını toprağa serpmiştir;
Nâzım Hikmet bu gerçeği, idam fermanını algılayan Şeyh Bedreddin'de dile getirir:
Bedreddin gülümsedi,
Aydınlandı içi gözlerinin,
dedi:
— Madem ki bu kerre mağlubuz
netsek, neylesek zaid.
"Bu kerre mağlubuz," dedi Bedreddin; bu sözün içinde geleceğe güven var.
Elinizde tuttuğunuz bir tarih kitabı değil, insanlığın damarlarında dolaşan özsuyun kaynaklarından birini size tanıtan bir öykü, roman ya da bir başka tür, ama kesinlikle masal değil; gerçekliğin soylu bir serüveni.
Kathar Şövalyeleri'nin Türk okuruna Mine Saulnier'nin duyarlı kalemiyle tanıtılması, kitaba değerini veren ana niteliktir. Pirene Dağları'nın kuzeyinden başlayan insana dönük bir inanç akımının sosyal adaleti içeren toplumsal bir düzene dönüşmesi; sonra da Türkiye'nin ovasına, kasabasına ulaşan rüzgârlara karışması, tarihte ilginç sayfalar oluşturuyor. Mine Saulnier'nin üslubunda biçimlenince, o günleri yeniden gündeme getiren bu kitap güncelleşiyor.
Türkiye'de bugün bile "vicdan özgürlüğü" ve "sosyal adalet" gündemin birincil maddeleri değil mi?
Bu kitap, Oksitanya'daki odun ateşinde yakılan ya da Serez Çarşısı'nda asılan insanın serüvenidir. Her zaman yinelendiği gibi insan kolayca insanlaşamadı; bugün de önümüzdeki yol kısa değil.
İlhan Selçuk
1989


Katharlar'ın Lyon müzesinde bulunan kutsal kitabının birinci sayfası.
Dili Oksitanca


Fransızca Baskıya Önsöz
Kathar trajedisiyle Şeyh Bedreddin Destanı arasında bir akrabalık arayan Mine G. Kırıkkanat'ın (Saulnier) ilginç kitabı Gülün Öteki Adı'nın, Türkiye'de yayınlandıktan sonra Jacques Jeulin'in itinalı uyarlama/çevirisiyle Fransızca okurlara kazandırılması çok memnuniyet verici.
Deneme basit değil, çünkü yazar yalnızca iki mezhep arasında, zamanda ve mekânda tarihsel bir karşılaştırma yapmakla yetinmiyor; aynı zamanda eğitici ve toplumsal ahlaka dayanan bir değer de yüklüyor bu tarihe. Gülün Öteki Adı Kathar olgusunu Türk okura anlatırken, kendi kültürüne ait Şeyh Bedreddin Hareketi'nden yola çıkıyor, çok iyi tanıdığı Nâzım Hikmet'in şiirlerinden yararlanarak anlaşılmasını daha da kolaylaştırıyor. Aynı şekilde Fransız okura da hem Katharizm hakkındaki bilgisini genişletme hem de Bedreddin Hareketi'ni daha iyi kavrama olanağı veriyor. Sonuçta, bu kitap kültürlerarası tarih çalışmaları için gerçek bir kazanç niteliğinde.
Dolayısıyla zor ama coşku verici bir çalışmayla karşı karşıyayız. Gülün Öteki Adı tarihsel karşılaştırmalarla kültürlerin birbirlerini nasıl etkileyebileceğine işaret ediyor. Küçük Asya ve Balkanların, Hıristiyanlık ve İslamiyet içindeki mezheplerin gelişim sürecinde dönem dönem oynadıkları önemli rolü gösteriyor. Bunlar arasında devamlı ve en etkileyici olanı, şüphesiz düalist düşüncedir. Katharizm öğretisinin altyapısını oluşturan düalist düşünceye Manes'e kadar gitmeden değinmek gerekirse: Altıncı yüzyılda Ermenistan, Küçük Asya ve Trakya'da yayılan Pavlusçuluk, 870'lerde en saf haliyle Tibrike'de (Divriği) ortaya çıkıyor ve V. Konstantin'in Malatya ile Erzurum'dan tehcir ettiği halklarla birlikte Bulgaristan'a yayılıyor.
Onuncu yüzyıl ortasında Aziz Bogomil tarafından yeniden yorumlanan Pavlusçuluk, Balkan Slavları arasında yayılarak Konstantinopolis'e kadar uzanıyor. On beşinci yüzyıla kadar Bosna-Hersek'te gelişen Bogomilizm, on birinci yüzyıldan sonra özellikle haçlı orduları ve uluslararası tüccarlar aracılığıyla Batıya yayılıyor. İlgi çekici noktalardan biri de, on dördüncü yüzyılda, Fransa Krallığı'nda Katharizmin yok edildiği dönemde Philadelphia'da (Alaşehir) etkin bir Kathar Kilisesinin olmasıdır. Daha da iyisi, Alaşehir'de bulunan bir yazıttan yola çıkan I. Henri Gregoire*, dördüncü yüzyılda Küçük Asya'daki Kathar inançlarının, yedi-sekiz yüzyıl sonra Batı Avrupa Katharlarının inançlarıyla aynı olduklarını kanıtlamıştır.
