Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 5
Total number of words is 1894
Total number of unique words is 1140
34.8 of words are in the 2000 most common words
47.1 of words are in the 5000 most common words
53.3 of words are in the 8000 most common words
- Gözlerini açtı... ı,-, Diyorlar.
- Şurasını da oğun. Diyorlar.
'* - Ağlasın, ağlasın, açılır. Diyorlar.
Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklar duyuyorum, daima içimde bir rahatlama.
Kulaklarımı onlara uzatıyorum.
- Nüzhet kim? :\ Diyorlar.
-Sayıklıyor!
Diyorlar.
Kollarımı onlara uzatıyorum, bir şey söylemediğimi sanıyorum.
- Hah! Doktor geldi! Diyorlar.
Tanımadığım bir adam yaklaşıyor, etrafımdakiler kaçışıyorlar, adam elimi eline
alıyor. Etrafımdakilere, uğultusundan başka bir şey duymadığım birşeyler
soruyor: Birçok ağızlar oynuyor. Tek tük kelimeler işitiyorum: "Bağırdı...
Bulduk... Nüzhet."
Doktor kat'î işaretlerle bir şeyler söylüyor, bir ikisi dışarı çıkıyorlar.
Doktor yatağa, yanı başıma oturuyor. Saçlarımı okşuyor, okşuyor:
- Hah! Aferin, ağla, ağla! diyor.
Nüzhet Kim?
Kardeşin mı?
- Hayır, hayır... Korkuyorum. .
- Sebep yok, yavrum, bak hastahane adam dolu. Yalnız bu pavyonda on bir insan,
yüzlerce çocuk var.
- Bilmiyorum, fenayım.
- Fena şeyler düşünüyorsun.
- Korkuyorum.
- Niçin? Burada her şey var. Zil bile. Korkarsan s bas, gelirler. Her
taraf kapalı.
- Her taraf kapalı. Korkuyorum.
- Kapalı olduğu için mi?
- Bilmiyorum... Bu duvarlar...
–
Ey?...
–
-Of!...
- Bir şey mi düşünüyorsun, birini mi düşünüyorsun?
- Hayır, bilmiyorum.
- Nüzhet'i mi görmek istiyorsun? Nüzhet kim? Kardeşin mi?
- Nüzhet kim? Kardeşim mi? Bilmiyorum.
- Nüzhet kim?
- Bilmiyorum.
- Biliyorsun, biliyorsun, haydi, söyle bana, Nüzhet kim? Bayıldığın zaman onu
sayıklamışsın.
- Beni buradan çıkarınız!
- Haydi, söyle yavrum, söyle... Rahatlayacaksın. .
–
Ben bu gece burada kalamam.
–
–
- Söyle, çıkarırım. ;
. -Şimdi.
- Şimdi. Fakat söyle.
- Of... Ben çocuk değilim. a;
- Biliyorum ki çocuk değilsin. %, - Dizim ağrıyor.
t - Geçer. Demin biz pansuman yaptık. Yere düşerken çarpmışsın, kanatmışsın.
- Yere düşerken mi? Kim? v ¦; - Hiç. Dizin çok
mu ağrıyor? ş '¦•¦;, - Dizim şimdi ağrımıyor,
başım ağrıyor.
;.¦ -Başın mı?
"'¦
;; - Bilmem... Bir yerim çok ağrıyor ama. Başım mı, dizim mi?
- Düşün bakalım.
- Başım dönüyor, gözlerim kararıyor.
' - Zararı yok, ben buradayım, korkma... Hah... Ağla. Açılırsın... Al bunu
kokla... Başını yastığa koy... Hah... Aferin... Şimdi uyursun. Kapa gözlerini...
Hah... Ben yanındayım, korkma, hiç yalnız kalmayacaksın, uyu!
İlk Sabah
Koğuş uyanıyor.
Sabah, odama bir kadın girdi, pencereyi açtı. Kırmızı muşamba üstünde üç köşeli
bir güneş parçası.
Kapı açık. Sessizce faaliyet. Beyazlı kadınlar, ellerinde sırıklara takılmış
bezlerle muşambaları siliyorlar.
Odama giren kadın dün geceki değil. Kısa boylu, başörtüyle yanaklarının yarısına
ve kaşlarına kadar başını kapamış. Yüzünü görmüyorum. Hep yere bakıyor,
gözlerini bir kere bile bana çevirmedi. Yerinden kaldırdığı masa onun gözünde
benden daha mühim. Dikkatle işini yapıyor. Odamı sildi. Sonra başını kaldırarak
bir şey isteyip istemediğimi sordu, çıktı.
Gece uyuduktan sonra ilk defa sabahleyin uyandım. Başımda hafif ağrı. Etrafımda
en küçük harekete büyük bir dikkatle bakıyorum ve her şey bana çok yeni ve garip
görünüyor. Hele koku. Hastahane hayatı dışarıdan yalnız bir koku ile ayrılıyor.
