Çocukluk - 09

Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3758
Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2102
32.5 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
45.7 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
52.9 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
düşünceleriniz, bunu karşınızdakinin anlamış olmasının doğurduğu korku,
duraksama, çekingen bakışlarınızda okunur.
Belki fazla duygulu oluşum, her şeyi çözümlemek isteğim bu noktada beni
aldatıyor, belki de Volodya, benim duyduğum şeyleri hiç duymuyordu. O ateşli,
açık kalpli, zevklerinde kararsızdı. Kendisini eğlendiren, yalnızca çok değişik
olana her şeye bütün yüreğiyle bağlanırdı. Bazen resimlere merak sarar, resim
yapmaya başlar, elindeki parasını bu uğurda harcar, resim hocasından, babamdan,
annemden dilenirdi. Bazen bütün evi arayarak bulduğu biblolara kendini verir,
onlarla masasını süsler; bazen de gizlice bulduğu, gece gündüz durmadan okuduğu
romanlara dalardı. Elimde olmayarak onun bu haline imrenirdim, ama izinden
gitmeyi kabul etmeyecek kadar gururlu, kendime yeni bir yol seçemeyecek kadar da
gençtim, beceriksizdim. Kavgalarımızda, Volodya'nın açık bir biçimde belli olan
efendiliğini, neşeli, içten özyapısını kıskandığım kadar hiçbir şeyi
kıskanmıyordum. Çok iyi davrandığını anlıyor, ama onun gibi yapamıyordum.
Bir gün, eşya toplama merakının son sınırına ulaştığı bir sırada yazı masasına
yaklaştım, raslantıyla renkli bir şişesini kırdım. Odaya giren Volodya, masa
üzerinde simetrik bir biçimde yerleştirilmiş olan bibloların karışmış olduğunu
görünce:
- Nerede küçük şişem? dedi, yüzde yüz sen...
- Elimde olmayarak düşürdüm, kırıldı. Ne zararı var?
Kırık şişeye üzgün üzgün bakıp parçalarını birbirine yapıştırmaya çalışan
Volodya:
- Çok rica ederim, dedi. Eşyalarımı hiçbir vakit elleme.
- Çok rica ederim, sen de buyurma! kırdımsa kırdım, ne uzatıyorsun? diyerek hiç
isteğim olmadığı halde gülümsedim.
Volodya, babamdan geçen omuz silkme devinimiyle:
- Senin için olmayabilir ama, benim için zararı var. Kırdığı yetmiyormuş gibi
bir de gülüyor, kötü çocuk, diye sürdürdü.
- Ben mi kötü çocuğum? Sen de büyüksün ama aklın yok!
Volodya hafifçe beni itti:
- Seninle kavga edecek değilim, çekil şurdan! dedi.
- Ne itiyorsun?
- Çekil diyorum!..
Volodya elimden tutarak beni masanın yanından ayırmak istediyse de, öfkem
sınırına varmıştı; masanın ayağından tutmamla devirmem bir oldu: "Al bakalım!"
Bütün porselen, kristal biblolar şangur şangur çevreye dağıldı. Düşen şeyleri
eliyle tutmak isteyen ağabeyim:
- Geçimsiz çocuk! diye bağırdı.
Odadan çıkarken şöyle düşünüyordum:
"Artık aramızda hiçbir şey kalmadı. Ölünceye kadar birbirimizin yüzüne
bakmayacağız."
Akşama kadar konuşmadık. Kendimi suçlu görüyor, yüzüne bakmaya cesaret
edemiyordum. Bütün gün hiçbir işe el sürmedim. Volodya'ya gelince, tam tersine
derslerine çalıştı, her zaman olduğu gibi yemekten sonra kızlarla konuşup
şakalaştı.
Dersten sonra öğretmenin arkasından ben de odadan çıkıyordum, çünkü kardeşimle
baş başa kalmaktan utanıyor, rahatsız oluyordum. Son tarih dersinden sonra,
defterimi alarak kapıya doğru yürüdüm. Volodya'nın yanından geçerken, ona
yaklaşarak barışmak istediğim halde, suratımı astım, dargın göründüm. Volodya
tam o anda başını kaldırdı, zor seçilebilen candan bir gülümsemeyle korkmadan
yüzüme baktı; gözlerimiz karşılaştı. Onun beni anladığını sezdim, aynı zamanda
bu duyguyu Volodya'nın da yaşadığını anladım; ama anlatılmaz bir duygunun
etkisiyle başımı çevirmek zorunda kaldım. O çok doğal candan bir sesle:
- Nikolinka, dargınlığımız yeter, seni kırdımsa bağışla dedi ve elini uzattı.
İçimden boğazıma doğru göğsümü sıkarak bir şeyin yükseldiğini, soluğumun
kesildiğini duydum. Bir saniye süren bu durumdan sonra gözlerim yaşla doldu,
kendimi daha iyi duyumsadım. Volodya'nın elini sıkarken:
- A-sıl... sen ba...ğış...la Vo-lo... dy.. a dedim.
Neden ağladığımı bir türlü anlamıyormuş gibi yüzüme bakıyordu.