Gülün Öteki Adı'nda belirtildiği gibi Simavnalı Bedreddin'in öğretisi ve hareketi daha kısa sürse de aynı topraklarda doğmuş ve yayılmıştır. Bedreddin, Osmanlı'nın yeni fethettiği Edirne yakınlarında Hıristiyan bir anneden doğmuştur. Babası da ilk akıncı Selçuklu beylerinin torunlarındandır. Babasının gözetiminde İslamiyet'i öğrenmiştir. Ama I. Mehmet tarafından sürgüne gönderildiği İznik'ten kaçtığında, önce Kastamonu ve Sinop ardından Kırım'a gittikten sonra vardığı Besarabya'da (Romanya), Hıristiyan bir prensin yanına sığınmıştır. Osmanlı karşıtı propaganda çalışmalarını Dobruca ve Deliorman'a sınır olan Besarabya'dan başlatmıştır. Aynı anda, aynı çalışmayı Manisa ve İzmir çevresindeki yandaşları Şii, Yahudi ve Hıristiyanlar arasında yürütür.
'Henri Gregoire, "Küçük Asya, İtalya ve Fransa Katharları", Memorial Louis Petit, Bizara Tarih ve Arkeolojisi Hikâyeleri, Bükreş Fransız Enstitüsü Bizans Araştırma Merkezi, 1948, s. 142-15

Gülün Öteki Adı, Kathar ve Bedreddin öğretileri arasında ilginç benzerlikler ortaya çıkarıyor: İki öğreti de cenneti, cehennemi, yeniden dirilişi yok sayıyor; imanın zorla olmayacağını savunuyor; devlet dahil tüm toplumsal ve siyasal merkeziyetçiliği, özel mülkiyeti reddediyor; toprak ve iş paylaşımını öngörüyor. Öğretilerdeki bu benzerlikler önemli ancak, kitapta unutulmayan farklılıklar da az değil. Özellikle kadercilik, mucize, kadının toplumsal konumu ve her şeyden önemlisi Bedreddin'in öğretisindeki Tanrının Tek'liği, üç tek tanrılı dinin birlikteliği ve bu birliktelik anlayışından doğan öğretilerin bağdaştırılması (syncretisme) Katharizmden farklı.
Ancak olguya buradan yaklaşmak pek verimli olmazdı. Kathar mezhebi ile Bedreddin mezhebinin arasındaki benzerlikler, Katharizmin İslamiyet üzerindeki etkisinin Hıristiyanlığa yaptığı etkiden daha fazla olduğunu göstermez. Zaten Gülün Öteki Adı da açıkça bunu söylemiyor; tedbirle cüret arasında gidip gelerek, inandırıcı ama bilimsel olarak kanıtlanması gereken ilginç varsayımlar ortaya atıyor. Bu eser, en azından, kültürlerarası etkileşimlerde çok önemli bir tarih sorusu ortaya koyma ve bu konuda araştırma önerileri getirme başarısıyla takdir edilmeli. Uzmanların" bugüne değin Katharizm ve Bedreddin öğretisinin ilişkisi konusunda sessiz kaldıklarını kabul etmek gerek. Bedreddin'in formasyonu konusunda şimdiye kadar yalnızca tasavvuf geleneğinin önemine, İbn-i Arabi'nin Bedreddin'in de itiraf ettiği yönlendirmesine, Sarı Saltuk gibi tümüyle Asya kökenli mitolojinin, hatta kabile efsanelerinin oluşturduğu kültürel altyapının etkisine dikkat çekildi. Bogomilizm ile ilgisi kurcalanmadı.
"Thierry Zarcone, "Kızılbaşlar üstüne araştırmalarda yeni perspektifler", Dobruca, Deliorman ve Doğu Trakya Alevileri: Anatolia Moderna, 1992, s. 1-11. Michel Balivet'nin makalesi: "15. Yüzyılda Hıristiyan ve Müslümanları Birleştirmek Taraftarı İki Adam: Türk Bedreddin ve Trabzonlu Rum Yorgo", Bizantina, 10, 1980, s. 363-400.

Gülün Öteki Adı kültürlerarası etkileşimin çarpıcı bir örneğini çok açık bir dille anlattığı için övgüye değer. Kitabın, belki de aşırı eğitici bir çabayla, çağdaş kavramları yüzyıllar öncesinin olguları için kullanması eleştirilebilir. Böyle bir anakronizmin, çağdaş okuru geçmişi daha iyi anlamaya iteceği şüphelidir. Ama asıl önemli olan, kitabın tutkuyla okunması ve diri bir mesaj vermesidir. Mine G. Kırıkkanat'la Jacques Jeulin'in yaptığı tüm analizler, ortaçağdan başlayarak Atlantik Okyanusu'ndan Anadolu'ya inançlar ve istemler üstüne altını çizdikleri gerçekler, içinde yaşadığımız çağın gündemiyle aynıdır: Sosyal adalet ve insan emeğinin ürettiği zenginliklerin daha adil paylaşımı kadar, dinsel hoşgörü arayışı. Bu anlamda Bedreddin'in bağdaştırmacı (syncretiste) görüşleri takdirle anılması gereken ilk adımlar olarak beş yüzyıl sonra hâlâ daha adını koyamayan bir evrenselliğe sıçrıyor.

