Kara Kitap - 21
إجمالي عدد الكلمات هو 2733
إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 1600
31.2 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا
44.5 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا
53.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
bakarken, Galip, adamın bir trafik kazasında öldüğünü hatırladı. Böylece, on yedi yıl önceki bu
trafik kazasıyla güreşçinin yüzündeki alçakgönüllü anlatım, daha önceleri sık sık olduğu gibi
aklında üst üste oturup birleşti ve Galip ister istemez bu trafik kazasının bir işaret olduğunu
düşündü.
Olguları ve hayalleri birbirleriyle birleştirip bambaşka hikâyelerin işaretleri yapacak bu türden
rastlantı anlarına gerek vardı demek ki. Kahveden çıkıp arka sokakların birinden Taksim'e
doğru yürürken "sözgelimi," diye düşündü Galip, "Hasmın Galip Sokağının dar kaldırımına
yanaşmış şu arabanın ihtiyar ve yorgun atına bakarken, babaannemin bana okuma yazma
öğrettiği günlerde Alfabe'de gördüğüm o iri atın anısına başvurmak gereğini duyuyorum.
Altında 'At' olduğu yazılı o iri alfabe atı ise, bana o yıllarda Teşvikiye Caddesindeki apartmanın
en üst katında tek başına oturan Celâl ve Celâl'in kendine anılarına uygun olarak döşediği o
apartman katını hatırlatıyor. Daha sonra ise, bu katm Celâl'in benim hayatımda tuttuğu yerin
bir işareti olabileceğini de düşünüyorum."
Ama Celâl o katı boşaltalı yıllar olmuştu. Galip işaretleri yanlış da yorumlayabileceğini
düşünerek durakladı. Sezgilerinin kendisini yanıltabileceğine inanmaya başlarsa şehirde
kaybolacağından kuşkusu yoktu hiç: Hikâyelerdi kendisini ayakta tutan, bir körün elyordamıyla
bulup tanıdığı nesneler gibi sezgileriyle bulup çıkadı-ğı hikâyeler. Üç gündür şehirde yüzeylere
burnunu sürte sürte dolaşırken işaretlerden bir hikâye kurabildiği için ayakta kalabilmişti.
Çevresindeki dünyanın ve insanların da hikâyeler yüzünden ayakta durabildiğinden hiç kuşkusu
yoktu.
Yeni bir kahveye girip oturduğunda Galip aynı iyimserlikle 'kendi durumunu' gözden geçirebildi.
İpuçlarını sıralayan kelimeler, kâğıdın arkasındaki ev ödevinin kelimeleri gibi basit ve anlaşılır
gözüktü. Kahvenin uzak bir köşesindeki siyah beyaz televizyon, karlı bir sahada futbol
oynayanları gösteriyordu. Oyun sahasının kömürle çizilmiş çizgileriyle, çamura bulanmış futbol
topu siyahtı. Çıplak masaların üzerinde kâğıt oynayanlar dışında herkes bu kara futbol topuna
bakıyordu.
Galip kahveden çıktığında aradığı sırrın bu siyah beyaz futbol maçı gibi yalın olduğunu
düşündü. Yapılması gereken şey görüntülere ve yüzlere baka baka adımlarının kendisini
götüreceği yere yürümekti. İstanbul kahveyle doluydu; her iki yüz metrede bir kahveye
girerek insan bütün şehri baştan aşağı yürüyebilirdi.
Taksim yakınlarında birdenbire kendini boşalan bir sinemanın kalabalığı içinde buldu. Dalgın
dalgın önlerine bakarak, elleri ceplerinde ya da kolkola yürüyerek merdivenlerden sokağa
çıkan insanların yüzleri öyle bir anlamla yüklüydü ki, Galip içinde yaşadığı kendi kâbusümsu
hikâyesinin bile önemli olmadığını düşündü. Sinemadan çıkan^ kalabalığın yüzünde bir
hikâyeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzluklarını unutan insanların
huzuru vardı. Hem burada, bu sefil sokaktaydılar, hem de orada, içinde olmayı hemen
isteyiverdikleri o hikâyenin içinde. Çok daha önceden yenilgi ve acılarla boşaltılmış bellekleri,
şimdi, bütün hüznü ve hatırayı yatıştıran derin bir hikâyeyle doldurulmuştu: "Başka biri
olduklarına inanabiliyorlar!" diye düşündü Galip
özlemle. Kalabalığın az önce seyrettiği o filmi görüp, o hikâyenin içinde kaybolup bir başkası
olabilmek istedi bir an. Sokaklara dağılan insanların sıradan dükkân vitrinlerine baka baka
bildik tamdık eşyaların o bezdirici dünyasına geri döndüklerini görüyordu. "Kendilerini
koyuveriyorlar!" diye düşündü Galip.
Oysa, bir başkası olabilmek için, insan bütün gücünü kullanmalıydı. Taksim Meydanına
çıktığında Galip, içinde bu amaçla bütün iradesini harekete geçirebilecek bir kararlılık hissetti.
"Ben bir başkasıyım!" dedi kendi kendine. Hoş bir duyguydu bu, yalnız ayaklarının altındaki
buzlu kaldırımların, Coca-Cola ve konserve ilanlarıyla çevrili bütün meydanın değil, kendi
kişiliğinin de tepeden tırnağa değiştiğini hissettiriyordu. Kararlılıkla bu cümleyi tek-rarlaya
tekrarlaya bütün dünyanın değiştiğine de inanabilirdi insan, ama o kadar ileri gitmeye gerek de
yoktu: "Ben bir başkasıyım," dedi Galip kendi kendine. Adlandırmak istemediği bu başka
kişinin anıları ve kederiyle yüklü bir müziğin, içinde yeni bir hayat gibi yükseldiğini keyifle
hissetti. Bütün hayatının coğrafyasını belirleyen temel merkezlerden biri, Taksim Meydanı, iri
hindiler gibi dolanan otobüsleri ve dalgın ıstakozlar gibi ağır ağır hareket eden troleybüsleri ve
her zaman karanlıkta kalmaya kararlı belirsiz kö-şeleriyle bu müziğin içinde ağır ağır değişti ve
Galip'in ilk defa adım attığı fakir düşmüş umutsuz bir ülkenin allanıp pullanmış 'modern' bir
meydanına dönüştü. Karlarla kaplı Cumhuriyet Heykeli de, hiçbir yere çıkmayan o geniş Yunan
merdivenleri ve Galip'in on yıl önce cayır cayır yanışını zevkle seyrettiği 'Opera' binası da,
böylece, işareti olmak istedikleri hayâli ülkenin gerçek parçaları haline dönüştüler. Galip,
otobüs duraklarının önündeki telaşlı kalabalığın içinde, itişerek taşıtlara binen insanların
arasında ne esrarlı bir yüz görebildi, ne de örtüler arkasındaki ikinci dünyanın işareti olabilecek
plastik bir torba.