Bu koku hastaha-nenin ruhudur. *
Dehlizde insanlar çoğalıyor. Hademeler geçiyorlar. Odama bakanlar pek az,
onlarınki de tesadüfi bir baş çeviriş; itiyadın verdiği körlükle işlerine ait
şeyle-den başka gözleri hiçbir şey görmüyor. Ağır ağır yürüyüp gidiyorlar.
Dehlizden ilk defa bir hasta çocuğun geçtiğini gördüm. Başı benim odanın
tarafına doğru eğilmiş, boynu, omuzlan yukarı kalkık, yürümeyi unutmuş gibi
gayri tabiî adımlar atarak ve arada bir hafifçe sıçrayıp elini boynuna götürerek
yürüyor.
Dehlizde kalın, hâkim bir ses yükseldi, bir insan ismi çağırdı, bir kadın ve bir
erkek koştular. İlk yüksek ses ve ilk gürültü.
Dört beş kadın erkekten mürekkeb bir kafile geçti.
İçimde meraklar birikiyor. Her hareketin, her küçük hâdisenin sebebini öğrenmek,
benimle alâkasının derecesini bilmek istiyorum.
Bu adamlar niçin geçtiler? O çocuk nereye gidiyordu? Bu kapı niçin kapandı? Ne
kapısıdır? Bu hasta arabası nereye götürülüyor? Kimin için? Odama iki erkek ve
bir kadın girdi. Hiçbirini tanımıyorum. Erkekler çok ciddî. Benim odada
bulunuşumla alâkaları yokmuş gibi yatağıma yaklaştılar. Erkeğin biri kadına
sordu:
- Kontrol kâğıtları değişti mi? Dün gece derecesi alındı mı? Bu, bağıran hasta
değil mi?
Bana yaklaştı ve yüzüme bakmadan koltuğumun altına derece koydu. Öteki adam
Fransızca şunları söyledi: "İkinci ameliyatta belki bacağı kesilecekmiş.
Sinirleri çok zayıf, vücut da tehlikeli. Operatör ciğerde bir âfetten korkuyor."
Dereceyi koyan adam, Fransızca şu cevabı verdi: "Hep böyle tehlikeli hastalar
gönderiyorlar. Burası morga döndü. Sonra da tahsisatı kesiyorlar."
Sert bir tavırla dereceme baktı ve başucumdaki kâğıda işaret etti.
Sonra bana döndü.
- Sana üçten yemek yazıyorum. (Sonra öğrendim ki, bu, hastahanenin bir tâbiri
imiş.) Çok ye! Bak zayıfsın. Anladın mı?
O kadar kaba, işinden bıkmış, sinirli bir soruşu vardı ki, nefretimi sesimin
perdesiyle hissettirerek "Peki" dedim.
Gene kâğıtlara bir şeyler yazıldı, çıkıp gittiler. Birdenbire kendimi o kadar
yalnız buldum ki, oda kapısında herhangi bir tanıdık yüz görüneydi, sevinç-
ten haykıracak, yataktan atlayacak, boynuna sarılacak ve beni buradan alıp
götürmesi için yalvaracaktım.
Koridorda kalabalık gittikçe artıyordu. Bir kaç hasta çocuk geçti. Bitişik
salonlarda hastaların mırıltıları başlıyordu.
Hastahanenin sessizliği kadar gürültüsü de beni korkutuyordu. Dışardaki bütün
faaliyetin beni incitmek için hazırlık olduğu şüphesinden kendimi kurta-
ramıyordum. Odanın önünde her ayak sesi yaklaştıkça, bana fena bir haber
vereceklermiş gibi, korkudan büzülüyordum.
Çığlıklar Saati
Bağırmamayı öğreten mektep.
Pansumanlar başladı.
Kapının önünden, hastabakıcı kadının kucağında, yedi sekiz yaşlarında bir çocuk
geçirdiler.
Koridor tenhalaştı, sesler kesildi, koğuşun bütün ruhu sindi ve bütün zekâsı bir
tek ıstırabın üstüne eğiliyor.
Keskin bir çığlık, koridorun havasında büyük bir uçurum açarak tâ diplere kadar
gitti. Sonra ses kesildi. Mırıltılar, hafif bir çığlıkla karışan uzun bir
inilti.
Gerildim ve yatağın içinde sivrildim. Bir avucumla şilteyi sıkıyorum.
Kolu sarılı bir çocuk daha geçiyor. Ses yok. Bekliyorum. Korkudan elimi yüreğime
bastım.
Kapımda bir adam.
Bana
- Hazırlan! dedi, bundan sonra sıra sende.
Ne sırası? Bilmiyorum. Ameliyat mı? Pansuman mı? Ne yapacaklar?
Bir çığlık daha koptu ve kulağımın deliğinden giren bir yıldırım gibi, vücudumu
korku ile yakarak dağıttı. Birdenbire gevşeyerek çöküvermişim.
Hastabakıcılar odama girdiler.
- Haydi, gelin, dediler.