VI

MAŞA

Dünya hakkında değişen görüşlerimin hiçbirisi, hizmetçi kızlardan birini
yalnızca kadın hizmetçi gibi değil, bir derece rahat ve mutluluğumu da
etkileyebilen bir kadın olarak görmeye başlamam kadar şaşırtıcı değildi. Kendimi
bildim bileli, Maşa'nın evimizde olduğunu anımsıyorum. Kendisine karşı
beslediğim düşünceleri, tümüyle değiştiren, şimdi size anlatacağım bir olaya
kadar, ona dikkat etmemiştim. Ben on dört yaşımdayken, Maşa yirmi beşindeydi ve
çok güzeldi, ama onu betimlemekten korkuyorum. İsteklerimin şahlandığı sıralarda
düşlediğim tutkulu varlığının yeniden düşlemimde canlanmasından korkuyorum.
Betimlememde yanılmamak için şunu söyleyebilirim: o, olağanüstü beyaz, etine
dolgun, kısacası, tam bir kadındı; ben de, on dört yaşımdaydım...
Elimde ders kitabı olduğu halde yalnızca döşeme aralıklarına basmaya çalışarak
gezindiğim, yahut, saçma bir hava tutturduğum, yahut masanın kıyısına düşen bir
damla mürekkebi dağıttığım, yahut da bir özdeyişi bilinçsizce yinelediğim
dakikaların birinde, yani kafamın çalışmadığı, düşlemimin bütün duyarlığıyla
egemen olduğu bir sırada sınıftan çıktım, şöyle bir aşağı indim. Ayakları
potinli birisi öteki merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Doğal olarak kim olduğunu
anlamak istedim ama birdenbire ayak sesleri kesildi, Maşa'nın: "Bırakın canım,
ne takılıyorsunuz? Şimdi Anna İvanova gelirse görürsünüz" dediğini işittim.
Volodya da fısıltıyla: "-Gelmez." dedi, bu konuşmadan sonra Volodya'nın onu
zorla alıkoymak istediğini anlatan bir hışırtı duyuldu. Bir aralık: "Ne
yapıyorsunuz? Ellerinizi nereye sokuyorsunuz? Utanmaz!.." diye bağıran, bir yana
kaymış başörtüsünün arasından beyaz, tombul boynu görünen Maşa, koşarak yanımdan
geçti.
Bu olayın beni ne kadar şaşırttığını anlatamam. Bununla birlikte şaşkınlığım
geçince, Volodya'nın böyle davranmakta haklı olduğu kanısına vardım. Artık onun
böyle davrandığına değil, bu yaptığının insana haz vereceğini nasıl anladığıma
şaşıyordum. Elimde olmayarak Volodya'ya öykünme isteği duydum.
Bazen aşağıdaki aralıkta saatlerce dolaşır, yukardan gelecek olan bir ses veya
çıtırtıyı, sinirlerim gergin bir durumda dinlerdim. O sıralarda en büyük isteğim
olmasına karşın, Volodya'ya öykünmek için kendimi zorlamıyordum. Bazen kızların
odasından gelen gürültüleri büyük bir kıskançlık ve çekememezlik içinde dinler:
"Acaba yukarı çıkıp Volodya'nın yaptığı gibi Maşa'yı öpmek isteseydim, durumum
nasıl olurdu? Maşa'nın: "Ne istiyorsunuz?" sorusuna, basık burnumla, hiçbir
biçime girmeyen dik saçlarımla ben, nasıl bir yanıt verirdim?" diye
düşünüyordum. Bazen Maşa'nın Volodya'ya: "- Başımın kara yazısı! Ne çam sakızı
gibi yapışıyorsunuz? Çekilin şuradan çapkın! Hiç Nikolay Petroviç'in buraya
gelip yaramazlık ettiğini gördünüz mü" dediğini duyardım. Ama bilmiyordu ki, o
dakikada merdivenin altında oturup dinleyen Nikolay Petroviç, Volodya'nın
yerinde olmak için her şeyini vermeye hazırdı.
Zaten sıkılgandım, çirkin olduğum kanısı bunu büsbütün artırıyordu. İnsanın
eğilimleri üzerinde kendi görünüşünün, hatta görünüşünden de çok güzel ya da
çirkin olduğu konusundaki kanısı kadar hiçbir şeyin etkili olmadığına
inanıyorum.
Onurum, çirkinliğim yüzünden düştüğüm bu duruma katlanmama engel oluyordu, ben
gözümün önünde Volodya'nın güzel görünüşüyle elde ettiği ve bütün varlığımla
kıskandığım zevklerden, uzanamadığı ciğere pis diyen kedi gibi tiksinmeye
çalışıyor, aklımı, düşlemimi gururlu bir yalnızlıktan zevk almaya zorluyordum.