Böylece, insanların yüzlerini okumak için kahvelere girme gereği de duymadan, doğrudan
Harbiye üzerinden Nişantaşı'na yürüdü. Çok sonra, aradığı yeri bulduğuna inandığında, o yol
boyunca büründüğü kişiliği hatırlamaya çalıştığında kararsız kalacaktı. "Daha o sırada kendimi
Celâl olduğuma bütünüyle inandıramamıştım!" diye düşünecekti o zaman, Celâl'in bütün
geçmişini aydınlatan eski yazılar, defterler ve gazete kesikleri arasındayken. "Daha
o sırada, kendimi büsbütün arkada bırakamamıştım." Uçağı geciktiği için, görmeyi hayâlinden
bile geçirmediği bir şehirde yarım bir gün geçiren bir yolcu gibi bakmıştı gördüklerine: Atatürk
heykeli ülkenin geçmişinde önemli bir asker olduğuna, çamurlu ve ışıltılı sinema önlerindeki
kalabalıklar pazar öğleden sonraları canı sıkılan insanların başka ülkelerin düşleriyle
oyalandığına, ellerinde bıçaklar dükkân vitrinlerinden kaldırımlara bakan sandviççi ve börekçi
tezgâhtarları acıklı hayal ve hatıraların küllenmekte olduğuna, bulvarın ortasındaki çıplak ve
karanlık ağaçlar da akşamüstü daha da koyulaşarak çöken milli bir hüzne işaret ediyordu. "Ne
yapılır bu şehirde, bu caddede, bu saatte Allahım?" diye mırıldan-mıştı Galip, ama bu seslenişi,
Celâl'in kesip sakladığı eski bir yazısından aldığım da biliyordu.
Nişantaşı'na geldiğinde hava kararmıştı. Kış akşamlan trafik tıkandığında araçların egzoslarıyla,
apartman bacalarından çıkan dumanların biriktirdiği koku dar kaldırımlara sinmişti. Galip tuhaf
bir şekilde bu mahalleye özgü bulduğu bu geniz yakan kokuyu huzurla içine çekti. Nişantaşı'nın
köşesindeyken, bir başka kişi olma isteği öyle bir kuvvetle içinde yükseldi ki, on binlerce defa
gördüğü apartman cephelerini, dükkân vitrinlerini, banka panolarını ve neondan harfleri
bambaşka ve yepyeni şeyler olarak görebildiğini sandı. Yıllardır yaşadığı mahalleyi bambaşka
bir yer yapan hafiflik ve serüven duygusu, sanki bir daha hiç terketmeyecekmiş gibi Galip'in
içine işledi.
Karşıya geçip evine doğru yürüyeceğine, sağa Teşvikiye Caddesine saptı. Bütün gövdesini
kaplayan bu duygudan o kadar hoşnuttu ve büründüğü kişiliğin kendine sunduğu imkânlar o
kadar çekiciydi ki, Galip uzun yıllar aynı dört duvar arasında yaşadıktan sonra hastaneden
taburcu edilen bir hasta gibi gözlerini yeni görüntülerle doyuruyordu. "Yıllarca önünden
geçtiğim muhallebicinin vitrini iyi aydınlatılmış bir kuyumcu vitrinine benziyormuş meğer!"
demek geliyordu içinden. "Cadde daracık, kaldırımlar da eğri büğrüymüş meğer!"
Çocukluğunda kendi gövdesini ve ruhunu arkada bırakarak yepyeni birisi olan bu ikinci kişiyi
dışarıdan gözlerdi de, "şimdi Osmanlı Bankasının önünden geçiyor," diye düşündü Galip
çocukluğunda büründüğü yeni bir kişiliği izler gibi, "şimdi yıllarca annesi,
babası, dedesiyle oturduğu, Şehrikalp apartmanının önünden başını bile çevirmeden geçiyor.
Şimdi iğneci kadının oğlunun kasada oturduğu eczanenin önünde duraklayıp vitrinine bakıyor.
Şimdi, Karakol'un önünden hiç korkmadan geçiyor, şimdi Singer dikiş makinelerinin arasındaki
mankenlere eski dostlara bakar gibi sevgiyle bakıyor. Şimdi, kesin amaçlı, kararlı kişiler gibi bir
esrarın, yıllarca inceden inceye uğraşılarak hazırlanmış bir kumpasın kalbine doğru yürüyor..."
Karşı kaldırıma geçip aynı yolu bir kere daha gerisin geri yürüdükten sonra, gene karşıya geçip
tek tük ıhlamur ağaçlarının ve reklâm panolarıyla balkonların altından camiye kadar yürüdü.
Sonra, aynı kaldırımlarda bir de öteki yöne doğru yürüdü. Her seferinde caddenin biraz daha
aşağısından ve yukarısından dönerek, 'araştırma alanını' genişletiyor, her seferinde, eski
mutsuz kişiliği yüzünden farkedemediği bazı ayrıntıları dikkatle gözleyip belleğinin bir köşesine
yazıyordu: Alâaddin'in dükkânının vitrinine yığıl-, mış eski gazeteler, oyuncak tabancalar, ve
naylon çorap paketleri arasında sustalı bir çakı vardı, Teşvikiye Caddesini göstermesi gereken
'mecburi istikamet!' işareti Şehrikalp Apartmanını gösteriyordu, alçak cami duvarının üstüne
bırakılmış kuru ekmekler soğuğa rağmen küflenmişti, kız lisesinin kapısının kenarına yazılmış
siyasal sloganların bazı kelimeleri çift anlamlıydı, ışığı açık kalmış bir dersanesinin duvarındaki
fotoğraftan Atatürk, tozlu pencere camlarının arasından gene aynı yere, Şehrikalp Apartmanına
bakıyordu, tuhaf bir el çiçekçinin vitrinindeki güllerin goncalarına çengelli iğneler geçirmişti.
Yeni açılmış bir deri elbisecisinin vitrinindeki gösterişli mankenler de Şehrikalp Apartmanına,
bir zamanlar Celâl'in, daha sonraki zamanlar annesi ve babasıyla Rüya'nın yaşadığı o en üst
kata doğru bakıyorlardı.
Galip de mankenlerle birlikte apartmanın en üst katına uzun uzun baktı. Kendini, tıpkı o
mankenler gibi, başka ülkelerde düş-lenmiş hayâllerin ve hiç okumadığı ama Rüya'dan
dinlediği çeviri polisiye romanların külyutmaz kahramanlarının bir taklidi gibi hissettiği zaman
Celâl ile Rüya'nın orada, mankenlerin bakışlarıyla işaret ettikleri en üst katta olabilecekleri
düşüncesi Galip'e mantıklı gözüktü. Apartmanın önünden kaçar gibi çekilip Camiye doğru
yürüdü.
Ama bunu yapmak için bütün gücünü kullanması gerekmişti. Bacakları sanki Şehrikalp
Apartmanından uzaklaşmak istemiyor, bir an önce binadan içeri-girip, bildik tanıdık
merdivenlerden koşa koşa en üst kata çıkıp içerideki o yere, o karanlık ve korkulu noktaya
yetiştirip ona bir şey göstermek istiyorlardı. Bu görüntüyü düşünmek istemedi Galip. Bütün
gücünü kullanarak evden uzaklaştıkça kaldırımların, dükkânların, reklâm panolarındaki
harflerin, trafik levhalarının yıllardır işaret ettikleri o eski anlamlarına geri döndüklerini hissetti.
Orada olduklarını anlar anlamaz felâket duygusuna ve korkuya sonuna kadar gömülmüştü.
Alâad-din'in dükkânının köşesine geldiğinde karakola yaklaştığı için mi, yoksa köşedeki
'mecburi istikamet' işaretinin artık Şehrikalp Apartmanını göstermediğini farkettiği için mi
içindeki korkunun daha da yükseldiğini çıkartamadı. Öyle bir yorgunluk ve akıl karışıklığı
hissediyordu ki, birazcık olsun düşünebilmek için bir yere oturması gerekiyordu.
Teşvikiye-Eminönü dolmuş durağının köşesindeki eski büfeye oturdu, börek ve çay istedi.