Jacques Thobie
Paris-8 Üniversitesi Em. Profesörü ve İstanbul Fransız Enstitüsü Anadolu
Medeniyetleri Araştırmaları (eski) Müdürü…..2000



GÜLÜN ÖTEKÎ ADI
Kathar Şövalyelerinden Şeyh Bedreddin Yiğitlerine



Kılıçlarından kan damlayan Kuzeyli Baronlar,zırlarını şakırdatarak geldiler, Başpapaz Arnaud Amaury'nin huzurunda diz vurup sordular:
— Kathar sapkınları çoluk çocuk Beziers Katedraline sığınmış. Onları korumak isteyen dini bütün halk, Katoliğiyle, Yahudisiyle aralarına karışmış. Tanrının kullarını şeytana tapanlardan nasıl ayıracağız Peder? Katharlar üstüne haçlı seferini Roma adına yöneten Başpapaz yanıtladı:
— Hepsini öldürün! Tanrı kendi kullarını ayırır.
(Beziers katliamı) 22 Temmuz 1209


Kavuklulardan ikincisi Şekerullah bin Şehabeddin
imiş.
Dedi ki:
— Bu sofinin başına birçok kimseler toplandı.
Ve bunların dahi şeri Muhammediye muhalif nice işleri aşikâr oldu.
Kavuklulardan üçüncüsü şıkpaşazade imiş.
Dedi ki:
— Sual: Ahir Börklüce paralanırsa imanla mı gidecek, imansız mı?
— Cevap: Allah bilir anın çünküm biz cinin mevti halini bilmezüz..
Nâzım Hikmet
(Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı)


Katharlardan Şeyh Bedreddin'e
Onuncu yüzyıldan başlayarak on dördüncü yüzyıla dek Güney Fransa'nın Oksitanya bölgesinde etkili olmuş Kathar doktrini ile 1417'de asılarak öldürülen Şeyh Bedreddin mezhebi arasında akrabalık aramak, ilk bakışta düşsel gelebilir. Oysa Şeyh Bedreddin yandaşlarının ilk olarak örgütlendiği Aydın Beyliği, Kathar doktrininin aynı bölgede baş verdiği Alaşehir (Philadelphia) odağının yansıma alanı içerisindedir. Şeyh Bedreddin'in düşünceleri, Kathar doktrininden izdüşümleri taşır. En önemlisi, iki yüzyıllık bir ara ile kesişen ve binlerce kilometreye yayılan bir "aynı" alanda her iki inancın sahipleri, "yârin yanağından gayri her yerde, hep beraber, her şeyi paylaşmak" istemişlerdir.
Bedreddin mezhebi Balkanlar'da, Makedonya'da yandaş bulur, Deliorman'ı mesken tutar, Serez'de yargılanır. Kathar mezhebinin evrensel ve birincil derecedeki merkezi ise Balkanlar'dır ve bu mezhep Makedonya, Bosna, Dalmaçya bölgelerinde çok yaygındır. İç içe geçen doğuş ve gelişme yerleri, her iki öğretinin temel ilkeleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik düşündürücü olsa da; burada Şeyh Bedreddin mezhebi ile Kathar (Bogomil) dini arasındaki bağı kanıtlamayı, herhangi bir sav ileri sürmeyi amaçlamıyoruz. Birbirinin aynı değil, ama devamı olan bu iki akım arasındaki bilimsel yakınlığı ancak yetkin tarihçiler kurabilir.
Biz burada size, Atlantik Okyanusu ile Akdeniz'i birbirine bağlayan Avrupa'nın en eski sıradağlarının eteklerine ya da doruklarına kurulu birkaç kenti ve bu kentlerin tarihiyle kenetlenmiş görkemli şatoların öyküsünü anlatacağız. Öykümüz aynı zamanda, ortaçağ Avrupası'nda zamanından önce öttüğü için başı kesilen, insanlığın gelmiş geçmiş en içli, en ak, en cömert sevgi mesajı kahramanlarının, Kathar Şövalyeleri'nin destanı. Roma Kilisesi, engizisyon yangınını tarihte ilk kez onlar onuruna ateşlemiş. Katharların Oksitanya bölgesinde uğradıkları büyük zulmü ve sonunda yok oluşlarını anlatan tarih sayfalarında dolaşırken, ister istemez bu inancın kaynakları ile Şeyh Bedreddin mezhebi arasındaki köprüye de parmak basacağız.