VII

SAÇMA

Mimi heyecandan tıkanırcasına:
"Aman Tanrım! Barut! ne yapıyorsunuz? Evi yakıp bizi yok etmek mi istiyorsunuz?"
diyerek anlatılması güç bir şiddetle hepimizin çekilmemizi buyurduktan sonra
kararlı adımlarla yerde dağılı duran saçmalara yaklaştı, barutun birden
patlamasından doğabilecek tehlikeye aldırış etmeden, saçmayı ayaklarıyla
çiğnemeye başladı. Tehlikeyi ortadan kaldırdığı kanısına vardığı zaman Mihey'i
çağırdı, bütün bu barutları uzak bir yere, en iyisi suya atmasını buyurduktan ,
başını büyüklenir bir tavırla sallayarak konuk odasına doğru yürüdü: "- Çok
güzel, size çok iyi göz kulak oluyorlar, hiç diyecek yok doğrusu" diye
homurdanıyordu.
Kendisine ayrılan daireden bize doğru gelen babamla birlikte büyükannemin
odasına indiğimizde Mimi'yi orada bulduk. Pencerenin önünde, bir şey bilip de
saklamak isteyenlerde görülen resmi bir tavırla, çok ciddi oturuyor ve kapıdan
yana bakıyordu. Elinde kâğıtlara sarılmış bir şeyler vardı. Bunun deminki
saçmalar olduğunu, büyükannemin de her şeyden haberi bulunduğunu hemen anladım.
Büyükannemin odasında Mimi'den başka öfkeli, kıpkırmızı yüzünden siniri bozuk
olduğu anlaşılan oda hizmetçisi Gaşa ile onu boş yere yatıştırmaya çalışan,
bunun için de başını, gözünü oynatıp duran, kısa boylu, ufak tefek, çiçekbozuğu
yüzlü doktor Blümental vardı.
Büyükannem yarı dönmüş bir biçimde oturuyor, kızdığı zamanlarda açmayı huy
edindiği yolculuk falına bakıyordu. Babam, derin bir saygıyla elini öperek:
- Nasılsınız maman? İyi uyudunuz mu? dedi.
Büyükannem, babamın yersiz, gereksiz bir soru sorduğunu anlatan bir sesle:
- Çok güzel efendim. Her zaman sağlıklı olduğumu galiba biliyorsunuz, diyerek
Gaşa'ya döndü:
- Bana temiz bir mendil veriyor musun? dedi.
Gaşa, koltuğun kıyısında duran kar gibi beyaz patiska mendili göstererek:
- Verdim ya.
- Güzelim, bu kirli paçavrayı kaldırın, bana temiz bir mendil verin.
Gaşa komodine yaklaştı, çekmecesini çekti, o kadar hızla kapattı ki odanın
camları zangırdadı. Büyükannem korkunç bir bakışla hepimize baktıktan sonra,
büyük bir dikkatle hizmetçinin devinimlerini süzmeye başladı. Sanırsam
değiştirmeden aynı mendili verdiği sırada büyükannem:
- Tütünümü ne vakit ufalayacaksınız, şekerim? dedi.
- Vakit bulursam yaparım.
- Ne dediniz?
- Birazdan ufalarım.
- Eğer bana hizmet etmek istemiyorsanız güzelim, söyleseydiniz; sizi çoktan
salıverirdim.
Gaşa:
- Salıverin, ağlayacak değiliz ya, diye hafif bir sesle homurdandı.
Bunu işiten doktor, Gaşa'ya bir işaret yaptıysa da öyle korkunç bir bakışla
karşılaştı ki hemen gözlerini indirerek, anahtarının zinciriyle oynamaya
koyuldu. Gaşa homurdanarak odadan çıkınca büyükannem babama dönerek:
- Görüyor musunuz azizim, benim evimde benimle nasıl konuşuyorlar...
Hiç beklemediği bir soruyla karşılaşan babam şaşkın şaşkın:
- Maman, izin verin tütününüzü ben hazırlayayım.
- Teşekkür ederim. Tütünümü kendisinden başka kimsenin istediğim gibi
yapamayacağını bildiği için böyle kaba davranıyor, dedi. Bir dakikalık susuştan
sonra:
- Biliyor musunuz dostum, çocuklarınız az kalsın bugün evi yakıyorlardı, diye
ekledi.
Babam saygılı bir merakla büyükanneme bakıyordu.
- Neyle oynadıklarını gördünüz mü? Mimi'ye dönerek:
"- Gösterin" dedi.
Saçmayı eline alan babam, gülümsemekten kendini alamadı:
- Bunlar saçmadan başka bir şey değil maman, dedi. Tehlikesiz şeylerdir.
- Bana öğrettiğiniz için çok teşekkür ederim, ama ders almak için çok yaşlıyım.
Doktor:
- Hep sinir bozukluğu, diye fısıldıyordu. Babam derhal bize dönerek:
- Bunları nerden aldınız? Bunlarla oynamak için kimden izin aldınız? dedi.
Büyükannem en çok "lala" sözcüğünün üzerinde hafifseyerek durdu:
- Bunu çocuklardan değil laladan sormalısınız, o neye bakıyor? dedi.
Mimi:
- Voldemer, bu barutları Karl İvanoviç'in verdiğini söyledi, diyerek ortaya
atıldı. Büyükannem:
- Görüyor musunuz, ne iyi adam, dedi; adı neydi? Nerde şu lala? Çağırın bakalım
buraya diye sürdürdü. Babam:
- Gezmeye gönderdim dedi.
- Doğru değil. O her dakika burada olmalı. Çocuklar benim değil sizindir, benden
daha akıllı olduğunuz için size nasihat vermeye de hakkım yok. Ama artık onlara
Alman köylüsü lala, evet, Tirol şarkılarıyla kötü huylarından başka bir şey
öğretemeyen aptal bir köylü değil, bir eğitmen tutmanın zamanı geldi sanırım.
Size soruyorum: Çocuklara Tirol şarkıları öğretmek çok mu gerekli? Ama şimdi
çocukları düşünen kimse yok, siz de istediğinizi yapabilirsiniz.
Annemizden sonraki durumumuzu anlatmak için kullanılan "şimdi" sözcüğü
büyükannemin yüreğinde acı anılar uyandırdı, gözlerini portreli tabakaya
indirerek düşünceye daldı.
Babam ivedi ivedi:
- Bunu çoktandır düşünüyor, bunun için size danışmak istiyordum maman; çocuklara
ders veren St. Jérôme'u tutsak nasıl olur? dedi.
- Çok yerinde bir şey yapmış olursunuz dostum. Büyükannem bunu söylerken şimdiye
kadar sesinde duyulan hoşnutsuzluk işitilmiyordu.- St. Jérôme yalnızca çocukları
gezmeye götürmede işe yarayan basit bir lala değil, des enfants de bonne maison,
nasıl davranmaları gerektiğini bilen bir eğitmendir.
- Hemen yarın kendisiyle konuşurum.
Gerçekten bu konuşmadan iki gün sonra, Karl İvanoviç yerini genç, züppe
Fransız'a bıraktı.