Titreyerek bacağımı yataktan uzattım: Terliklerimi görüyor, fakat sağlam ayağımı
bile içine sokamıyor, şaşkınlıktan kaçırıyor, bir türlü giyemiyordum.
Kadınlardan biri:
- O kadar korkma, o kadar korkma... Pansuman bu! Her gün yapılacak... Alış!
diyordu. Kollanma girdiler.
Pansuman odasına girince operatörü görerek biraz ferahlıyordum; fakat, işinin
ciddiyeti arasında benimle eski hastalar arasındaki farkı o kadar unuttu ki,
aşinalık bile etmeden, yalnız tımarcıya emir verdi:
- Masaya yatsın!
Masaya yatırdılar. Dizimi süratle çözüyorlardı. Operatör başucuma geldi. Yaraya
bakarak benimle konuşuyordu:
- Sen dün gece neler yapmışsın? Hastahane birbirine girmiş. Burada yalnız sen
misin? Altı yaşındaki çocuklar var. Fakat hastalık sinirlerini çok yormuş
olacak. Bakalım?... Hımmm... Buradaki arıza yere düşmekten... Fena zedelenmiş...
Peki, peki, dur... Korkma!... Az mı?... Peki... Ha!... Dur, dur... Hımm...
Pekâlâ...
Yanındakilere emir verdi:
- Pansuman. Bana döndü:
- Yarın ilk ameliyatı yapacağız. Ondan sonra netice belli olur. Bugünlük bu
kadar.
Sonra iki küçük sille ile yanağımı okşadı:
- Haydi... Korkma o kadar... Buradan yi öğrendikten sonra çıkacaksın!
rmama-
Ameliyat
Aslından daha korkunç gölge.
Öğleden sonra annem, Mithat Bey, arkadaşım geldiler.
Bana uzatılan ellere, bir uçurumun dibinde imişim gibi sarıldım. Bir tek cevabı
saatlerce sürebilecek sualler soruyorlardı; hiçbirine cevap veremiyordum.
Yüzlerce kelimeyi teksif edebilecek bir baş hareketi, bir bakış, bir teneffüs
arayarak susuyordum.
Onlar, hastahaneye dışarıdaki hayatın karıştığı saatlerde gelmişlerdi; bu odanın
gecesini sabahını tanımıyorlardı. Duvarlarda gölgelerin kımıldadığı, döşemelerin
dinç seslerle öttüğü ve dehlizlerin canlı şekillerle kaynaştığı bu hayat ve
hareket saatindeki hasta-hane bambaşkadır. Bu dekor, benkn bir gece evvelki
halimi anlamak isteyenlere hiç bir şey söylemez.
Onun için ben de söylemiyorum: "İlk gece biraz yadırgadım" diyorum. Hâdiseleri
bilmiyorlar.
Akşama kadar oturdular. Sıhhatte olmak neş'esini gizleyemiyorlar. Yalnız annemin
arada bir gözleri dalıyor.
Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, itiyadın verdiği hissizlikle,
sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü
benden uzak; onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde, çelikli damarlarında,
arkadaşımın otururken rahat gerilişlerinde, bacaklarını uzatışlarında, korkusuz
bakan gözlerinde görüyorum.
Akşama kadar oturup gittiler. Gazetelere biraz göz atarak yattım ve uyumaya çok
çalıştım.
Muvaffak olduğumu sabah olmadan evvel uyandığım vakit anlamıştım. Bir daha
uyuyamadım.
Gayet mühim bir günü şuurla karşılamak istiyorum. Bugün ameliyat olacağım.
Hep titreyerek nefes alıyor ve su içiyorum. Ameliyat dakikasında korkmaktan
korkuyorum.
Korkunun bu en derinleşen nev'i dayanılacak şey değil; ıstırabın vukuundan evvel
ruhta bir gölgesinden ibaret olan korku, ıstıraptan bin kat daha müthiş.
Muhayyilenin ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç
bir gölge.
Sabahın ışıkları odadan içeri doldukça bütün cesaretim boşalıyor; her ses, kapı
açılıp kapanmaları, tek-tük çağırışlar, mırıltılar, varlığımın en hayatî
köklerine işleyen bir tesirle beni kendilerine bağlıyor, çekiyor, sarsıyorlar.
Gene bir sabah evvelki ziyaretler. Koğuşun uyanışı. Temizlik. Odama giren kadın.
Dehlize küçük hastaların sürüklenişleri. Gene seslerin, gürültülerin,
hareketlerin çoğalışı.
Gene kapımda bir adam. (Bu sefer daha erken göründü.)
- Hazırlanınız, ilk ameliyat sizinki.
Sarardığımı hissediyorum.
Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için, felâketin üstüne
yürümek istiyorum. Istıraptan korkmamanın tek ilâcı ıstıraptır. Bu ateşi o ateş
söndürür.
Hastabakıcılar girdiler. Bir şey söylemelerine meydan bırakmadan yataktan indim,
terliklerimi kolayca giydim, fakat artık yelkenli bir gemi gibi kendimi talihin
rüzgârına bırakmıştım, akıp gidiyordum, odamdan ameliyathaneye nasıl geçtiğimi
bilmedim.