Çağdaş Türkiye'mizdeki sözüm ona eğitim görmüş bir çoğunluk arasında geçerli "Avrupa merakının" markalı giyinip, dünün hacıyağı kokusu yerine Avrupalı parfümlere bulanmak ile özetlendiği düşünülecek olursa... Alaşehir'i anladık da, Pirene dağlarının Kathar efsanelerinden bize ne, diyenler olabilir. Elbette, Kürtlerden de bize ne? Hatta Türkiye'den hem bize, hem onlara ne?
Bu kitabı oluşturan yazı dizisini Manyas'ın canına okuduktan sonra toplumumuzu da okumaz yazmaz, tek telden öten bir kuş cenneti haline getirmek isteyen anlayışa inat, evrensel kültüre inananlar için hazırladık. Uygar Avrupa'nın bir günde yaratılmadığını, herkesin her düşündüğünü ve her şey hakkında korkmadan niçin konuşabildiğini anlayanlar için.
Aydın ellerinde çarmıha gerilen Börklüce Mustafa, tüm insanlığın bir parçasıdır. Pirene Dağları'nın güzelim şatoları bizi de ilgilendirir.
Atlas Okyanusu'ndan Akdeniz'e uzanan 430 kilometrelik bir doğal sınırla İspanya'yı Fransa'dan ayıran Pirene sıradağları, bu arada doğal oluşumunu kucağında tamamlayan, kendi sütünü emzirdiği çok eski iki halk topluluğunu da bu ülkeler arasında paylaştırır: Gaskonya Körfezi'ne açılan Bask ülkesi ve Arslan Körfezi'ne bakan Katalonya. Jeolojik açıdan 93 milyon yıllık bu yaşlı dağlar (en yüksek tepesi Aneta, 3404 m) boydan çok enine bir yayılma gösterdiğinden, tarih öncesinden günümüze insan elinin tüm evrimini içeren kalıntılar taşır. Doğal zenginliği ve kartal yuvasını andıran, surlarla çevrili ortaçağ kentleriyle yerkürenin en güzel ve en olgun kırışıklıklarından biridir.
Karlı kış akşamları tepelerinde rüzgârların uğuldadığı bu ortaçağ kentlerinde anlatılan ocak başı efsanelerine göre Pireneler'e adını, bu dağlarda on iki sınavından birini vermeye gelen Herakles, su perisi Piren'e olan aşkının anısına koymuş. Bugün bile Lombrives Mağarası'nda, bir tutam düş gücü ve birkaç Frank karşılığında Piren'in mezarı ile Herakles'in taş koltuğunu görmek olası.
Dağların Midi Pirene diye adlandırılan bölümü, zamanında kendi dili Oksitancayı konuşan ve kuzeyli baronların egemenliğine, yani Paris'teki kralın yasalarına 40 yıl süren kanlı "Kathar" savaşları sonucu boyun eğen Oc(1) ülkesini içeriyor Oksitanya (Occitanie). Bugünkü Langu-edoc bölgesi olan Oksitanya'nın tarihsel başkenti Toulouse, günümüzde de Fransa'nın en dinamik illerinden biri. Hemen tüm eski yapılarının kiremit oluşu nedeniyle "Pembe Kent" diye anılıyor.
Airbus uçaklarının monte edildiği, Ariane füzelerinin parçaları gibi uzay araçlarının yanı sıra, tıp ve sanayi alanında kullanılan nükleer gereçlerin üretildiği, yüksek teknolojide başa güreşen bir il merkezi. Kentin gelişimini geriye doğru izleyince bu yükselişin öyle durup dururken olmadığını, Toulouse Kontluğu'nun ortaçağda da bölge ekonomisi ve kültürünün başını çektiğini görüyoruz. Aynı gözlem, Oksitanya'nın ikinci önemli kenti Montpellier için de geçerli. Çağdaş Montpellier mimarisi, tıp fakültesi ve kültür festivalleri ile dikkati çekiyorsa, yedi yüzyıl önce de aynı tıp fakültesi ve Arabından Yahudisine yedi bucaktan gelen bilim adamlarına ve sanatçılara açık kapılarıyla yine çağının önünde yer alıyormuş.
On ikinci yüzyılda Montpellier'den Toulouse'a uzanan bağlarda yeşermiş Kathar öncülerinin barış çağrısı. Hepsi bağımsız birer derebeylik olan kale kentler içinde, geceler boyu şarkılarda söylenmiş, şiirlerde okunmuş. Yandaş bulmuşlar bu senyörler arasında. Roma'dan kopup gelen emirle kuzeyli baronların iki yüz bin kişilik orduları gemlerinden boşanınca üzerlerine, önce bu derebeyi kalelerine sığınmışlar. Oc Ovası düşünce de, Pireneler'in dumanlı tepelerindeki kartal yuvalarına. Bölgenin senyörleri, bu yeni mezhebe gönül vermiş. Gönül vermeyen derebeyi bile, halkımdır diye kendi göğsünü siper etmiş silah tutmayan bu barış yoldaşlarına. Yarım yüzyıl süren savaş, bu derebeylerin, bağımsız senyörlerin başını da Katharlarla birlikte yemiş.