VIII

KARL İVANOVİÇ'İN YAŞAMI

Karl İvanoviç bizden sonsuz olarak ayrılacağının öngününde akşamın geç saatinde
başında kırmızı takkesi, sırtında pamuklu hırkasıyla karyolasının önünde
bavulunun üzerine eğilmiş, titizlikle eşyalarını yerleştiriyordu.
Son günlerde Karl İvanoviç'in bize karşı olan davranışları soğuklaştı sanki,
bizimle karşılaşmaktan çekiniyordu. Şimdi de odaya girdiğimde, küskün bir
bakışla beni süzdü, yine işini görmeyi sürdürdü. Karyolama uzandım, eskiden bunu
yapmamı istemeyen Karl İvanoviç, şimdi hiçbir şey söylemedi. Eskisi gibi bize
darılmaması, davranışlarımızda özgür bırakarak bizimle ilgilenmemesi, bana,
yaklaşan ayrılığı anımsattı. Bizi artık sevmemesine üzülüyor, bu duygumu
kendisine duyurmak istiyordum. Ona yaklaştım:
- Karl İvanoviç, izin verirseniz size yardım edeyim, dedim.
Karl İvanoviç bana bir an baktı, yine başını çevirdi. Bu kısa bakışında, bize
karşı olan soğukluğunun nedeni olduğunu düşündüğüm ilgisizlik yerine, büyük bir
üzünç okunuyordu. Tümüyle doğrulup derin bir soluk alan Karl İvanoviç:
- Tanrı her şeyi görür, her şeyi bilir ve her şey onun kutsal buyruğuna
bağlıdır, dedi. Kendisine sahte olmayan içten bir ilgiyle baktığımı fark edince:
- Evet Nikolenka beşikten mezara kadar talihsiz olmak benim alın yazım.
İnsanlara ettiğim bütün iyilikler kötülükle karşılandı. Benim ödülüm burada
değil oradadır, diyerek eliyle gökleri gösterdi. Dünyada çektiklerimi, başımdan
geçenleri bileydiniz! Kunduracı, asker kaçağı, fabrikacı, öğretmen oldum; şimdi
hiçbir şeyim! Hazreti İsa gibi başımı sokacak yerim yok... Gözlerini kapadı,
koltuğuna çöktü.
Kendisini dinleyenlere aldırış etmeden en gizli düşüncelerini bile ortaya
koyacak kadar duygulu bir ruh durumu içinde bulunduğunu gördüm ve gözlerimi
sevimli yüzünden ayırmaksızın sessizce karyolaya oturdum.
- Çocuk değilsiniz, her şeyi anlayabilirsiniz. Başımdan geçenleri size
anlatayım. Bir gün gelir, çocuklar, sizi çok seven yaşlı dostunuzu anımsarsınız!
Karl İvanoviç yanında duran masaya elini dayadı, burunotunu çekti, gözlerini
göklere kaldırarak bize hep yazı yazdırdığı gırtlaktan çıkan tekdüze, kendine
özgü sesiyle öyküsüne başladı:
- Diyebilirim ki, talihsizliğim annemin karnındayken başladı. Daha da heyecanla:
"- Das Unglück verfolgte mich schon im Schosse meiner Mutter!" (1) diye
yineledi.
Bu öyküyü aynı sesten, aynı anlatışla, aynı olay sırasıyla birkaç kez dinlediğim
için doğal olarak ilk tümcesinden de anlayacağınız gibi Rusçasındaki bozukluğa
bakmadan olduğu gibi anlatabileceğimi sanıyorum.
Bu öykü, onun asıl yaşamı mıydı, yoksa evimizdeki yalnızlığının sonucu olarak
uydurduğu, birkaç kez yinelediği için kendisinin de inanmaya başladığı bir masal
mıydı, yoksa yaşamına bazı düşsel olaylar mı ekliyordu, bu soruların yanıtlarını