* * *
Bembeyaz oda. Hamam gibi sıcak. Sessiz. Kaynayan suların ince fısıltıları.
Kımıldayan ve kımıldamayan beyazlıklar arasında kamaşan gözler eşyanın
çizgilerini seçemiyorlar.
Bütün salonu çökertecek ağır bir sessizlik. Hayatın nasıl bir şey olduğunu
unutturan bambaşka bir âlem. Bir rüya odası.
Uyuşturucu koku, belki de kloroform. Herkeste, geçireceğim tecrübenin
ehemmiyetini hissettiren bir vazifeperverlik. Operatörün küçük işaretiyle büyük
işler yapılıyor.
Masaya uzatıldım. Etrafımda beyazlıklar dalgalanıyor. Hiçbir seçkin şekil
göremiyorum.
Gözümün üstüne pamuk geliyor.
Yüzümü maske ile örttüler.
- Derin nefes al!
Nefes borularım yandı ve şakaklarım gerilir gibi oldu. Çabuk uyumak, kaybolmak
istiyorum. Kuvvetli nefes aldım. *
Sesler, sıcak buğular arasında halvetlere doğru uzaklaşarak eriyorlar.
Kendimi son defa olarak bir an bulup kaçırıyo-
rum.
Notlar
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
"Bugün dördüncü pansuman. Operatör: "- İyidir, dedi.
boş.
"Can sıkıntısı.
"Altı saat uykuya ayrılırsa her gün on sekiz saat
"Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok
şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden
korkuyorum.
"Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam
utancımdan aynaya bakamıyacağım.
"Dört duvar arasında.
"Kendimi, kitapların kahramanlarından daha mühim bulduğum için, okumaktan
sıkılıyorum. Istırabımın hodgâmlığı mâni oluyor.
"Odamı düzeltiyorum, masamı topluyorum. Tekrar bozuyor, tekrar topluyorum. Bu iş
de bitiyor. Ne yapacağım? Hiç. Nereye bakacağım? Hiç. Ne dinleyeceğim? Hiç.
Gözlerim, kulaklarım. Mafsallarım, renge, sese, harekete çok acıktılar.
"Bitişik koğuşta hastalar türkü söylüyorlar. Pansuman odasında haykırışlar.
* * *
"Yedinci pansuman. Operatör: "- Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!
dedi.
"Nüzhet'ten kart geldi. Ziyaret edemediği için af istiyor. Hastalar affetmesini
bilirler ama...
"Bugün sonbahar. Beni bahçede soğuk bir rüzgâr karşıladı.
"Evvelki gün...
"Dünyanın bütün tavanlarına lanet olsun. Arka üstü yatmaktan usandım.
"Nüzhet'in babasına nüzul inmiş. Beni sayıklıyor-muş. Nüzhet'in Ragıp Bey'le
nikâhı daha olmamış.
"Hastahaneye alıştım.
"Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için,
yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilâcı ıstıraptır. İkisinin hâsıl-ı zarbı:
Sevinç.
* * *
"Üç güne kadar hastahaneden çıkacağım. Yaralar kapanınca dizim alçıya konacak.
Bir daha mafsal oy-namıyacak, bacağım kısalacak.
"Bu perşembe Nüzhet'le Ragıp Bey'in nikâhları olacak.
* * *
"Yarın hastahaneden çıkacağım..
"Dışarda yaşamaktan korkuyorum.
"Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları bırakırsam ruhumun bir
parçası kesilmiş gibi boşluk duyacağım; bırakmazsam isyansız nasıl yaşayacağım?
"Kalanların bana karşı gıptalarına biraz merhamet de karışıyor. Nadir insanların
bildikleri ince bir saadeti kendilerine hasrediyorlar. Hasta olmayanların
bilmedikleri bu saadeti, ilerde, hiç olmazsa hatırlayabil-sem.
"Zaviye-i kaime halinde iltisak-ı mafsal.
"Bir gün hastahanelerde okunmak için bir roman yazsam ve bu notlarımı içine
karıştır sam...
"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
"İki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.
"Hasta olmayanlar bizi ne kadar az anlayacaklar!
"Paşa'dan haber: "Hastahaneden çıkar çıkmaz bana gelsin, ölümüm yakın, kendisini
bir kere göreyim" demiş.
5 - Teşrinievvel - 1915: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
"Beş dakika sonra hastahaneden çıkıyorum. Son not. Bu odada başkaları
inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa
attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.
"Annem, Mithat Bey ve arkadaşım içeri girdiler: "-Haydi..."
Son...
- Şurasını da oğun. Diyorlar.
'* - Ağlasın, ağlasın, açılır. Diyorlar.
Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklar duyuyorum, daima içimde bir rahatlama.
Kulaklarımı onlara uzatıyorum.
- Nüzhet kim? :\ Diyorlar.
-Sayıklıyor!
Diyorlar.
Kollarımı onlara uzatıyorum, bir şey söylemediğimi sanıyorum.