Kendi geçmişine, kaybetmekte olduğu hafızasına bu kadar bağ'ı olan Celâl'in çocukluk ve
gençlik yıllarında oturduğu apartman dairesini yeniden kiralamasından ya da satın almasından
doğal ne olabilirdi? Böylece bir zamanlar kendisini oradan uzaklaştıranlar, şimdi parasızlık
yüzünden arka sokakların birindeki tozlu bir apartmanda çürürken, kendisi kovulduğu yere
zaferle geri dönmüş oluyordu. Bu zaferi, Rüya dışında bütün aileden saklamasını ve
anacaddede yaşamasına rağmen izini kimseye belli etmemesini de Galip tam CelâPe göre
buldu.
Ondan sonraki dakikalarda Galip, dikkatini büfeye yeni giren bir aileye verdi: Pazar akşamüstü
sinemadan çıktıktan sonra akşam yemeğini bir büfede geçiştiren anne, baba, kız ve erkek
çocuk. Anneyle baba Galip'in yaşındaydılar. Baba paltosunun cebinden çıkardığı gazetesine
dalıyordu arada bir; anne çocukların alevlenen kavgalarını kaşgöz işaretleriyle denetliyor,
sonra küçük çantasıyla masa arasında sürekli gidip gelen eli, şapkasından tuhaf nesneler
çıkaran bir sihirbazın hızı ve becerikliliğiyle öbür üçüne çeşitli eşyalar yetiştiriyordu: Oğlanın
akan burnuna bir mendil, babanın açık avucuna kırmızı bir hap, kızın saçlarına toka, Celâl'in
yazısını okuyan babanın sigarasına çakmak, oğlanın burnuna gene
aynı mendil vs.
Galip böreğini yiyip çayını bitirdiğinde babanın da ortaokul ve liseden sınıf arkadaşı olduğunu
hatırlamıştı. Kapıdan çıkarken içinden gelen bir dürtüye uyarak bunu babaya söylerken adamın
boynunda ve sağ yanağında korkutucu bir yanık izi gördü ve annenin de Rüya'yla hep birlikte
gittikleri Şişli Terakki Lisesinin aynı sınıfının çaçaron ve becerikli öğrencisi olduğunu hatırladı.
Büyükler konuşurken çocukların fırsat bilip kozlarını paylaştıkları hatırlama ve hatır sorma
süreci boyunca tabii ki, benzer öteki evliliğin simetrisini tamamlayan Rüya da sevgiyle anıldı.
Galip çocukları olmadığını, Rüya'nın şimdi evde polisiye roman okuyarak kendisini beklediğini,
akşam birlikte Konak Sinemasına gideceklerini, kendisinin bilet almaktan döndüğünü ve bugün
yolda bir başka sınıf ar-' kadaşıyla, Belkıs'la da karşılaştığını söyledi: Belkıs, hani şu kumral,
orta boylu Belkıs.
Yavan karı koca, hiç kuşkuya yer bırakmayan yavan bir kesinlikle belirttiler: "Bizim sınıfta
Belkıs diye biri yoktu!" Arada bir eski okul yıllıklarının ciltli kapaklarını açıyorlar, özel hatıra ve
hikayeleriyle birlikte herkesi tek tek anıyorlarmış; bu yüzden çok emin-lermiş.
Galip büfeden soğuğa çıkar çıkmaz hızlı hızlı Nişantaşı Meydanına doğru yürüdü. Rüya ile
CelâPin pazar akşamı 7.15'te Konak Sinemasına gideceklerine karar verdiği için koşa koşa
sinemaya gitti; ama kaldırımlarda da sinemanın girişinde de yoktular. Onları beklerken dün
öğleden sonra sinemada seyrettiği kadının fotoğrafını gördü ve içinde yeniden o kadının
yerinde olma isteği yükseldi.
Dükkânlara baka baka, kaldırımlardan geçen insanların yüzlerini okuya okuya dönüp dolaşıp
tekrar Şehrikalp Apartmanının karşısına geldiğinde çok vakit geçmişti. Her akşam saat sekizde,
bütün pencerelere vuran o mavimsi televizyon ışığı Şehrikalp Apartmanı dışında caddenin
bütün yapılarında pırıldıyordu, tîalip apartmanın karanlık dairelerine dikkâtle bakarken, en üst
katın balkon demirlerine bağlanmış koyu lacivert bir bez parçasını gördü. Otuz yıl önce, burada
bütün aile hep birlikte otururlarken, aynı balkona asılan aynı renkteki lacivert bir bez, sakaya
verilmiş bir işaret anlamına gelirdi. At arabasına yüklediği çinko tenekelerde
su dağıtan adam, bu mavi bezden hangi katlarda içme suyunun bittiğini anlar, ona göre yukarı
su çıkarırdı.
Galip de bezin bir işaret olduğuna karar verdi, nasıl okunacağı konusunda aklında değişik
düşünceler belirdi: Kendisine Celâl ile Rüya'nın burada olduğunu gösteren bir işaret olabilirdi.
Ce-lâl'in kendi geçmişinin bazı ayrıntılarına özlemle geri döndüğünün bir başka belirtisi de.
Sekiz buçuğa doğru kaldırımda dikildiği yerden kendi evine döndü.
Bir zamanlar, hem de çok eski zamanlarda da değildi o zamanlar, Rüya ile birlikte ellerinde
gazete ve kitaplarla oturup sigara içtikleri o eski salonun lambaları ve ışıkları, kaybolmuş bir
cennetin gazetelere düşmüş fotoğrafları gibi dayanılmayacak kadar anılarla dolu ve
dayanılmayacak kadar acıklıydı. Rüya'nın eve döndüğüne ya da uğradığına ilişkin hiçbir iz ve
belirti yoktu ortalıkta: Yuvaya dönen yorgun kocayı hüzünle selâmlayan aynı kokular ve
gölgeler. Galip, sessiz eşyaları lambaların hüzünlü ışıkları altında bırakıp karanlık koridordan
karanlık yatak odasına gitti. Paltosunu çıkarıp elyordamıyla bulduğu yatağına kendini sırtüstü
attı. Salon lambalarının, koridordan süzülen sokak lambalarının ışıkları odanın tavanında ince
yüzlü şeytani gölgelere dönüşmüştü.
Galip yataktan kalktıktan çok sonra ne yapacağını kesinlikle biliyordu. Gazeteden televizyon
programını okudu, çevredeki sinemaların hiç değişmeyen saatlerini ve filmlerin adlarını
öğrendi; Celâl'in yazısına son bir kere daha göz attı; buzdolabını açıp çürümenin ilk belirtileri
arasından birkaç zeytinle beyaz peynir çıkarıp kuru ekmekle karnını doyurdu. Rüya'nın
dolabından bulduğu irice bir zarfa gelişigüzel gazete parçalan sıkıştırdı, üzerine CelâPin adını
yazıp yanına aldı. On'u çeyrek geçe evden çıkmış, Şehrikalp Apartmanının karşısında, bu sefer
biraz daha ötede, beklemeye başlamıştı.
Çok geçmeden apartmanın merdiven ışıkları yandı ve binanın kırk yıllık kapıcısı İsmail, ağzının
kenarında sigara, içerden çıkardığı çöp tenekelerini iri kestane ağacının yanındaki büyük
bidona boşaltmaya başladı. Galip karşıya geçti.
"İsmail efendi, merhaba. Bu zarfı Celâl'e bırakmaya geldim."