İlk BEZİERS kalesi düşmüş, Kuzeyli baronların at nalları dibine.

İdam Karşıtlarının Kanı Tarihte ilk Kez Bir Temmuz Sabahı Aktı
On ikinci yüzyılda Oksitanya bölgesinde binlerce yandaş bulan Kathar dini, günümüz takvimiyle üçüncü yüzyılda İranlı Manes'in yaydığı Manikeizm öğretisinden esinlenir. Yayıldığı coğrafi bölgelere göre bu kitapta zaman zaman Bogomilizm ve Patarinizm diye de anılan Katharizmin, "İyi" ile "Kötü" dengesi üzerine kurulu bir Hıristiyanlık/Budizm sentezi olduğu söylenebilir.
Manikeizmin kurucusu Mani (Farsça) ya da Manes (Yunanca), Selefki takvimine göre 8 Nisan 527'de, bizim evrensel takvime göre 14 Nisan 216'da doğmuştur. Türk kaynakları doğum yerini Mardin, Batılı kaynakları ise Bağdat yakınlarındaki Ktesifon kenti olarak göstermektedir. Kuşkusuz gnostik mezheplerden etkilenmiş, Orta Asya ve Hindistan'a "din yayıcı" olarak yolculuklar yapmış, Zerdüşt, Budist ya da Hıristiyan asıllı binlerce mürit yetiştirmiştir. İran'a döndükten sonra, tahminlere göre 274 ile 277 yılları arasında İran hükümdarı Şahpur Behram tarafından kellesi kesilerek idam ettirilmiştir. Cesedinin içi boşaltılıp derisi boş bağırsak gibi şişirilmiş ve haftalarca rüzgârda dalgalanmaya bırakılmıştır.
Manikeizm, "İyi" ile "Kötü"nün eşit karşıtlığı kuramına dayalı bir öğretidir. Manikeizme göre şeytan, tanrının karşıt eşidir. İnsan bu kötü tanrı tarafından yaratılmıştır ve iyiliğe erişip kendini aşabilmesi ancak bilim yoluyla olanaklıdır.
Hıristiyan bir temele, Zerdüşt ve Buda'dan alınmış öğeler oturtulur. Yine İranlı bir düşünür olan Zerdüşt (I.Ö. 628-551) tarafından kurulan Mezdekilik dini, zaten düalist bir dindi. Manes de öğretisi Manikeizmde çatışmaya dayalı iki ilke birlikteliğini benimsemiştir: Işığın simgelediği "iyi" ile karanlığın simgelediği ve maddeye eşit "Kötü"nün ilkeleri. Madde, aydınlığına girdiği ışığa yükselmek istediği gün, iyi ile kötü ilkeleri arasında zorlu bir savaş başlar. İyi'nin tanrısı, ilkel insanı yaratır. Ancak ilkel insan karanlığın güçlerine yenik düşer ve maddenin tutsağı olarak Kötü'nün safına geçer. Kötü tanrının kullarından doğan insanlığın bağışlanması için gerçek bilgiye ulaşması, ancak bilim yoluyla mümkündür. Ruhunun kurtuluşu, bilgiyi aydınlatıcı bir bilgeliğe damıtmaktan geçmektedir.
Bu düalist anlayış, karşıt ilkelerin çatışması -örneğin Çin'de Yin ve Yang olarak karşımıza çıkar- Katharlarda da vardır. Çok daha sonraları Masonluk anlayışında yer aldığı biçimiyle, ışıkla karanlığın, bilgiyle cehaletin savaşı olarak, kendisi de Mason olan Mozart'a "Sihirli Flüt" operasını esinlemiştir.
Manikeistler iki sınıfa ayrılır: Dinleyiciler ya da acemiler ve seçkinler. Bu sınıflar kendi aralarında uyum içindeydi. Dinleri dua, oruç ve şarkılardan oluşan bir kültürdü. Katharların düzeni de hemen hemen aynıydı.
Manikeizm, tüm baskılara karşın Iran dışında İtalya'da, Galler ülkesinde, ispanya'da ve Kuzey Afrika'da yaygınlaşır. Daha sonra Aziz Agustin olarak anılacak genç Tunusluyu bile baştan çıkarmış, ancak Augustin daha sonra bu dini reddederek "Hıristiyan Aziz"liğini kurtarmıştır.
Doğuda, 763 yılında bu dini kabul eden Bükü Han'ın kağanlığı sırasında Uygur Türklerinin resmi dini haline gelen Manikeizm, Orta Asya Türkleri ve Çin Türkistanı'nda büyük etkinlik gösterdi ve yaygınlaştı. 1889 yılında Karakurum dolaylarında bulunan sekizinci yüzyıldan kalma Orhun Yazıtları, Türk dilinin en eski anıtıdır. "Runi-form" denilen Türk harfleriyle Gültekin ve Bilge Kağan anısına mezar yazıtlarından oluşan bu anıt, Türklerin o dönemdeki dini yaşamlarına ve (et yeme yasağı gibi) Manikeizm kökenli yaşam kurallarına ait önemli bilgiler içermektedir. Türklerin İslamiyet'i (hayli geç) kabul etmeden önceki inançları, öncelikle Şamanist, daha sonra Budist, Hıristiyan, Nasturi ve Manikeisttir.