- Hah! Doktor geldi! Diyorlar.
Tanımadığım bir adam yaklaşıyor, etrafımdakiler kaçışıyorlar, adam elimi eline
alıyor. Etrafımdakilere, uğultusundan başka bir şey duymadığım birşeyler
soruyor: Birçok ağızlar oynuyor. Tek tük kelimeler işitiyorum: "Bağırdı...
Bulduk... Nüzhet."
Doktor kat'î işaretlerle bir şeyler söylüyor, bir ikisi dışarı çıkıyorlar.
Doktor yatağa, yanı başıma oturuyor. Saçlarımı okşuyor, okşuyor:
- Hah! Aferin, ağla, ağla! diyor.
Nüzhet Kim?
Kardeşin mı?
- Hayır, hayır... Korkuyorum. .
- Sebep yok, yavrum, bak hastahane adam dolu. Yalnız bu pavyonda on bir insan,
yüzlerce çocuk var.
- Bilmiyorum, fenayım.
- Fena şeyler düşünüyorsun.
- Korkuyorum.
- Niçin? Burada her şey var. Zil bile. Korkarsan s bas, gelirler. Her
taraf kapalı.
- Her taraf kapalı. Korkuyorum.
- Kapalı olduğu için mi?
- Bilmiyorum... Bu duvarlar...
–
Ey?...
–
-Of!...
- Bir şey mi düşünüyorsun, birini mi düşünüyorsun?
- Hayır, bilmiyorum.
- Nüzhet'i mi görmek istiyorsun? Nüzhet kim? Kardeşin mi?
- Nüzhet kim? Kardeşim mi? Bilmiyorum.
- Nüzhet kim?
- Bilmiyorum.
- Biliyorsun, biliyorsun, haydi, söyle bana, Nüzhet kim? Bayıldığın zaman onu
sayıklamışsın.
- Beni buradan çıkarınız!
- Haydi, söyle yavrum, söyle... Rahatlayacaksın. .
–
Ben bu gece burada kalamam.
–
–
- Söyle, çıkarırım. ;
. -Şimdi.
- Şimdi. Fakat söyle.
- Of... Ben çocuk değilim. a;
- Biliyorum ki çocuk değilsin. %, - Dizim ağrıyor.
t - Geçer. Demin biz pansuman yaptık. Yere düşerken çarpmışsın, kanatmışsın.
- Yere düşerken mi? Kim? v ¦; - Hiç. Dizin çok
mu ağrıyor? ş '¦•¦;, - Dizim şimdi ağrımıyor,
başım ağrıyor.
;.¦ -Başın mı?
"'¦
;; - Bilmem... Bir yerim çok ağrıyor ama. Başım mı, dizim mi?
- Düşün bakalım.
- Başım dönüyor, gözlerim kararıyor.
' - Zararı yok, ben buradayım, korkma... Hah... Ağla. Açılırsın... Al bunu
kokla... Başını yastığa koy... Hah... Aferin... Şimdi uyursun. Kapa gözlerini...
Hah... Ben yanındayım, korkma, hiç yalnız kalmayacaksın, uyu!
İlk Sabah
Koğuş uyanıyor.
Sabah, odama bir kadın girdi, pencereyi açtı. Kırmızı muşamba üstünde üç köşeli
bir güneş parçası.
Kapı açık. Sessizce faaliyet. Beyazlı kadınlar, ellerinde sırıklara takılmış
bezlerle muşambaları siliyorlar.
Odama giren kadın dün geceki değil. Kısa boylu, başörtüyle yanaklarının yarısına
ve kaşlarına kadar başını kapamış. Yüzünü görmüyorum. Hep yere bakıyor,
gözlerini bir kere bile bana çevirmedi. Yerinden kaldırdığı masa onun gözünde
benden daha mühim. Dikkatle işini yapıyor. Odamı sildi. Sonra başını kaldırarak
bir şey isteyip istemediğimi sordu, çıktı.
Gece uyuduktan sonra ilk defa sabahleyin uyandım. Başımda hafif ağrı. Etrafımda
en küçük harekete büyük bir dikkatle bakıyorum ve her şey bana çok yeni ve garip
görünüyor. Hele koku. Hastahane hayatı dışarıdan yalnız bir koku ile ayrılıyor.
Bu koku hastaha-nenin ruhudur. *
Dehlizde insanlar çoğalıyor. Hademeler geçiyorlar. Odama bakanlar pek az,
onlarınki de tesadüfi bir baş çeviriş; itiyadın verdiği körlükle işlerine ait
şeyle-den başka gözleri hiçbir şey görmüyor. Ağır ağır yürüyüp gidiyorlar.
Dehlizden ilk defa bir hasta çocuğun geçtiğini gördüm. Başı benim odanın
tarafına doğru eğilmiş, boynu, omuzlan yukarı kalkık, yürümeyi unutmuş gibi
gayri tabiî adımlar atarak ve arada bir hafifçe sıçrayıp elini boynuna götürerek
yürüyor.