bugüne kadar verebilmiş değilim. Bir yandan, gerçeğin başlıca kanıtı, öyküsünü
anlatırken görülen canlılıkla olayların her defasında aynı sırayı gütmesiydi ki,
doğruluğuna inanmamanın olanağı yoktu. Diğer yandan öyküsündeki şairce
abartmaların çokluğu da, kuşku uyandırıyordu.
- "Damarlarımda dolaşan, Kont Von Sommerblattların soylu kanıdır:... In meinen
Adern fliesse das edle Blut der Grafen von Sommerblatt...(2) Düğünden altı hafta
sonra dünyaya geldim. Annemin kocası - ona babacığım derdim - Kont
Sommerblattların mülkünde kiracıydı. Annemin bu onursuz davranışını unutamıyor,
beni de sevmiyordu. Benim Johann adlı bir kardeşimle, iki kız kardeşim vardı;
kendi ailemin yabancısıydım... Ich war ein Fremdes in meiner eigenen Familie.
(3) Johann yaramazlık yapar, babam: "-Bu Karl denen çocuğun yüzünden hiç rahatım
olmayacak..." der, beni azarlar, cezalandırır. Kız kardeşlerimin arasında
dargınlık çıkar, babam: "- Karl'ın uslandığını görmeyeceğiz" der, gene beni
azarlar, cezalandırır. Beni seven, okşayan yalnızca iyi yürekli annemdi. Beni
sık sık: "- Karl, odama gel" diye çağırır, usulcacık öperdi: "Zavallı Karl, seni
kimseler sevmiyor, ama ben seni kimseye değişmem, annenin senden bir ricası var:
iyi oku, hep namusunla yaşa. Tanrı seni bırakmaz!" derdi. Ben de çalışırdım.
Dinsel törenlere katılabileceğim çağa yani 14 yaşıma gelince, annem babama:
"-Gustav, Karl artık büyüdü. Onu ne yapacağız?" dedi. Babamın: "-Bilmiyorum"
demesi üzerine, annem: "Kentte Bay Şultz'un yanına verelim, kunduracı olsun",
dedi, babam da razı oldu, und mein Vater sagte gut. (4) Altı yıl yedi ay
kentteki kunduracı ustasının yanında kaldım. Ustam beni çok sever: "-Karl iyi
bir işçidir, yakında benim Geselle'im olacak" derdi. Ama Tanrı, düşündüğümüz
gibi kısmet etmedi... 1796'da kura ilan edildi, on yediyle yirmi bir yaş
arasında askerlik edebilecek herkes, kentte toplanmaya zorunlu tutuldu.
"- Babamla kardeşim Johann kente geldiler, hep birlikte askerlik kur'asını
çekmeye gittik. Johann kötü bir numara çekti, asker olacaktı. Ben iyi bir numara
çekerek askerlikten kurtuldum. Ondan da ayrılıyordum..." "Ich hatte einen
einzigen Sohn und von diesem muss ich mich trennen" (5) dedi.
Onu elinden tutarak: "Babacığım", dedim, "niçin böyle söylüyorsunuz? Benimle
gelin, size bir şey söyleyeceğim." Babam geldi, birlikte bir meyhaneye gittik,
masaya oturduk, ben iki bira ısmarladım, getirdiler. Hepimiz birer bardak içtik,
Johann da içti. Ben: "Babacığım dedim, bir oğlum vardı, ondan da ayrılıyorum,
deme. Bunu duydukça yüreğim parçalanıyor. Kardeşim askere gitmeyecek, onun
yerine ben asker olacağım... Karl'a burada kimsenin gereksinmesi yoktur, Karl
asker olacak."
Babam:
"Siz namuslu bir insansınız Karl İvanoviç!" Du bist ein braver Bursche, sagte
mir mein Vater und küsste mich... diyerek beni öptü.
"Asker oldum."