Kırgızların saldırıları sonucu 840'ta yok olan Uygur Krallığı'ndan öteye Manikeizm, Çin Türkistanı'nda tutunmakla birlikte, Asya kıtasının diğer bölgelerinde ancak kabuk değiştirip çeşitli mezhep adları altında varlığını sürdürebildi.
Avrupa'da ise Bogomil, Patarin ya da Kathar Dini diye anılan bir mezhep, Manikeizme dayalı bir Hıristiyanlık sentezi olarak Batı Anadolu'dan İngiltere'ye dek onuncu yüzyıldan on beşinci yüzyıla uzayan bir zaman kesitinde varlık gösterdi. Balkanlar, İtalya, Şampanya, Flandra, Almanya, ingiltere, Fransa ile ispanya arasındaki Pirene bölgesine ve Katalonya'ya yayıldı.
Kathar dinine kabul edilmek için, özgür seçimle karar verebilecek erginlik yaşına ulaşmanın dışında hiçbir koşul ve zorunluluk gerekmiyor; dönemin etkili Katolik Kilisesinin, inananlarına yüklediği tüm ödev ve gerekler yadsınıyordu. Katharizmi benimseyen inananlar, davranış ve yaşamlarında nasıl özgürlerse, din görevlileri gönüllüler de öylesine özveri, öylesine olağanüstü irade gerektiren bir yaşantı sürmek zorundaydılar. Vatandaş Kathar istediği gibi yer, içer, sevdiği kadınla evlenip çocuk yaparken; kendilerine "kusursuz" ya da "iyi adamlar" adı verilen din görevlileri kesinlikle cinsellikten uzak, şiddete hiçbir koşul altında başvurmayan, "et yemez" kadın ve erkeklerdi. Kadın ve erkeklerdi diyoruz, çünkü Kathar dinini diğer tüm tek tanrılı dinlerden ayıran en büyük özelliklerden biri, tarihte ilk kez her iki cinsin eşit koşullarda din görevlisi olabilmeleriydi.
Katharlarla Katolikler arasında (dövüşmeden önce) düzenlenen tartışma kurullarından birinde, aristokrat bir Kathar inançlısı olan Esclarmonde de Foix adlı kadın, Papanın orta elçisinden: "Ananızın örekesine dönün Madam, bu tartışmalar size göre değil!" azarını işitmişti. Bugün bile kimi ülkelerde kadınlar, seçme hakkına sahip olsalar da büyük ölçüde politika dışı bırakılmaktadır. Oysa Kathar tarihinde, haçlı ordularının komutanı Simon de Montfort'u kadın savaşçılar öldürmüştür.
Ölüm cezasına karşı olan Kathar öğretisi, topluluk üyelerinden biri elini kana buladığında onu ömrünün geri kalanını "Kusursuz"luğa adayarak geçirmeye mahkûm ediyordu. Öğretinin kurallarını ve koşullarını kabul etmeyen ya da cayanlar, ellerini kollarını sallayarak topluluktan çıkabiliyorlardı. Ne gariptir ki, kırk yıl boyunca her türlü baskı, şiddet ve işkenceye uğrayan bu mezhepten ayrılanlar parmakla sayılacak kadar az oldu.
Oksitanya halkı uzun saçlı, yetersiz beslenme nedeniyle solgun yüzlü bu "kusursuzları" çok sevmişti. Onlar ikişer kişilik gruplar halinde Oksitanya'daki tüm şatoları ve kaleleri bir bir dolaşıp büyük bir inançla, insanları doğruluğa ve sonsuz adalete davet ediyorlardı. Yeni mezheple karşılaştırıldığında, Katolik Kilisesinin durumu utanç vericiydi. Roma'ya bağlı Katolik papazları, günah ve yasak zincirleriyle kuşattıkları halka dönük görevlerini yerine getirmektense, halkın cebinden aşırdıkları paralarla zenginleşip baskı ve iktidar güçlerini artırmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Buna karşı olan Kathar mezhebi, Katolik Kilisesinin inananlarına yüklediği tüm gerekleri toptan yadsıyıp, papazları "günahkâr ve kirli" ilan etmişlerdi. Özel mülkiyeti, Katolik Kilisesine ödenen vergileri reddedişleri ve toplumun her sınıfından yandaş topladıkları da düşünülecek olursa, Kathar öğretisinin yalnız Katolik Kilisesine değil, tüm feodal düzene karşı bir tehdit oluşturduğunu görmek zor değildi. Roma Papalığı, varlığını savunmak üzere harekete geçti. 1207 yılında, Kathar mezhebine giren halkına karşı önlem almayı reddeden Toulouse Kontu VI. Raimond, Katolik Kilisesi tarafından aforoz edildi. Papa III. Innocent, Fransa Kralı'na bağlı kuzeyli derebeylerini haçlı seferine çağırarak Oksitanya üstüne ordu gönderdi. Arnaud Amaury komutasındaki haçlılar, 12 Temmuz 1209'da Beziers Kalesi'ni kuşattı. Beziers senyörleri ve halkı, Katharları haçlı ordularına teslim etmeyeceklerini bildirince, kente karşı "taş taş üstünde bırakmayacak" bir saldırı başlatıldı. 22 Temmuz günü, Beziers kalesi düştü. Sağ kalan silahsız kent halkı, Yahudisi, Katoliği ve Katharıyla çoluk çocuk katedrale sığındı. Bu acıklı tablo karşısında boşuna kan akıtmak istemeyen kuzeyli senyörler, haçlı seferini yöneten Başpapaz Arnaud Amaury'ye Tanrının kullarını "sapkın" Katharlardan nasıl ayıracaklarını sorunca, başpapaz tarihe geçen o korkunç buyruğunu verdi: "Hepsini öldürün, Tanrı kendi kullarını ayırır."