Dehlizde kalın, hâkim bir ses yükseldi, bir insan ismi çağırdı, bir kadın ve bir
erkek koştular. İlk yüksek ses ve ilk gürültü.
Dört beş kadın erkekten mürekkeb bir kafile geçti.
İçimde meraklar birikiyor. Her hareketin, her küçük hâdisenin sebebini öğrenmek,
benimle alâkasının derecesini bilmek istiyorum.
Bu adamlar niçin geçtiler? O çocuk nereye gidiyordu? Bu kapı niçin kapandı? Ne
kapısıdır? Bu hasta arabası nereye götürülüyor? Kimin için? Odama iki erkek ve
bir kadın girdi. Hiçbirini tanımıyorum. Erkekler çok ciddî. Benim odada
bulunuşumla alâkaları yokmuş gibi yatağıma yaklaştılar. Erkeğin biri kadına
sordu:
- Kontrol kâğıtları değişti mi? Dün gece derecesi alındı mı? Bu, bağıran hasta
değil mi?
Bana yaklaştı ve yüzüme bakmadan koltuğumun altına derece koydu. Öteki adam
Fransızca şunları söyledi: "İkinci ameliyatta belki bacağı kesilecekmiş.
Sinirleri çok zayıf, vücut da tehlikeli. Operatör ciğerde bir âfetten korkuyor."
Dereceyi koyan adam, Fransızca şu cevabı verdi: "Hep böyle tehlikeli hastalar
gönderiyorlar. Burası morga döndü. Sonra da tahsisatı kesiyorlar."
Sert bir tavırla dereceme baktı ve başucumdaki kâğıda işaret etti.
Sonra bana döndü.
- Sana üçten yemek yazıyorum. (Sonra öğrendim ki, bu, hastahanenin bir tâbiri
imiş.) Çok ye! Bak zayıfsın. Anladın mı?
O kadar kaba, işinden bıkmış, sinirli bir soruşu vardı ki, nefretimi sesimin
perdesiyle hissettirerek "Peki" dedim.
Gene kâğıtlara bir şeyler yazıldı, çıkıp gittiler. Birdenbire kendimi o kadar
yalnız buldum ki, oda kapısında herhangi bir tanıdık yüz görüneydi, sevinç-
ten haykıracak, yataktan atlayacak, boynuna sarılacak ve beni buradan alıp
götürmesi için yalvaracaktım.
Koridorda kalabalık gittikçe artıyordu. Bir kaç hasta çocuk geçti. Bitişik
salonlarda hastaların mırıltıları başlıyordu.
Hastahanenin sessizliği kadar gürültüsü de beni korkutuyordu. Dışardaki bütün
faaliyetin beni incitmek için hazırlık olduğu şüphesinden kendimi kurta-
ramıyordum. Odanın önünde her ayak sesi yaklaştıkça, bana fena bir haber
vereceklermiş gibi, korkudan büzülüyordum.
Çığlıklar Saati
Bağırmamayı öğreten mektep.
Pansumanlar başladı.
Kapının önünden, hastabakıcı kadının kucağında, yedi sekiz yaşlarında bir çocuk
geçirdiler.
Koridor tenhalaştı, sesler kesildi, koğuşun bütün ruhu sindi ve bütün zekâsı bir
tek ıstırabın üstüne eğiliyor.
Keskin bir çığlık, koridorun havasında büyük bir uçurum açarak tâ diplere kadar
gitti. Sonra ses kesildi. Mırıltılar, hafif bir çığlıkla karışan uzun bir
inilti.
Gerildim ve yatağın içinde sivrildim. Bir avucumla şilteyi sıkıyorum.
Kolu sarılı bir çocuk daha geçiyor. Ses yok. Bekliyorum. Korkudan elimi yüreğime
bastım.
Kapımda bir adam.
Bana
- Hazırlan! dedi, bundan sonra sıra sende.
Ne sırası? Bilmiyorum. Ameliyat mı? Pansuman mı? Ne yapacaklar?
Bir çığlık daha koptu ve kulağımın deliğinden giren bir yıldırım gibi, vücudumu
korku ile yakarak dağıttı. Birdenbire gevşeyerek çöküvermişim.
Hastabakıcılar odama girdiler.
- Haydi, gelin, dediler.
Titreyerek bacağımı yataktan uzattım: Terliklerimi görüyor, fakat sağlam ayağımı
bile içine sokamıyor, şaşkınlıktan kaçırıyor, bir türlü giyemiyordum.
Kadınlardan biri:
- O kadar korkma, o kadar korkma... Pansuman bu! Her gün yapılacak... Alış!
diyordu. Kollanma girdiler.
Pansuman odasına girince operatörü görerek biraz ferahlıyordum; fakat, işinin
ciddiyeti arasında benimle eski hastalar arasındaki farkı o kadar unuttu ki,
aşinalık bile etmeden, yalnız tımarcıya emir verdi:
- Masaya yatsın!