IX

ÖNCEKİ BÖLÜMÜN ARKASI

Karl İvanoviç sürdürdü: - O zamanlar korkunç zamanlardı. Napoleon dönemiydi.
Napoleon Almanya'yı almak istiyordu, biz de son soluğumuza kadar yurdumuzu
savunmak kararındaydık! und wir vertheidigten unser Vaterland bis auf den lezten
Trophfen Blut diyordu.
"- Ben Austerluz, Ulm, Wagram, ich war bei Wagram çarpışmalarında bulundum.
Ona şaşkınlıkla bakarak:
- Gerçekten savaştınız mı? Siz de mi insan öldürdünüz? diye sordum.
Karl İvanoviç, adam öldürmediğini söyledi.
"- Bir gün bir Fransız grenadieri arkadaşlarından geride kalmış, yolun üzerine
düşmüştü. Silahımı çekip onu öldürmek için koştum, aber der Franzose warf sein
Gewehr und rief pardon (6) ve kendisini salıverdim.
"- Napoleon Wagram savaşında birliklerimizi kuşatarak bir adaya sıkıştırdı.
Çevremizi öyle çevirmişti ki, hiç kimsenin kurtulma olasılığı yoktu. Üç gün
yiyeceksiz, dizlerimize kadar su içinde kaldık. Cani Napoleon bizi ne alıyor, ne
de salıveriyordu! und der Bösewicht Napoléon wollte uns nicht gefangen nehmen
und auch nicht frei lassen! (7)
"Dördüncü gün, Tanrı'ya şükür tutsak olduk, kaleye götürüldük. Üstümde lacivert
bir pantolon, iyi çuhadan bir ceket, 15 taler para, bir de babamın armağan
ettiği gümüş saat vardı. Fransızlar bunların hepsini aldılar. Gene talihim
varmış, fanilamın içine annemin diktiği üç altını kimse görmedi.
Kalede uzun zaman kalmak istemediğim için, kaçmaya karar verdim. Büyük bir
bayram günü bizi bekleyen çavuşa "- Çavuş ağa, bugün büyük bir bayramdır,
bayramı kutlamak istiyorum", dedim. "Lütfen iki şişe madera şarabı getirin,
birlikte içelim." Çavuş: "- Peki" diyerek getirdi. Birer kadeh içtikten sonra
elinden tuttum:
"- Çavuş ağa, acaba sizin de anneniz, babanız var mıdır?" diye sordum. "- Vardır
Bay Mayer", yanıtını verdi. "- Annemle babam, sekiz yıldan beri beni
görmedikleri gibi, sağ veya kemiklerimin çürümüş olup olmadığını da
bilmiyorlar." Çavuş ağa, fanilamda dikili iki altınım var, onları alın, beni
özgür bırakın ne olur!.. Benden bu iyiliği esirgemeyin; annem, ömrü oldukça
sizin için Tanrı'ya dua eder.
Çavuş bir kadeh madera içtikten sonra; "- Bay Mayer" dedi, "sizi seviyorum, size
acıyorum, ama siz bir tutsaksınız, ben de askerim." Elini sıktım, "- Çavuş ağa!"
Ich drückte ihm die Hand und sagte. (8)
"Siz yoksul bir adamsınız", dedi. "Paranızı almam, ama yardım ederim. Yatmaya
gidince bir kova rakı getirtin, askerlere içirin. Onlar uyuyakalır, ben de sizi
görmeyiveririm."
"İyi bir adamdı. Bir kova rakı aldırttım. Askerler sarhoş oldukları zaman
çizmelerimi çektim, eski kaputumu sırtıma geçirdim, usulca kapıdan çıktım.
Surların üzerine çıkarak atlamak istedimse de, aşağıda su olduğu için, en son
kalan giysim berbat olmasın diye vazgeçtim ve kapıya gittim.
"Nöbetçi silahıyla geziyor, auf und ab (9), bana bakıyordu. "Qui vive?" (10)
sagte er auf ein Mal, (11) ben susuyordum. Qui vive? sagte er zum zweiten Mal,
(12) ben yine susuyordum. Üçüncü kez: Qui vive? sagte er zum dritten Mal? diye