Kana susayan bir tanrı uğruna Beziers kalesinde o gün, yirmi bin insan, Tanrının evine atlarla giren şövalyelerin kılıçları altında can verdi. Oksitanya'nın kırk yıl sürecek engizisyon dönemi, böylece başlamış oluyordu.
Anadolu'dan İngiltere'ye Uzanan Tarihin îlk Mülkiyet Düşmanları
Fransa'da Katharizm, italya'da Patarinizm, Balkanlar ve Makedonya'da Bogomilizm diye tanınan, iyi ile Kötü'nün karşıt güçlerine dayanan bu din; onuncu ile on beşinci yüzyıllar arasında Batı Anadolu'dan İngiltere'ye kadar yayılır ve evrensel bir mesajın taşıyıcısıdır. Temeli Manes'in düalist din temeline dayalı olsa da, özgünlüğü, kaynağının sadece İran'dan çıkmış olmadığını gösterir. Bu dinde, Basili ve Valerien'de rastlandığı gibi eski uygarlıklarda yer alan sihirbaz felsefeleri bulunmaktadır.
Manikeizm ile Bogomilizm arasındaki devamlılık, Bizans imparatorluğu dönemindeki Manes mezhebi üyeleri (Paulisyenler) sayesindedir. Manes mezhebi üyeleri, Maniekeizmin ana dallarını şekillendiren doğulu düalist bir tarikat oluşturuyorlardı. Üçüncü yüzyılda Samsatlı Paul tarafından kurulmuş olan bu tarikat sekizinci yüzyılda yeniden düzenlenmiştir. Öğretileri Maneikeizminkine benzerdir: resmi kiliseye muhalif olmak, üç kutsamayı reddetmek (vaftiz, ökarist -Aşai Rabbani- ve evlilik), tapınaklara ve imgelere, özellikle de haça tapmaya karşı çıkmak. Bu mezhebin üyeleri Ahdiatik'i reddedip İsa'nın öğretisini kabul ederler; bu dinde düalizm her türlü sihirbazlık felsefesiyle iç içedir, bir bütündür ve böylelikle yumuşatılmıştır. Hep kötü olarak yargılanan yaradılış, karanlık bir tanrının yapıtıdır ve iyi tanrının katılımına kapılarını kapatmıştır.

Manes mezhebi üyelerinin bir bölümü Ermeni olup Anadolu'da İmparatorluğun doğu sınırlarında yaşarlar ve dinlerini uzlaşmaz bir biçimde savunurlardı; Ermeniler, Bizans Devleti'ne ciddi zorluklar çıkaran savaşçı bir halktı. Bizans Devleti'nin bu durumda başvurduğu en etkili yol, halkları oturdukları bu bölgeden başka bir bölgeye aktarmaktı: Örneğin Slavları Anadolu'ya ve Ermenileri Balkanlar'a. Aynı şey Manes mezhebi üyelerinin başına gelir. Bunlar sekizinci yüzyılda V. Konstantin Kapronim tarafından Doğu Trakya sınırından, daha sonra onuncu yüzyılda Ermeni asıllı önce general, 969 ile 976 yılları arasında imparator olan Jean Tzimisces tarafından sürülürler. Balkanlar'daki Philippopolis, bugün Bulgaristan'daki Filibe kenti Manes mezhebi üyelerinin yeni yerleşim merkezi olur.
Tzimisces, bu kentin yakınlarına doğulu bir koloni kurmakla, doğu sınırlarındaki baş edilmesi bu zor tarikatı kalesinden ve kentinden uzaklaştırmış, aynı zamanda bu yeni bölgenin, kuzeyden gelen Iskitlerin saldırılarına karşı iyi bir tampon bölge olmasını sağlamıştı.