Masaya yatırdılar. Dizimi süratle çözüyorlardı. Operatör başucuma geldi. Yaraya
bakarak benimle konuşuyordu:
- Sen dün gece neler yapmışsın? Hastahane birbirine girmiş. Burada yalnız sen
misin? Altı yaşındaki çocuklar var. Fakat hastalık sinirlerini çok yormuş
olacak. Bakalım?... Hımmm... Buradaki arıza yere düşmekten... Fena zedelenmiş...
Peki, peki, dur... Korkma!... Az mı?... Peki... Ha!... Dur, dur... Hımm...
Pekâlâ...
Yanındakilere emir verdi:
- Pansuman. Bana döndü:
- Yarın ilk ameliyatı yapacağız. Ondan sonra netice belli olur. Bugünlük bu
kadar.
Sonra iki küçük sille ile yanağımı okşadı:
- Haydi... Korkma o kadar... Buradan yi öğrendikten sonra çıkacaksın!
rmama-
Ameliyat
Aslından daha korkunç gölge.
Öğleden sonra annem, Mithat Bey, arkadaşım geldiler.
Bana uzatılan ellere, bir uçurumun dibinde imişim gibi sarıldım. Bir tek cevabı
saatlerce sürebilecek sualler soruyorlardı; hiçbirine cevap veremiyordum.
Yüzlerce kelimeyi teksif edebilecek bir baş hareketi, bir bakış, bir teneffüs
arayarak susuyordum.
Onlar, hastahaneye dışarıdaki hayatın karıştığı saatlerde gelmişlerdi; bu odanın
gecesini sabahını tanımıyorlardı. Duvarlarda gölgelerin kımıldadığı, döşemelerin
dinç seslerle öttüğü ve dehlizlerin canlı şekillerle kaynaştığı bu hayat ve
hareket saatindeki hasta-hane bambaşkadır. Bu dekor, benkn bir gece evvelki
halimi anlamak isteyenlere hiç bir şey söylemez.
Onun için ben de söylemiyorum: "İlk gece biraz yadırgadım" diyorum. Hâdiseleri
bilmiyorlar.
Akşama kadar oturdular. Sıhhatte olmak neş'esini gizleyemiyorlar. Yalnız annemin
arada bir gözleri dalıyor.
Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, itiyadın verdiği hissizlikle,
sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü
benden uzak; onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde, çelikli damarlarında,
arkadaşımın otururken rahat gerilişlerinde, bacaklarını uzatışlarında, korkusuz
bakan gözlerinde görüyorum.
Akşama kadar oturup gittiler. Gazetelere biraz göz atarak yattım ve uyumaya çok
çalıştım.
Muvaffak olduğumu sabah olmadan evvel uyandığım vakit anlamıştım. Bir daha
uyuyamadım.
Gayet mühim bir günü şuurla karşılamak istiyorum. Bugün ameliyat olacağım.
Hep titreyerek nefes alıyor ve su içiyorum. Ameliyat dakikasında korkmaktan
korkuyorum.
Korkunun bu en derinleşen nev'i dayanılacak şey değil; ıstırabın vukuundan evvel
ruhta bir gölgesinden ibaret olan korku, ıstıraptan bin kat daha müthiş.
Muhayyilenin ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç
bir gölge.
Sabahın ışıkları odadan içeri doldukça bütün cesaretim boşalıyor; her ses, kapı
açılıp kapanmaları, tek-tük çağırışlar, mırıltılar, varlığımın en hayatî
köklerine işleyen bir tesirle beni kendilerine bağlıyor, çekiyor, sarsıyorlar.
Gene bir sabah evvelki ziyaretler. Koğuşun uyanışı. Temizlik. Odama giren kadın.
Dehlize küçük hastaların sürüklenişleri. Gene seslerin, gürültülerin,
hareketlerin çoğalışı.
Gene kapımda bir adam. (Bu sefer daha erken göründü.)
- Hazırlanınız, ilk ameliyat sizinki.
Sarardığımı hissediyorum.
Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için, felâketin üstüne
yürümek istiyorum. Istıraptan korkmamanın tek ilâcı ıstıraptır. Bu ateşi o ateş
söndürür.
Hastabakıcılar girdiler. Bir şey söylemelerine meydan bırakmadan yataktan indim,
terliklerimi kolayca giydim, fakat artık yelkenli bir gemi gibi kendimi talihin
rüzgârına bırakmıştım, akıp gidiyordum, odamdan ameliyathaneye nasıl geçtiğimi
bilmedim.
* * *
Bembeyaz oda. Hamam gibi sıcak. Sessiz. Kaynayan suların ince fısıltıları.
Kımıldayan ve kımıldamayan beyazlıklar arasında kamaşan gözler eşyanın
çizgilerini seçemiyorlar.
Bütün salonu çökertecek ağır bir sessizlik. Hayatın nasıl bir şey olduğunu
unutturan bambaşka bir âlem. Bir rüya odası.
Uyuşturucu koku, belki de kloroform. Herkeste, geçireceğim tecrübenin
ehemmiyetini hissettiren bir vazifeperverlik. Operatörün küçük işaretiyle büyük
işler yapılıyor.