sordu, ben de koşmaya başladım, suyu atlayarak karşı yana geçtim, var gücümle
koşmayı sürdürdüm.
"Bütün gece koştum, tanyeri ağarmaya başladığı zaman görünüp tanınmaktan
korktuğum için, çavdarları yüksek bir tarlaya saklandım, oracıkta diz çökerek
ellerimi açtım, beni koruduğu için Tanrı'ya dua ettikten sonra rahat bir uykuya
daldım.
"Akşama doğru uyandım, yola koyuldum. Birdenbire iki siyah at koşulu büyük bir
Alman yük arabası arkamdan yetişti. Arabada iyi giyinmiş biri oturuyor, piposunu
içerek bana bakıyordu. Yavaşlayarak geçmelerini bekledim. Ben yavaşladıkça araba
yavaşlıyor, ben hızlandıkça araba hızlanıyor, adam da gözlerini benden
ayırmıyordu. Yolun üzerinde oturdum, adam atlarını durdurdu, bana:
- Delikanlı, böyle geç vakit nereye gidiyorsunuz? dedi.
- Frankfurt'a
- Yer var, arabama binin, sizi oraya kadar götürürüm. Yanına oturduktan sonra
sordu:
- Niçin yanınızda bir eşyanız yok, sakalınız traşlı değil, giysileriniz de çamur
içinde.
- Yoksul bir adamım, bir fabrikada çalışmak istiyorum. Yolda düştüğüm için
giysilerim çamurlandı.
- Yalan söylüyorsunuz delikanlı, yollar bugünlerde kupkuru.
Yanıt veremedim, bu iyi yürekli insan:
- Bana doğrusunu söyleyin, dedi. Kimsiniz? Nereden geliyorsunuz? Yüzünüz hoşuma
gitti. Namuslu bir insansanız, size yardım ederim.
Her şeyi olduğu gibi anlattım.
- Peki delikanlı, birlikte halat fabrikama gidelim; size iş, para, giysi
veririm, yanımda kalırsınız. Ben de kabul ettim.
Halat fabrikasına vardık, bu iyi adam karısına:
- Bu delikanlı yurdu için savaştı. Tutsaklıktan kaçtığı için de ne evi, ne
giysisi, ne de ekmeği var. Yanımızda kalacak, kendisine giysi ver, karnını
doyur.
Bir buçuk yıl halat fabrikasında kaldım. Patronum beni çok seviyor, bırakmak
istemiyordu. Rahatım da yerindeydi. O vakitler genç, uzun boylu, mavi gözlü,
düzgün burunlu bir erkektim. Patronun karısı Bayan L... (Adını söyleyemeyeceğim)
genç, güzel bir kadındı, beni sevdi. İlk gördüğünde:
- Bay Mayer dedi, anneniz sizi nasıl çağırırdı?
- Karlhen dedim.
O zaman:
- Karlhen, yanıma oturun, dedi.
Yanına oturdum.
- Karlhen beni öpün, dedi.
Kendisini öptüğüm zaman:
- Karlhen, sizi o kadar seviyorum ki, artık dayanamayacağım, diyerek titremeye
başladı.
Karl İvanoviç bu sözlerden sonra epey sustu, başını hafifçe sallayarak içten
bakışlı gözlerini süzdü, iyi anıların etkisi altında olan bir insan tavrıyla
gülümsemeye başladı.
Sabahlığına daha sıkı sarınarak koltuğuna iyice yerleşti, öyküsünü sürdürdü:
"Yaşamımda çok iyi, çok kötü günler gördüm, ama karyolasının baş ucundaki
kanaviçeyle işlenmiş olan İsa'nın resmini göstererek - Tanık olsun ki hiç kimse
Karl İvanoviç namussuz bir adamdır dememiştir" - Bay L...'nin bana yaptığı
iyiliğe iyilikbilmezlikle karşılık vermek istemedim, kaçmaya karar verdim. Gece,
herkes yattıktan sonra patrona bir mektup yazarak masanın üstüne bıraktım,
giysimle üç altını aldım, sessizce sokağa çıktım. Beni kimse görmemişti. Yola
koyuldum.