"Aa, Galip!" dedi adam eski öğrencisini yıllar sonra tanıyan lise müdürü gibi, sevinçle ve
kuşkuyla. "Ama Celâl burada yok."
"Biliyorum, biliyorum burada ama, ben de kimseye söylemiyorum," dedi Galip kararlı adımlarla
apartmandan içeri girerken. "Sakın başka kimseye de söyleme. Bu zarfı, aşağıya İsmail
Efendiye bırak, dedi bana!"
Galip, kırk yıldır aym havagazı ve kızarmış yağ kokusuyla kokan merdivenlerden inip kapıcı
dairesine girdi. İsmail'in karısı Kamer, gene aynı koltukta oturmuş, üzerinde bir zamanlar
radyo duran sehpanın üzerindeki televizyona bakıyordu.
"Kamer, bak kim geldi," dedi Galip.
"Aa," dedi kadın. Ayağa kalktı, öpüştüler. "Bizi unuttunuz."
"Unutur muyuz?"
"Hepiniz kapının önünden geçiyorsunuz, ama bir uğramıyor-sunuz!"
"Bunu Celâl'e getirdim!" dedi Galip zarfı gösterek.
"İsmail mi söyledi?"
"Hayır, Celâl kendi söyledi," dedi Galip. "Ben biliyorum burada olduğunu, ama sakın kimseye
söylemeyin."
"Biz ne yapalım, söylemiyoruz." dedi kadın. "Bizi öyle bir ten-bihledi ki."
"Biliyorum," dedi Galip. "Yukardalar mı şimdi?"
"Hiç bilmiyoruz. Geceyarılan biz uyurken giriyor, uyurken çıkıyor. Kendini değil sesini
duyuyoruz. Çöpünü alıyoruz, gazetesini bırakıyoruz. Bazan o gazeteler orada, kapının altında
günlerce birikiyor."
"Ben yukarı çıkmayacağım," dedi Galip. Zarfı bırakacak bir yer arar gibi kapıcı dairesini
inceledi: Üzeri aynı damalı mavi muşamba kaplı yemek masası, kaldırımdan geçenlerin
bacaklarını ve çamurlu araba tekerleklerini örten aynı soluk perdeler; dikiş kutusu, ütü,
şekerlik, havagazı ocağı, isli kalorifer... Kaloriferin üzerindeki rafın kenarına çakılı çivide, her
zamanki yerinde, Galip anahtarı gördü. Kadın, kolluğuna oturmuştu.
"Sana çay yapayım," dedi. "Otur şu yatağın kenarına." Bir gözü televizyondaydı. "Rüya hanım
ne yapıyor? Çocuğunuz niye yok hâlâ?"
Kadının artık büsbütün baktığı-televizyon ekranında, uzaktan da olsa Rüya'yı andıran genç bir
kız beliriverdi: Rengi anlaşılamayan saçları dağınıktı, teni beyaz; bakışları takınılmış bir
çocuksu-
hıkla durgunlaşmıştı. Dudaklarım mutlulukla boyuyordu.
"Güzel kadın," dedi Galip, sessizce.
"Rüya hanım daha güzeldir," dedi Kamer hanım, aynı sessizlikle.
Saygıyla, bir çeşit korkulu hayranlıkla birlikte baktılar. Galip anahtarı çividen becerikli bir
hareketli çıkardı, cebine, ipuçlarryla dolu ev ödevinin yanına bıraktı. Kadın görmemişti.
"Zarfı nereye koyayım?"
"Ver bana!" dedi kadın.
Galip, İsmail Efendinin boş çöp tenekelerini bırakmak için apartmana girdiğini, sokak kapısına
bakan küçük pencereden gördü. Asansör lambaları soluklaştırarak, televizyondaki görüntüyü
bir an bozarak çalışınca kadınla vedalaştı. Merdivenleri çıkıp sokak kapısına sesli sesli yürüdü.
Kapıyı açtı ve içerde kalıp gürültüyle kapadı. Sessizce, geriye merdivene doğru yürüyüp,
denetleme-yediği bir heyecanla parmaklarının ucuna basa basa iki katı çıktı. İkinci kat ile
üçüncü katın arasında basamaklara oturup, boş tenekeleri üst katlara bırakan İsmail Efendinin
aşağı inmesini bekledi. Merdivenleri aydınlatan lambalar bir anda söndü. "Otomatik!" diye
mırıldandı Galip çocukluğunun bu sihirli ve uzak ülkeleri çağrıştıran kelimesini düşünerek.
Lambalar yeniden yandı. Kapıcının bindiği asansör aşağıya inerken Galip merdivenleri ağır ağır
çıkmaya başladı. Bir zamanlar babası ve annesiyle oturduğu katın kapısında bir avukatın pirinç
levhası vardı. Babaanneyle Dedenin katının kapısında bir jinekologun levhasıyla boş bir çöp
tenekesi gördü.
Celâl'in kapısının üzerinde ne bir işaret, ne de ad vardı. Galip havagazı makbuzunu getiren
çalışkan bir tahsildarın el alışkanlığıyla kapının zilini çaldı. Zili ikinci kere çalarken
merdivenlerin ışığı söndü. Kapının altından ışık sızmıyordu hiç. Zili üçüncü ve dördüncü kere
çalarken eli cebinin dipsiz kuyusunda anahtarı arıyor, anahtarı bulduğu zaman da eli zili sürekli
çalıyordu: "İçeride bir odaya gizleniyorlar!" diye düşündü, "Salonda karşılıklı iki koltuğa
oturmuş sessizce bekliyorlar!" Anahtarı önce kilidin deliğine uyduramadı, yanlış anahtar,
diyecekti, ama tıpkı her şeyi birbirine karıştıran bir belleğin, bir parlaklık anmda, kendi
budalalığını ve dünyanın karmakarışık düzenini keşfedivermesi gibi, anahtar kili-
din içine insanı şaşırtan tuhaf bir simetri ve mutluluk duygusuyla oturdu. Önce, kapının
karanhk bir daireye açıldığını farketti Galip, hemen sonra da, karanlık dairenin içinde bir
trafik kazasıyla güreşçinin yüzündeki alçakgönüllü anlatım, daha önceleri sık sık olduğu gibi
aklında üst üste oturup birleşti ve Galip ister istemez bu trafik kazasının bir işaret olduğunu
düşündü.
Olguları ve hayalleri birbirleriyle birleştirip bambaşka hikâyelerin işaretleri yapacak bu türden
rastlantı anlarına gerek vardı demek ki. Kahveden çıkıp arka sokakların birinden Taksim'e
doğru yürürken "sözgelimi," diye düşündü Galip, "Hasmın Galip Sokağının dar kaldırımına
yanaşmış şu arabanın ihtiyar ve yorgun atına bakarken, babaannemin bana okuma yazma
öğrettiği günlerde Alfabe'de gördüğüm o iri atın anısına başvurmak gereğini duyuyorum.
Altında 'At' olduğu yazılı o iri alfabe atı ise, bana o yıllarda Teşvikiye Caddesindeki apartmanın
en üst katında tek başına oturan Celâl ve Celâl'in kendine anılarına uygun olarak döşediği o
apartman katını hatırlatıyor. Daha sonra ise, bu katm Celâl'in benim hayatımda tuttuğu yerin
bir işareti olabileceğini de düşünüyorum."