Masaya uzatıldım. Etrafımda beyazlıklar dalgalanıyor. Hiçbir seçkin şekil
göremiyorum.
Gözümün üstüne pamuk geliyor.
Yüzümü maske ile örttüler.
- Derin nefes al!
Nefes borularım yandı ve şakaklarım gerilir gibi oldu. Çabuk uyumak, kaybolmak
istiyorum. Kuvvetli nefes aldım. *
Sesler, sıcak buğular arasında halvetlere doğru uzaklaşarak eriyorlar.
Kendimi son defa olarak bir an bulup kaçırıyo-
rum.
Notlar
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
"Bugün dördüncü pansuman. Operatör: "- İyidir, dedi.
boş.
"Can sıkıntısı.
"Altı saat uykuya ayrılırsa her gün on sekiz saat
"Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok
şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden
korkuyorum.
"Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam
utancımdan aynaya bakamıyacağım.
"Dört duvar arasında.
"Kendimi, kitapların kahramanlarından daha mühim bulduğum için, okumaktan
sıkılıyorum. Istırabımın hodgâmlığı mâni oluyor.
"Odamı düzeltiyorum, masamı topluyorum. Tekrar bozuyor, tekrar topluyorum. Bu iş
de bitiyor. Ne yapacağım? Hiç. Nereye bakacağım? Hiç. Ne dinleyeceğim? Hiç.
Gözlerim, kulaklarım. Mafsallarım, renge, sese, harekete çok acıktılar.
"Bitişik koğuşta hastalar türkü söylüyorlar. Pansuman odasında haykırışlar.
* * *
"Yedinci pansuman. Operatör: "- Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!
dedi.
"Nüzhet'ten kart geldi. Ziyaret edemediği için af istiyor. Hastalar affetmesini
bilirler ama...
"Bugün sonbahar. Beni bahçede soğuk bir rüzgâr karşıladı.
"Evvelki gün...
"Dünyanın bütün tavanlarına lanet olsun. Arka üstü yatmaktan usandım.
"Nüzhet'in babasına nüzul inmiş. Beni sayıklıyor-muş. Nüzhet'in Ragıp Bey'le
nikâhı daha olmamış.
"Hastahaneye alıştım.
"Istırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için,
yeni bir sevinç başlıyor: Istırabın ilâcı ıstıraptır. İkisinin hâsıl-ı zarbı:
Sevinç.
* * *
"Üç güne kadar hastahaneden çıkacağım. Yaralar kapanınca dizim alçıya konacak.
Bir daha mafsal oy-namıyacak, bacağım kısalacak.
"Bu perşembe Nüzhet'le Ragıp Bey'in nikâhları olacak.
* * *
"Yarın hastahaneden çıkacağım..
"Dışarda yaşamaktan korkuyorum.
"Burada ıstıraba ve tevekküle o kadar alıştım ki, onları bırakırsam ruhumun bir
parçası kesilmiş gibi boşluk duyacağım; bırakmazsam isyansız nasıl yaşayacağım?
"Kalanların bana karşı gıptalarına biraz merhamet de karışıyor. Nadir insanların
bildikleri ince bir saadeti kendilerine hasrediyorlar. Hasta olmayanların
bilmedikleri bu saadeti, ilerde, hiç olmazsa hatırlayabil-sem.
"Zaviye-i kaime halinde iltisak-ı mafsal.
"Bir gün hastahanelerde okunmak için bir roman yazsam ve bu notlarımı içine
karıştır sam...
"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, herşeyi anladıklarını iddia edemezler.
"İki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.
"Hasta olmayanlar bizi ne kadar az anlayacaklar!
"Paşa'dan haber: "Hastahaneden çıkar çıkmaz bana gelsin, ölümüm yakın, kendisini
bir kere göreyim" demiş.
5 - Teşrinievvel - 1915: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
"Beş dakika sonra hastahaneden çıkıyorum. Son not. Bu odada başkaları
inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa
attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.
"Annem, Mithat Bey ve arkadaşım içeri girdiler: "-Haydi..."
Son...
You have read 1 text from Turkish literature.
- Parts
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 1Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4058Total number of unique words is 215228.3 of words are in the 2000 most common words43.4 of words are in the 5000 most common words50.2 of words are in the 8000 most common words
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 2Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4170Total number of unique words is 209831.9 of words are in the 2000 most common words44.9 of words are in the 5000 most common words52.1 of words are in the 8000 most common words
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 3Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 4131Total number of unique words is 212129.9 of words are in the 2000 most common words44.3 of words are in the 5000 most common words51.1 of words are in the 8000 most common words
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 4Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3925Total number of unique words is 219827.2 of words are in the 2000 most common words39.5 of words are in the 5000 most common words46.2 of words are in the 8000 most common words
- Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - 5Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 1894Total number of unique words is 114034.8 of words are in the 2000 most common words47.1 of words are in the 5000 most common words53.3 of words are in the 8000 most common words