Bogomil papazlarının çabaları sayesinde Manikeizm beşinci yüzyılda Bulgaristan'da yayılmış ve yeniden canlanmıştır. O yüzyıl boyunca Bulgaristan sınırlarının sürekli olarak değiştiğini hatırlatmakta fayda vardır: Sekizinci yüzyılın başında Dinyester'den Balkanlar'ı geçerek Adriyatik Denizi'ne kadar uzanmaktaydı. Bu sınır, Bizansların, daha sonra da Türklerin saldırılarının ardından 1878 yılına kadar geçerliliğini sürdürmüştür. • Bogomilizmin ortaya çıktığı ilk bölge ya Alaşehir ya da Filibe'dir. Bulgaristan'dan Anadolu'ya mı, yoksa Alaşehir'den Filibe'ye mi yayıldığı tam olarak bilinmemektedir. Tarihi verilerde, Bogomil papazlarının bu yeni inancı Balkanlar'da 950'den sonra yaydığı belirtilmektedir. Yunanca Theophil (Latince Amadeus), yani "Tanrı dostu" anlamına gelen Bogomil adı, bu yeni inançtan ilk söz eden papazın adı mıydı, yoksa "Tanrının Dostları" Kilisesi'nin liderine verilen takma ad mıydı, tam olarak bilemiyoruz.
Ekonomik ve toplumsal koşullar Bulgaristan'da Bogomil öğretisinin yayılmasına elverişliydi. Çoğunlukla asiller ve yüksek din adamları tarafından sömürülen çiftçi sınıfı, lükse ve kendilerini yöneten üst tabakaların ahlaksızlıklarına ve ayrıcalıklarına başkaldırıyordu. Bogomil dinine girenler kısa sürede, inançlarının temel ilkelerini unutur ve inananlar arasında iki grup oluşur: Bir tarafta kuramcılar, öbür tarafta genelde dinlerine sadık olmayan müritler. İlk grup, daha sert bir yaşam sürmek için Kiliseyi terk etmiş papazlardan oluşuyordu. Sefalet ve tövbe etme arzusu, onları daha zor ve çileli bir yaşam sürmeye itiyordu. Din kuramcıları olarak, uzay ve ahret bilimlerini içeren bir öğreti öne sürüyorlardı. Az sayıda olan bu kişiler asla çalışmazlar ve müritlerinin yanında yaşarlardı. Derin bir aşkla verdikleri vaazlarıyla, taraftar bulmakta zorlanmıyorlardı. Tartışılmaz törelere sahip olan bu kusursuzların dışında, dini ilkelerden ekonomik hak davalarıyla ilgilenen dinleyiciler ya da basit müritler de vardı. Yaşamları sıkı ve sert değildi ve bu düzensizlikleri yüzünden düşmanları tarafından yargılanıyorlardı. "Sapkınlar" diye nitelendirdikleri ve Bogomillere karşı olan Tornova din bilginleri meclisi 1211 'de bu konuya dikkat çekmiştir. Kusursuzlar, kendilerini korumak için bile olsa kan akıtmasalar da, Bogomil müritleri zalim gördükleri kişileri İyi'den ayırmak için çekinmeden öldürüyorlardı. Geçici iktidar tarafından desteklenen kilise ise, sapkın olduğunu düşündüğü kişileri öldürtüyordu. Bogomiller beş yüzyıl boyunca varlıklarını sürdürmüşlerdir. Sekizinci yüzyılda kısa bir bağımsızlık döneminden sonra, Bulgar halkı Bizans saltanatı altına girer ve bu durum Bogomillerin yararına olur. Bogomiller dönem dönem kiliseye ve yabancı hâkimiyetlere başkaldırırlar.
Bogomil dini Bulgaristan'dan Batı Makedonya'ya,Mora Yarımadası'na, Peleponez'e, Atos Dağları'na, Dalmaçya'ya, Bosna'ya, Hersek'e ve Ege Bölgesi'ne yayılır (o dönemde Yunan olan); Konstantinopolis'e, Rusya'ya, İtalya'dan geçerek Batı Avrupa'ya kadar sızar. Batı Avrupa'da bu doğulu düalist din değişik adlarla anılır: İtalya'da "Patarin", Almanya'da "Kathari", Fransa'da "Poblikan" ya da "Albigeois" vs.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Gülün Öteki Adı - 2
  • Parts
  • Gülün Öteki Adı - 1
    Total number of words is 3840
    Total number of unique words is 2305
    22.5 of words are in the 2000 most common words
    34.1 of words are in the 5000 most common words
    40.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Gülün Öteki Adı - 2
    Total number of words is 3938
    Total number of unique words is 2355
    23.4 of words are in the 2000 most common words
    35.4 of words are in the 5000 most common words
    41.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Gülün Öteki Adı - 3
    Total number of words is 3934
    Total number of unique words is 2315
    24.2 of words are in the 2000 most common words
    36.9 of words are in the 5000 most common words
    43.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Gülün Öteki Adı - 4
    Total number of words is 3524
    Total number of unique words is 2223
    24.2 of words are in the 2000 most common words
    35.6 of words are in the 5000 most common words
    41.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.