Ama Celâl o katı boşaltalı yıllar olmuştu. Galip işaretleri yanlış da yorumlayabileceğini
düşünerek durakladı. Sezgilerinin kendisini yanıltabileceğine inanmaya başlarsa şehirde
kaybolacağından kuşkusu yoktu hiç: Hikâyelerdi kendisini ayakta tutan, bir körün elyordamıyla
bulup tanıdığı nesneler gibi sezgileriyle bulup çıkadı-ğı hikâyeler. Üç gündür şehirde yüzeylere
burnunu sürte sürte dolaşırken işaretlerden bir hikâye kurabildiği için ayakta kalabilmişti.
Çevresindeki dünyanın ve insanların da hikâyeler yüzünden ayakta durabildiğinden hiç kuşkusu
yoktu.
Yeni bir kahveye girip oturduğunda Galip aynı iyimserlikle 'kendi durumunu' gözden geçirebildi.
İpuçlarını sıralayan kelimeler, kâğıdın arkasındaki ev ödevinin kelimeleri gibi basit ve anlaşılır
gözüktü. Kahvenin uzak bir köşesindeki siyah beyaz televizyon, karlı bir sahada futbol
oynayanları gösteriyordu. Oyun sahasının kömürle çizilmiş çizgileriyle, çamura bulanmış futbol
topu siyahtı. Çıplak masaların üzerinde kâğıt oynayanlar dışında herkes bu kara futbol topuna
bakıyordu.
Galip kahveden çıktığında aradığı sırrın bu siyah beyaz futbol maçı gibi yalın olduğunu
düşündü. Yapılması gereken şey görüntülere ve yüzlere baka baka adımlarının kendisini
götüreceği yere yürümekti. İstanbul kahveyle doluydu; her iki yüz metrede bir kahveye
girerek insan bütün şehri baştan aşağı yürüyebilirdi.
Taksim yakınlarında birdenbire kendini boşalan bir sinemanın kalabalığı içinde buldu. Dalgın
dalgın önlerine bakarak, elleri ceplerinde ya da kolkola yürüyerek merdivenlerden sokağa
çıkan insanların yüzleri öyle bir anlamla yüklüydü ki, Galip içinde yaşadığı kendi kâbusümsu
hikâyesinin bile önemli olmadığını düşündü. Sinemadan çıkan^ kalabalığın yüzünde bir
hikâyeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzluklarını unutan insanların
huzuru vardı. Hem burada, bu sefil sokaktaydılar, hem de orada, içinde olmayı hemen
isteyiverdikleri o hikâyenin içinde. Çok daha önceden yenilgi ve acılarla boşaltılmış bellekleri,
şimdi, bütün hüznü ve hatırayı yatıştıran derin bir hikâyeyle doldurulmuştu: "Başka biri
olduklarına inanabiliyorlar!" diye düşündü Galip
özlemle. Kalabalığın az önce seyrettiği o filmi görüp, o hikâyenin içinde kaybolup bir başkası
olabilmek istedi bir an. Sokaklara dağılan insanların sıradan dükkân vitrinlerine baka baka
bildik tamdık eşyaların o bezdirici dünyasına geri döndüklerini görüyordu. "Kendilerini
koyuveriyorlar!" diye düşündü Galip.
Oysa, bir başkası olabilmek için, insan bütün gücünü kullanmalıydı. Taksim Meydanına
çıktığında Galip, içinde bu amaçla bütün iradesini harekete geçirebilecek bir kararlılık hissetti.
"Ben bir başkasıyım!" dedi kendi kendine. Hoş bir duyguydu bu, yalnız ayaklarının altındaki
buzlu kaldırımların, Coca-Cola ve konserve ilanlarıyla çevrili bütün meydanın değil, kendi
kişiliğinin de tepeden tırnağa değiştiğini hissettiriyordu. Kararlılıkla bu cümleyi tek-rarlaya
tekrarlaya bütün dünyanın değiştiğine de inanabilirdi insan, ama o kadar ileri gitmeye gerek de
yoktu: "Ben bir başkasıyım," dedi Galip kendi kendine. Adlandırmak istemediği bu başka
kişinin anıları ve kederiyle yüklü bir müziğin, içinde yeni bir hayat gibi yükseldiğini keyifle
hissetti. Bütün hayatının coğrafyasını belirleyen temel merkezlerden biri, Taksim Meydanı, iri
hindiler gibi dolanan otobüsleri ve dalgın ıstakozlar gibi ağır ağır hareket eden troleybüsleri ve
her zaman karanlıkta kalmaya kararlı belirsiz kö-şeleriyle bu müziğin içinde ağır ağır değişti ve
Galip'in ilk defa adım attığı fakir düşmüş umutsuz bir ülkenin allanıp pullanmış 'modern' bir
meydanına dönüştü. Karlarla kaplı Cumhuriyet Heykeli de, hiçbir yere çıkmayan o geniş Yunan
merdivenleri ve Galip'in on yıl önce cayır cayır yanışını zevkle seyrettiği 'Opera' binası da,
böylece, işareti olmak istedikleri hayâli ülkenin gerçek parçaları haline dönüştüler. Galip,
otobüs duraklarının önündeki telaşlı kalabalığın içinde, itişerek taşıtlara binen insanların
arasında ne esrarlı bir yüz görebildi, ne de örtüler arkasındaki ikinci dünyanın işareti olabilecek
plastik bir torba.
Böylece, insanların yüzlerini okumak için kahvelere girme gereği de duymadan, doğrudan
Harbiye üzerinden Nişantaşı'na yürüdü. Çok sonra, aradığı yeri bulduğuna inandığında, o yol
boyunca büründüğü kişiliği hatırlamaya çalıştığında kararsız kalacaktı. "Daha o sırada kendimi
Celâl olduğuma bütünüyle inandıramamıştım!" diye düşünecekti o zaman, Celâl'in bütün
geçmişini aydınlatan eski yazılar, defterler ve gazete kesikleri arasındayken. "Daha
o sırada, kendimi büsbütün arkada bırakamamıştım." Uçağı geciktiği için, görmeyi hayâlinden
bile geçirmediği bir şehirde yarım bir gün geçiren bir yolcu gibi bakmıştı gördüklerine: Atatürk
heykeli ülkenin geçmişinde önemli bir asker olduğuna, çamurlu ve ışıltılı sinema önlerindeki
kalabalıklar pazar öğleden sonraları canı sıkılan insanların başka ülkelerin düşleriyle
oyalandığına, ellerinde bıçaklar dükkân vitrinlerinden kaldırımlara bakan sandviççi ve börekçi
tezgâhtarları acıklı hayal ve hatıraların küllenmekte olduğuna, bulvarın ortasındaki çıplak ve
karanlık ağaçlar da akşamüstü daha da koyulaşarak çöken milli bir hüzne işaret ediyordu. "Ne
yapılır bu şehirde, bu caddede, bu saatte Allahım?" diye mırıldan-mıştı Galip, ama bu seslenişi,
Celâl'in kesip sakladığı eski bir yazısından aldığım da biliyordu.
Nişantaşı'na geldiğinde hava kararmıştı. Kış akşamlan trafik tıkandığında araçların egzoslarıyla,
apartman bacalarından çıkan dumanların biriktirdiği koku dar kaldırımlara sinmişti. Galip tuhaf
bir şekilde bu mahalleye özgü bulduğu bu geniz yakan kokuyu huzurla içine çekti. Nişantaşı'nın
köşesindeyken, bir başka kişi olma isteği öyle bir kuvvetle içinde yükseldi ki, on binlerce defa
gördüğü apartman cephelerini, dükkân vitrinlerini, banka panolarını ve neondan harfleri
bambaşka ve yepyeni şeyler olarak görebildiğini sandı. Yıllardır yaşadığı mahalleyi bambaşka
bir yer yapan hafiflik ve serüven duygusu, sanki bir daha hiç terketmeyecekmiş gibi Galip'in
içine işledi.