X

ARKASI

Dokuz yıldır annemi görmemiştim. Sağ mıydı, yoksa çoktan toprağa mı gömülmüştü,
haberim yoktu. Yurduma doğru yol alıyordum. Kente girdiğim zaman ilk işim: Kont
Sommerblat'ın kiracısının nerede yaşadığını sormak oldu. Bana yanıt olarak
şunları söylediler: "Kont Sommerblat öldü. Gustav Mayer büyük sokakta oturuyor,
likör mağazası işletiyor." Yeni yeleğimle fabrikacının armağanı olan ceketimi
giydim, saçımı güzelce taradım, babamın likör mağazasına gittim. Dükkânda oturan
kız kardeşim Mariechen, benden ne istediğimi sordu. Ben: "Bir kadeh likör
içebilir miyim?" dedim. Babasına dönerek: "Vater! dedi. Bu genç bir kadeh likör
istiyor." Babam: "Bu gence bir kadeh likör ver", diye karşılık verdi. Oturduğum
masada likörümü içiyor, babama, Mariechen'e, dükkâna giren Johann'a bakıyordum.
Babam söz arasında: "Delikanlı, dedi, "ordumuzun şimdi nerede olduğunu her halde
biliyorsunuz?' Ben de: "Ben oradan geliyorum. Ordu şu anda Viyana önlerinde
bulunuyor" yanıtını verdim. "Oğlumuz askerdi. Dokuz yıl öncesine kadar bir şey
yazıyordu. Sağ mı, öldü mü, bilmiyoruz. Karım durmadan arkasından ağlıyor."
Pipomu tüttürerek: "Oğlunuzun adı nedir? Nerede hizmet ediyordu? Belki kendisini
tanıyorum" dedim. "Adı, Karl Mayer'di Avusturya'da hizmet ediyor" Mariechen:
"Sizin gibi uzun boylu, yakışıklı bir erkekti" diye ekledi. "-Ben oğlunuz Karl'ı
tanıyorum." Babam: "Amelia... Sagte auf einmal mein Vater (13), buraya gelin,
oğlunuzu tanıyan bir genç var." Kapıda görünen sevgili anneciğimi derhal
tanıdım. "Siz oğlumuzu tanıyormuşsunuz" dedi, yüzümü görür görmez rengi
değişerek titremeye başladı. Evet onu gördüm. Yüreğim duracakmış gibi atıyordu.
Gözlerimi yukarı kaldıramıyordum. "Demek Karl yaşıyor, Tanrı'ya şükürler
olsun... Nerede benim sevgili oğlum? Sevgili oğlumu bir daha görebilsem gözüm
arkada kalmaz, ama Tanrı böyle istemiyor" diyerek ağlamaya başladı. Artık
dayanamadım: "Anneciğim", dedim. "Ben sizin oğlunuz Karl'ım." Annem kollarıma
yığıldı. Karl İvanoviç gözlerini kapamıştı, dudakları titriyordu. Biraz kendine
geldikten sonra yanaklarından süzülen iri damlaları silerek: Mutter!! - Sagte
ich- ich bin ihr Sohn, ich bin ihr Karl! und sie stürtzte mir in die Arme (14)
diye yineledi.
- Ama son günlerimi yurdumda geçirmeyi Tanrı bana nasip etmedi, çekeceğim çok
acı varmış... Das unglück verflogte mich überall. (15) Yurdumda ancak üç ay
kalabildim. Bir pazar günü birahanede oturmuş biramı içiyor, pipomu
tellendiriyor, arkadaşlarla savaştan, Napoleon'dan, İmparator Franz'dan
konuşuyorduk. Herkes düşüncesini söylüyordu. Yanımızda kurşuni giysili
tanımadığımız biri oturuyor, konuşmalarımıza karışmadan kahvesiyle piposunu
içiyordu. Gece nöbetçisi saatin on olduğunu haber verince şapkamı aldım,
hesabımı keserek evime döndüm. Gece yarısı kapı çalındı. Uyandım, kim olduğunu
sordum: "- Macht auf..." (16) Kim olduğunuz söylerseniz kapıyı açarım."
Dışardan: "- Macht auf im Namen des Gesetzes..." (17) Kapıyı açtım. İki silahlı
asker, kapının arkasında duruyordu. Birahanede yanımızda oturan kurşuni giysili,
tanımadığımız genç adam odaya girdi. Meğer casusmuş... Casus: "Benimle birlikte
gelin" dedi.
Peki, diyerek pantolonomu, çizmelerimi giydim, askılarımı taktım, gezinmeye
başladım. Öfkemden boğulacaktım. İçimden:
- Bu bir alçaktır, sözleri geçti. Kılıcımın asılı durduğu yere yaklaştım,
birdenbire kaparak:
- Sen bir casussun, kendini koru, dedim. Bir sola, bir sağa, bir de kafasına
indirdim, casus yere yuvarlandı. Bavulumu, paraları alıp pencereden dışarı
fırladım. Ich kam nach Ems (18), orada General Sazin'le tanıştım. Beni çok
sevdi, elçiliğinde bana bir pasaport uydurarak çocuklarını okutmam için birlikte
Rusya'ya getirdi. General Sazin öldükten sonra da anneniz beni evine çağırdı:
"- Karl İvanoviç, çocuklarımı size emanet ediyorum. Onları sevin, sizi hiçbir
zaman bırakmam. Yaşlılığınızı da düşünürüm, dedi. Şimdi o olmadığı için hepsi
unutuldu. Yirmi yıllık hizmetime karşılık, ekmek dilenmem için beni sokağa
salıveriyorlar diyerek, kolumdan tutup kendine çekti, başımdan öperek:
"-Tanrı her şeyi görür, hepsini bilir, her şey onun buyruğundadır. Ama çocuklar
sizlere acıyorum" diye öyküsünü bitirdi.
You have read 1 text from Türkisch literature.
Weiter - Çocukluk - 10
  • Teile
  • Çocukluk - 01
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3710
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2069
    30.2 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    43.6 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    51.3 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 02
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3738
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2138
    32.0 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.8 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    54.9 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 03
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3625
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2141
    32.5 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.4 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    53.5 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 04
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3701
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2083
    32.5 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.4 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    53.6 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 05
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3775
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2061
    32.0 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.1 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    53.0 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 06
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3821
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2019
    34.2 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    48.0 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    56.2 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 07
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3745
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2081
    31.0 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    44.9 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    52.1 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 08
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3666
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2081
    30.9 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    44.5 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    53.4 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 09
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3758
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2102
    32.5 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    45.7 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    52.9 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 10
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3661
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2047
    32.4 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.6 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    54.8 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 11
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3682
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 2071
    31.4 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    46.2 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    54.0 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.
  • Çocukluk - 12
    Die Gesamtzahl der Wörter beträgt 3578
    Die Gesamtzahl der eindeutigen Wörter beträgt 1937
    32.9 der Wörter gehören zu den 2000 häufigsten Wörtern
    45.1 der Wörter gehören zu den 5000 häufigsten Wörtern
    52.5 der Wörter gehören zu den 8000 häufigsten Wörtern
    Jede Zeile stellt den Prozentsatz der Wörter pro 1000 häufigsten Wörter dar.