Karşıya geçip evine doğru yürüyeceğine, sağa Teşvikiye Caddesine saptı. Bütün gövdesini
kaplayan bu duygudan o kadar hoşnuttu ve büründüğü kişiliğin kendine sunduğu imkânlar o
kadar çekiciydi ki, Galip uzun yıllar aynı dört duvar arasında yaşadıktan sonra hastaneden
taburcu edilen bir hasta gibi gözlerini yeni görüntülerle doyuruyordu. "Yıllarca önünden
geçtiğim muhallebicinin vitrini iyi aydınlatılmış bir kuyumcu vitrinine benziyormuş meğer!"
demek geliyordu içinden. "Cadde daracık, kaldırımlar da eğri büğrüymüş meğer!"
Çocukluğunda kendi gövdesini ve ruhunu arkada bırakarak yepyeni birisi olan bu ikinci kişiyi
dışarıdan gözlerdi de, "şimdi Osmanlı Bankasının önünden geçiyor," diye düşündü Galip
çocukluğunda büründüğü yeni bir kişiliği izler gibi, "şimdi yıllarca annesi,
babası, dedesiyle oturduğu, Şehrikalp apartmanının önünden başını bile çevirmeden geçiyor.
Şimdi iğneci kadının oğlunun kasada oturduğu eczanenin önünde duraklayıp vitrinine bakıyor.
Şimdi, Karakol'un önünden hiç korkmadan geçiyor, şimdi Singer dikiş makinelerinin arasındaki
mankenlere eski dostlara bakar gibi sevgiyle bakıyor. Şimdi, kesin amaçlı, kararlı kişiler gibi bir
esrarın, yıllarca inceden inceye uğraşılarak hazırlanmış bir kumpasın kalbine doğru yürüyor..."
Karşı kaldırıma geçip aynı yolu bir kere daha gerisin geri yürüdükten sonra, gene karşıya geçip
tek tük ıhlamur ağaçlarının ve reklâm panolarıyla balkonların altından camiye kadar yürüdü.
Sonra, aynı kaldırımlarda bir de öteki yöne doğru yürüdü. Her seferinde caddenin biraz daha
aşağısından ve yukarısından dönerek, 'araştırma alanını' genişletiyor, her seferinde, eski
mutsuz kişiliği yüzünden farkedemediği bazı ayrıntıları dikkatle gözleyip belleğinin bir köşesine
yazıyordu: Alâaddin'in dükkânının vitrinine yığıl-, mış eski gazeteler, oyuncak tabancalar, ve
naylon çorap paketleri arasında sustalı bir çakı vardı, Teşvikiye Caddesini göstermesi gereken
'mecburi istikamet!' işareti Şehrikalp Apartmanını gösteriyordu, alçak cami duvarının üstüne
bırakılmış kuru ekmekler soğuğa rağmen küflenmişti, kız lisesinin kapısının kenarına yazılmış
siyasal sloganların bazı kelimeleri çift anlamlıydı, ışığı açık kalmış bir dersanesinin duvarındaki
fotoğraftan Atatürk, tozlu pencere camlarının arasından gene aynı yere, Şehrikalp Apartmanına
bakıyordu, tuhaf bir el çiçekçinin vitrinindeki güllerin goncalarına çengelli iğneler geçirmişti.
Yeni açılmış bir deri elbisecisinin vitrinindeki gösterişli mankenler de Şehrikalp Apartmanına,
bir zamanlar Celâl'in, daha sonraki zamanlar annesi ve babasıyla Rüya'nın yaşadığı o en üst
kata doğru bakıyorlardı.
Galip de mankenlerle birlikte apartmanın en üst katına uzun uzun baktı. Kendini, tıpkı o
mankenler gibi, başka ülkelerde düş-lenmiş hayâllerin ve hiç okumadığı ama Rüya'dan
dinlediği çeviri polisiye romanların külyutmaz kahramanlarının bir taklidi gibi hissettiği zaman
Celâl ile Rüya'nın orada, mankenlerin bakışlarıyla işaret ettikleri en üst katta olabilecekleri
düşüncesi Galip'e mantıklı gözüktü. Apartmanın önünden kaçar gibi çekilip Camiye doğru
yürüdü.
Ama bunu yapmak için bütün gücünü kullanması gerekmişti. Bacakları sanki Şehrikalp
Apartmanından uzaklaşmak istemiyor, bir an önce binadan içeri-girip, bildik tanıdık
merdivenlerden koşa koşa en üst kata çıkıp içerideki o yere, o karanlık ve korkulu noktaya
yetiştirip ona bir şey göstermek istiyorlardı. Bu görüntüyü düşünmek istemedi Galip. Bütün
gücünü kullanarak evden uzaklaştıkça kaldırımların, dükkânların, reklâm panolarındaki
harflerin, trafik levhalarının yıllardır işaret ettikleri o eski anlamlarına geri döndüklerini hissetti.
Orada olduklarını anlar anlamaz felâket duygusuna ve korkuya sonuna kadar gömülmüştü.
Alâad-din'in dükkânının köşesine geldiğinde karakola yaklaştığı için mi, yoksa köşedeki
'mecburi istikamet' işaretinin artık Şehrikalp Apartmanını göstermediğini farkettiği için mi
içindeki korkunun daha da yükseldiğini çıkartamadı. Öyle bir yorgunluk ve akıl karışıklığı
hissediyordu ki, birazcık olsun düşünebilmek için bir yere oturması gerekiyordu.
Teşvikiye-Eminönü dolmuş durağının köşesindeki eski büfeye oturdu, börek ve çay istedi.
Kendi geçmişine, kaybetmekte olduğu hafızasına bu kadar bağ'ı olan Celâl'in çocukluk ve
gençlik yıllarında oturduğu apartman dairesini yeniden kiralamasından ya da satın almasından
doğal ne olabilirdi? Böylece bir zamanlar kendisini oradan uzaklaştıranlar, şimdi parasızlık
yüzünden arka sokakların birindeki tozlu bir apartmanda çürürken, kendisi kovulduğu yere
zaferle geri dönmüş oluyordu. Bu zaferi, Rüya dışında bütün aileden saklamasını ve
anacaddede yaşamasına rağmen izini kimseye belli etmemesini de Galip tam CelâPe göre
buldu.
Ondan sonraki dakikalarda Galip, dikkatini büfeye yeni giren bir aileye verdi: Pazar akşamüstü
sinemadan çıktıktan sonra akşam yemeğini bir büfede geçiştiren anne, baba, kız ve erkek
çocuk. Anneyle baba Galip'in yaşındaydılar. Baba paltosunun cebinden çıkardığı gazetesine
dalıyordu arada bir; anne çocukların alevlenen kavgalarını kaşgöz işaretleriyle denetliyor,
sonra küçük çantasıyla masa arasında sürekli gidip gelen eli, şapkasından tuhaf nesneler
çıkaran bir sihirbazın hızı ve becerikliliğiyle öbür üçüne çeşitli eşyalar yetiştiriyordu: Oğlanın
akan burnuna bir mendil, babanın açık avucuna kırmızı bir hap, kızın saçlarına toka, Celâl'in
yazısını okuyan babanın sigarasına çakmak, oğlanın burnuna gene
aynı mendil vs.
Galip böreğini yiyip çayını bitirdiğinde babanın da ortaokul ve liseden sınıf arkadaşı olduğunu
hatırlamıştı. Kapıdan çıkarken içinden gelen bir dürtüye uyarak bunu babaya söylerken adamın
boynunda ve sağ yanağında korkutucu bir yanık izi gördü ve annenin de Rüya'yla hep birlikte
gittikleri Şişli Terakki Lisesinin aynı sınıfının çaçaron ve becerikli öğrencisi olduğunu hatırladı.
Büyükler konuşurken çocukların fırsat bilip kozlarını paylaştıkları hatırlama ve hatır sorma
süreci boyunca tabii ki, benzer öteki evliliğin simetrisini tamamlayan Rüya da sevgiyle anıldı.
Galip çocukları olmadığını, Rüya'nın şimdi evde polisiye roman okuyarak kendisini beklediğini,
akşam birlikte Konak Sinemasına gideceklerini, kendisinin bilet almaktan döndüğünü ve bugün
yolda bir başka sınıf ar-' kadaşıyla, Belkıs'la da karşılaştığını söyledi: Belkıs, hani şu kumral,
orta boylu Belkıs.
Yavan karı koca, hiç kuşkuya yer bırakmayan yavan bir kesinlikle belirttiler: "Bizim sınıfta
Belkıs diye biri yoktu!" Arada bir eski okul yıllıklarının ciltli kapaklarını açıyorlar, özel hatıra ve
hikayeleriyle birlikte herkesi tek tek anıyorlarmış; bu yüzden çok emin-lermiş.
Galip büfeden soğuğa çıkar çıkmaz hızlı hızlı Nişantaşı Meydanına doğru yürüdü. Rüya ile
CelâPin pazar akşamı 7.15'te Konak Sinemasına gideceklerine karar verdiği için koşa koşa
sinemaya gitti; ama kaldırımlarda da sinemanın girişinde de yoktular. Onları beklerken dün
öğleden sonra sinemada seyrettiği kadının fotoğrafını gördü ve içinde yeniden o kadının
yerinde olma isteği yükseldi.
Dükkânlara baka baka, kaldırımlardan geçen insanların yüzlerini okuya okuya dönüp dolaşıp
tekrar Şehrikalp Apartmanının karşısına geldiğinde çok vakit geçmişti. Her akşam saat sekizde,
bütün pencerelere vuran o mavimsi televizyon ışığı Şehrikalp Apartmanı dışında caddenin
bütün yapılarında pırıldıyordu, tîalip apartmanın karanlık dairelerine dikkâtle bakarken, en üst
katın balkon demirlerine bağlanmış koyu lacivert bir bez parçasını gördü. Otuz yıl önce, burada
bütün aile hep birlikte otururlarken, aynı balkona asılan aynı renkteki lacivert bir bez, sakaya
verilmiş bir işaret anlamına gelirdi. At arabasına yüklediği çinko tenekelerde
su dağıtan adam, bu mavi bezden hangi katlarda içme suyunun bittiğini anlar, ona göre yukarı
su çıkarırdı.
Galip de bezin bir işaret olduğuna karar verdi, nasıl okunacağı konusunda aklında değişik
düşünceler belirdi: Kendisine Celâl ile Rüya'nın burada olduğunu gösteren bir işaret olabilirdi.
Ce-lâl'in kendi geçmişinin bazı ayrıntılarına özlemle geri döndüğünün bir başka belirtisi de.
Sekiz buçuğa doğru kaldırımda dikildiği yerden kendi evine döndü.
Bir zamanlar, hem de çok eski zamanlarda da değildi o zamanlar, Rüya ile birlikte ellerinde
gazete ve kitaplarla oturup sigara içtikleri o eski salonun lambaları ve ışıkları, kaybolmuş bir
cennetin gazetelere düşmüş fotoğrafları gibi dayanılmayacak kadar anılarla dolu ve
dayanılmayacak kadar acıklıydı. Rüya'nın eve döndüğüne ya da uğradığına ilişkin hiçbir iz ve
belirti yoktu ortalıkta: Yuvaya dönen yorgun kocayı hüzünle selâmlayan aynı kokular ve
gölgeler. Galip, sessiz eşyaları lambaların hüzünlü ışıkları altında bırakıp karanlık koridordan
karanlık yatak odasına gitti. Paltosunu çıkarıp elyordamıyla bulduğu yatağına kendini sırtüstü
attı. Salon lambalarının, koridordan süzülen sokak lambalarının ışıkları odanın tavanında ince
yüzlü şeytani gölgelere dönüşmüştü.
Galip yataktan kalktıktan çok sonra ne yapacağını kesinlikle biliyordu. Gazeteden televizyon
programını okudu, çevredeki sinemaların hiç değişmeyen saatlerini ve filmlerin adlarını
öğrendi; Celâl'in yazısına son bir kere daha göz attı; buzdolabını açıp çürümenin ilk belirtileri
arasından birkaç zeytinle beyaz peynir çıkarıp kuru ekmekle karnını doyurdu. Rüya'nın
dolabından bulduğu irice bir zarfa gelişigüzel gazete parçalan sıkıştırdı, üzerine CelâPin adını
yazıp yanına aldı. On'u çeyrek geçe evden çıkmış, Şehrikalp Apartmanının karşısında, bu sefer
biraz daha ötede, beklemeye başlamıştı.
Çok geçmeden apartmanın merdiven ışıkları yandı ve binanın kırk yıllık kapıcısı İsmail, ağzının
kenarında sigara, içerden çıkardığı çöp tenekelerini iri kestane ağacının yanındaki büyük
bidona boşaltmaya başladı. Galip karşıya geçti.
"İsmail efendi, merhaba. Bu zarfı Celâl'e bırakmaya geldim."
"Aa, Galip!" dedi adam eski öğrencisini yıllar sonra tanıyan lise müdürü gibi, sevinçle ve
kuşkuyla. "Ama Celâl burada yok."
"Biliyorum, biliyorum burada ama, ben de kimseye söylemiyorum," dedi Galip kararlı adımlarla
apartmandan içeri girerken. "Sakın başka kimseye de söyleme. Bu zarfı, aşağıya İsmail
Efendiye bırak, dedi bana!"
Galip, kırk yıldır aym havagazı ve kızarmış yağ kokusuyla kokan merdivenlerden inip kapıcı
dairesine girdi. İsmail'in karısı Kamer, gene aynı koltukta oturmuş, üzerinde bir zamanlar
radyo duran sehpanın üzerindeki televizyona bakıyordu.
"Kamer, bak kim geldi," dedi Galip.
"Aa," dedi kadın. Ayağa kalktı, öpüştüler. "Bizi unuttunuz."
"Unutur muyuz?"
"Hepiniz kapının önünden geçiyorsunuz, ama bir uğramıyor-sunuz!"
"Bunu Celâl'e getirdim!" dedi Galip zarfı gösterek.
"İsmail mi söyledi?"
"Hayır, Celâl kendi söyledi," dedi Galip. "Ben biliyorum burada olduğunu, ama sakın kimseye
söylemeyin."
"Biz ne yapalım, söylemiyoruz." dedi kadın. "Bizi öyle bir ten-bihledi ki."
"Biliyorum," dedi Galip. "Yukardalar mı şimdi?"
"Hiç bilmiyoruz. Geceyarılan biz uyurken giriyor, uyurken çıkıyor. Kendini değil sesini
duyuyoruz. Çöpünü alıyoruz, gazetesini bırakıyoruz. Bazan o gazeteler orada, kapının altında
günlerce birikiyor."
"Ben yukarı çıkmayacağım," dedi Galip. Zarfı bırakacak bir yer arar gibi kapıcı dairesini
inceledi: Üzeri aynı damalı mavi muşamba kaplı yemek masası, kaldırımdan geçenlerin
bacaklarını ve çamurlu araba tekerleklerini örten aynı soluk perdeler; dikiş kutusu, ütü,
şekerlik, havagazı ocağı, isli kalorifer... Kaloriferin üzerindeki rafın kenarına çakılı çivide, her
zamanki yerinde, Galip anahtarı gördü. Kadın, kolluğuna oturmuştu.
"Sana çay yapayım," dedi. "Otur şu yatağın kenarına." Bir gözü televizyondaydı. "Rüya hanım
ne yapıyor? Çocuğunuz niye yok hâlâ?"
Kadının artık büsbütün baktığı-televizyon ekranında, uzaktan da olsa Rüya'yı andıran genç bir
kız beliriverdi: Rengi anlaşılamayan saçları dağınıktı, teni beyaz; bakışları takınılmış bir
çocuksu-
hıkla durgunlaşmıştı. Dudaklarım mutlulukla boyuyordu.
"Güzel kadın," dedi Galip, sessizce.
"Rüya hanım daha güzeldir," dedi Kamer hanım, aynı sessizlikle.
Saygıyla, bir çeşit korkulu hayranlıkla birlikte baktılar. Galip anahtarı çividen becerikli bir
hareketli çıkardı, cebine, ipuçlarryla dolu ev ödevinin yanına bıraktı. Kadın görmemişti.
"Zarfı nereye koyayım?"
"Ver bana!" dedi kadın.
Galip, İsmail Efendinin boş çöp tenekelerini bırakmak için apartmana girdiğini, sokak kapısına
bakan küçük pencereden gördü. Asansör lambaları soluklaştırarak, televizyondaki görüntüyü
bir an bozarak çalışınca kadınla vedalaştı. Merdivenleri çıkıp sokak kapısına sesli sesli yürüdü.
Kapıyı açtı ve içerde kalıp gürültüyle kapadı. Sessizce, geriye merdivene doğru yürüyüp,
denetleme-yediği bir heyecanla parmaklarının ucuna basa basa iki katı çıktı. İkinci kat ile
üçüncü katın arasında basamaklara oturup, boş tenekeleri üst katlara bırakan İsmail Efendinin
aşağı inmesini bekledi. Merdivenleri aydınlatan lambalar bir anda söndü. "Otomatik!" diye
mırıldandı Galip çocukluğunun bu sihirli ve uzak ülkeleri çağrıştıran kelimesini düşünerek.
Lambalar yeniden yandı. Kapıcının bindiği asansör aşağıya inerken Galip merdivenleri ağır ağır
çıkmaya başladı. Bir zamanlar babası ve annesiyle oturduğu katın kapısında bir avukatın pirinç
levhası vardı. Babaanneyle Dedenin katının kapısında bir jinekologun levhasıyla boş bir çöp
tenekesi gördü.
Celâl'in kapısının üzerinde ne bir işaret, ne de ad vardı. Galip havagazı makbuzunu getiren
çalışkan bir tahsildarın el alışkanlığıyla kapının zilini çaldı. Zili ikinci kere çalarken
merdivenlerin ışığı söndü. Kapının altından ışık sızmıyordu hiç. Zili üçüncü ve dördüncü kere
çalarken eli cebinin dipsiz kuyusunda anahtarı arıyor, anahtarı bulduğu zaman da eli zili sürekli
çalıyordu: "İçeride bir odaya gizleniyorlar!" diye düşündü, "Salonda karşılıklı iki koltuğa
oturmuş sessizce bekliyorlar!" Anahtarı önce kilidin deliğine uyduramadı, yanlış anahtar,
diyecekti, ama tıpkı her şeyi birbirine karıştıran bir belleğin, bir parlaklık anmda, kendi
budalalığını ve dünyanın karmakarışık düzenini keşfedivermesi gibi, anahtar kili-
din içine insanı şaşırtan tuhaf bir simetri ve mutluluk duygusuyla oturdu. Önce, kapının
karanhk bir daireye açıldığını farketti Galip, hemen sonra da, karanlık dairenin içinde bir
لقد قرأت النص 1 من تركي الأدبيات.
التالي - Kara Kitap - 22
- الأجزاء
- Kara Kitap - 01يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2834إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 169327.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا39.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا47.8 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 02يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2755إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 180626.4 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا38.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا46.5 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 03يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2876إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166430.2 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.0 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 04يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2806إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 176130.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 05يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2785إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 170328.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.3 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا48.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 06يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2727إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 174728.9 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.3 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.3 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 07يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2795إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 177728.1 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا39.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا47.8 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 08يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2851إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 180228.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا39.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا46.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 09يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2754إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 168329.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.2 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.5 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 10يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2839إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 174030.8 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.9 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 11يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2835إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166932.9 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا45.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا53.9 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 12يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2814إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 174331.8 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا44.1 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 13يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2797إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 167731.5 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا45.6 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا53.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 14يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2783إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 168529.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا40.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا47.0 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 15يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2759إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 164928.9 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا50.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 16يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2814إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 156531.1 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا45.1 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا52.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 17يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2793إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 167330.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.5 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.3 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 18يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2766إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 164330.1 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.1 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.8 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 19يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2767إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 167129.2 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.0 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 20يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2748إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 155230.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.2 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا50.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 21يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2733إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 160031.2 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا44.5 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا53.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 22يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2772إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 171529.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.6 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا50.2 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 23يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2700إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 170528.0 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا38.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا47.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 24يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2727إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 165428.4 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.5 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.0 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 25يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2742إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 170329.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.8 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 26يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2702إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 165828.0 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا50.5 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 27يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2713إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 168726.5 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا40.2 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا48.0 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 28يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2772إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 176026.5 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا39.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا47.9 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 29يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2742إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166529.9 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.0 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 30يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2777إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166032.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا44.6 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا52.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 31يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2699إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166629.1 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا42.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 32يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2862إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 169228.8 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.0 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.9 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 33يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2737إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 172326.3 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا38.7 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا46.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 34يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2884إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 164831.4 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا44.0 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.6 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 35يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2908إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 154330.2 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.1 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا50.4 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 36يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2772إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 176527.8 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا38.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا46.7 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 37يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2777إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 166531.9 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا44.9 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا53.1 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 38يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2768إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 155630.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.6 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا51.7 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 39يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2761إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 143630.5 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا43.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.9 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 40يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2748إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 163032.8 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا46.4 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا54.5 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 41يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2760إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 170429.7 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا41.8 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.8 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا
- Kara Kitap - 42يمثل كل سطر النسبة المئوية للكلمات لكل 1000 كلمة الأكثر شيوعا.إجمالي عدد الكلمات هو 2175إجمالي عدد الكلمات الفريدة هو 136528.1 من الكلمات موجودة في 2000 كلمة الأكثر شيوعًا40.7 من الكلمات موجودة ضمن الـ 5000 كلمة الأكثر شيوعًا49.0 من الكلمات موجودة في الـ 8000 كلمة الأكثر شيوعًا